Türkiye’nin inşaat piyasası: Vahşi Batı gibi

Toplum/Yaşam Haberleri —

6 Şubat 2023 Depremi / Maraş

6 Şubat 2023 Depremi / Maraş

  • Kalitesiz inşaatlardan denetim eksikliğine, Türkiye'nin inşaat piyasası Vahşi Batı'yı andırıyor. Borzou Daragahi, yıkıcı depremlerden önce dikkate alınmayan tedbir çağrıları hakkında mimarlar ve sektörün içinden kişilerle konuştu.

BORZOU DARAGAHİ - Çeviri: Serap GÜNEŞ

Türkiye'nin hesaplaşma gününün geleceğini biliyorlardı. Onlar mimar, şehir plancısı, sismolog ve inşaat mühendisi. Büyük bir depremin olacağını söylediler. Gevşek yapı yönetmeliği uygulamalarının, gelişigüzel şehir planlamasının ve kalitesiz inşaat standartlarının sonuçlarının Türkiye'nin başına bela olacağı konusunda uyarılarda bulundular.

Ülkenin en iyi şehir plancılarından biri olan merhum Murat Balamir, 2019 tarihli kitabına, geleceği görme yeteneğine sahip olan ancak uyarıları dikkate alınmadığı için lanetlenen genç bir kadının anlatıldığı Antik Yunan efsanesinden esinlenerek Plancının Kassandra Yazgısı adını vermişti.

Türk Şehir Plancıları Odası'nın önde gelen yönetim kurulu üyelerinden Akif Burak Atlar, “Bu bir haklı çıkma meselesi değil; ‘Size söylemiştik, dinlemediniz’ gibi bir şey değil” diyor. “Kına yakmak gibi bir durum yok. Öfke ve anlatamayacağım kadar derin bir üzüntü var.”

Türkiye, 43 binden fazla insanın ölümüne ve sınırın öte yanında, Suriye'nin kuzeyinde en az 6000 kişinin hayatını kaybetmesine neden olan büyük depremlerin yaralarını sarmaya çalışıyor. Bu felaket ülkeyi derin bir kederin içine sürükledi. Dünyanın sismik açıdan en aktif ülkelerinden biri olan Türkiye, bundan sadece 24 yıl önce meydana gelen bir depremde de benzer şekilde yüksek bir ölüm sayısı ile karşı karşıya kalmıştı.

Merkez üssü kuzeybatıdaki İzmit kenti yakınlarında olan bu eski depremden sonra bina yönetmelikleri sıkılaştırıldı, standartlar yükseltildi ve zorunlu sigorta poliçeleri yürürlüğe kondu. Büyük şehirlerin kenar mahallelerinde neredeyse bir gecede inşa edilen gecekonduların yenilenmesi ya da boşaltılması emredildi.

Şu anda Türkiye'nin cumhurbaşkanı olan ancak o dönemde ateşli bir reformcu (ve İstanbul'un eski belediye başkanı) olan Recep Tayyip Erdoğan, hükümetin depremi ele alış biçimini şiddetle eleştirmişti. Kendisi ve AKP, felaket ve ekonomiyle ilgili olarak halkın öfke ve hoşnutsuzluk dalgasını arkasına alarak 2002 yılında zafer kazanmıştı.

Ayrıcalıklı müteahhit sınıfı

Ancak Türkiye'yi depreme daha dayanıklı hale getirme taahhüdüne rağmen, içeridekiler, uzun süredir Türkiye'nin elit kesiminin temel dayanağı olan ayrıcalıklı bir müteahhit sınıfının 1999'dan sonra siyasi olarak daha da güçlendiğini söylüyor. Nihayetinde azami kâr arayışının kamu güvenliği kaygılarının önüne geçtiği görüldü.

Sektörün içinden biri, “Diyelim ki beş katlı bir bina inşa etmek size 500.000 dolara mal oldu ve siz onu 1 milyon dolara satmak istiyorsunuz” diyor. “Peki ya bunu 300.000 dolara inşa etme, daha ucuz malzeme kullanma ve onay almak için 30.000 dolar ücret ödeme şansınız varsa? Rüşvet vererek mümkün bu. Ya da iyi ilişkilerle… Böylece istediğinizi yapmanıza izin veriyorlar. Sorunlar çay içilen bir toplantıyla çözülebiliyor.”

Müteahhitler, gerçekte öyle olsa da olmasa da, binayı resmi olarak yasalara uygun hale getiren aflar satın alabiliyorlardı. “Yasadışı binalar yasal hale geldi” diyor Atlar. “Binalar denetlenmiyordu. Ödeme yaparsanız, hiç sorun kalmıyordu.”

Dibinden baltalanan binalar

Mimarlar, iddialı depreme dayanıklılık özellikleri içeren planlar hazırladılar. Ancak bu, uygulamada doğru malzemelerin kullanıldığı anlamına gelmiyordu; yetersiz çelik takviyeli beton veya standartların altında malzeme kullanmak elbette daha ucuz.

Mühendisler, iyi inşa edilmiş apartman bloklarına bile, çatılara bir, iki veya üç kat ekleyerek ya da eski binalara fazladan asansör boşlukları koyarak kârı en üst düzeye çıkaran geçici eklentiler veya değişiklikler yapılması karşısında şok oldular. Daha fazla daire satılıyordu. Ama ne pahasına?

Mimarları kızdıran yaygın uygulamalardan biri de zemin katların perakendecilere ve mağazalara kiralanması; bu kişiler daha fazla ticari alan yaratmak için kolonlar, lentolar ve duvarlar gibi temel taşıyıcı yapılardan kurtulmayı doğal buluyorlar. Ancak bunu yapmak binaları çok daha dengesiz ve potansiyel olarak bir sismik olayda ağırlığı taşıyamayacak kadar zayıf hale getiriyor. Binalar, devrilmek için bir itici güç bekleyen, dibinden baltalanmış ağaçlar gibi oluyor.

Uluslararası bir mimarlık firması olan 3XKO'nun CEO'su Korkut Özgenler, “Sanki bir binanın zemin katındaki yapısal elemanlara ‘patlayıcılar’ yerleştirmişsiniz ve bunlar bir deprem tarafından ateşlenmeyi bekliyor gibi oluyor” diyor.

Kendisinin ve diğer mimarların son felaketin boyutlarını kavrarken hissettikleri hayal kırıklığı ve umutsuzluğu anlatıyor.

“Mimarlar ve mühendisler, müşteriler, paydaşlar ve kullanıcılar için tüm doğru bina kodları, yasalar ve standartların yanı sıra depreme dayanıklı özel yapısal ve mekanik mühendislik özelliklerine sahip binalar tasarlıyorlar” diyor. “Sonra, tam zemin katta bir süpermarket açılıyor ve sırf alanı genişletmek için sütunları ve kolonları kesiyorlar. Bu uygulama çok fazla acıya neden oldu. Şehir planlama ilkelerinin yanı sıra imar kanunları ve inşaat kurallarına uyulsaydı ölü sayısı azaltılabilirdi” diye ekliyor.

Erdoğan’ın sloganı: Hızlı ve sınırsız büyüme

Mimarlar ve planlamacılar bu tür suistimallere ve kestirme yollara karşı defalarca uyarıda bulundular. Ancak hızlı ve sınırsız büyüme uzun zamandır Erdoğan'ın yönetiminin sloganı oldu. Cumhurbaşkanı faiz oranlarını düşürerek enflasyonu azdırdı ama daha fazla inşaat yapılmasını teşvik etti.

Türkiye'nin 2013 ve 2014 yıllarındaki Gezi Parkı protesto hareketinin temelinde -en azından kısmen- şehirleri ve mahalleleri hızla dönüştüren müteahhitlerin sınırsız gücü yatıyordu. 2016 yılında Türk yetkililer ülkenin Mimarlar Odası'nın 15 üyesini tutukladı ve bu kişilerin ülkenin kentsel politikalarına yönelik eleştirilerinin tutuklanmalarında bir etken olduğuna inanılıyor.

Hükümet 2018 yılında, devlete milyarlarca dolar gelir getiren kaçak yapılaşmayla ilgili yeni bir af yasası çıkardığında, mimarlar ve şehir planlamacıları bunun müteahhitlere fayda sağlarken Türkiye’nin şehirlerini “mezarlıklara” dönüştüreceği uyarısında bulundu.

Mimarlar Derneği Başkanı Esin Köymen'in o dönemde “İnsanlar bunun bedelini hayatlarıyla ödeyecekler” dediği bildiriliyor.

Şimdi, Türk yetkililer çöken binalarla ilgili 200'den fazla tutuklama emri çıkardı. İstanbul havaalanındaki yetkililer geçtiğimiz hafta ülkeyi terk etmeye çalışan iki müteahhidi gözaltına aldı.

On yıllardır Türkiye'nin müteahhitleri ülkeye hâkim oldular ve bazıları tarafından kendi başlarına bir sınıf olarak tanımlandılar. Erdoğan da bu müteahhitlerden bolca yararlandı: 20 yıllık iktidarı boyunca tamamlanan gayrimenkul ve ulaşım projeleri, kendisinin ve destekçilerinin en büyük siyasi argümanları arasında yer alıyor. Erdoğan müteahhitlerle özdeşleşmekten zevk alıyor gibi görünüyor. 2019'da yerel seçimler öncesinde yerel müttefikleri için kampanya yürütürken, şu anda deprem bölgesi olan yeri ziyaret edip hükümetin konutlara kaç tane imar affı çıkardığıyla övünmüştü.

Bir de Türk emlak geliştiricilerinin sayısı var. Sektörün içinden birine göre Almanya'da yaklaşık 5000, ABD'de belki 50.000 emlak firması varken, Türkiye'de bu sayı 300.000'e varıyor.

Emlak sektörü çalışanları, deprem bölgesinde bazı binaların çöktüğünü, karşıdaki binalarda ise çatlak bile olmadığını belirtiyor. Bir emlakçı, “Belli ki bazı müteahhitler yönetmeliklere uymuş, bazıları ise uymamış” diyor.

Dibe doğru yarış

Sonuç, dibe doğru bir yarış. Daha az titiz olan inşaatçılar projelere daha düşük teklif verebiliyor ve daha yüksek rant elde edebiliyor, bu da rakiplerinin de işin kolayına kaçma cazibesine kapılmasına neden oluyor. Projelerinin her zaman kurallara uygun olduğunu söyleyen bir müteahhit, daha az etik davranan meslektaşlarının bir bedel ödeyeceğini, hatta cezai kovuşturmaya uğrayacaklarını umduğunu söylüyor. “Neden kimse uymazken ben yönetmeliklere uyuyorum?” diyor.

Ancak tek suçlu müteahhitler değil. Gebze Teknik Üniversitesi'nden jeofizikçi Savaş Karabulut ve ekibi bu hafta hasar tespiti için deprem bölgesine gitti. Uygun olmayan, zayıf temeller üzerine inşa edilmiş alışveriş merkezleri ve depremlerin etkisini artıran yumuşak zemin üzerine inşa edilmiş kuleler gibi binalar buldular. Hiçbir müfettiş bu tür binaların inşa edilmesine izin vermemeliydi.

Karabalut, “Köylerdeki birçok bina mühendislik denetimine tabi tutulmadı ve bu bölgede yaşayan insanlar bunları kendi başlarına inşa ettiler” diyor. “Sorun, merkezi hükümetin denetim sürecini özelleştirmiş olması.”

Uzmanlar, müteahhitlerin bütün bir iktidar sisteminin yalnızca bir parçası olduğunu belirtiyor. Müteahhitleri mahkemeye verdiğinizde, saygın toptancılardan hammadde kullandıklarını ve bunu kanıtlayacak makbuzlara sahip olduklarını iddia ediyorlar. Toptancıları dava ediyorsunuz, beton ve kirişlerinin yetkili makamlardan gerekli tüm imzalara sahip olduğunu söylüyorlar. İskan Bakanlığı'nı dava ediyorsunuz, onlar da evrak işlerinde sorun olmadığını ve sadece cumhurbaşkanlığından gelen direktifleri uyguladıklarını söylüyorlar. Herkes işini en küçük detayına kadar düzgün yaptığını iddia ediyor.

Türk emlak sektörünün içinden biri, “Müteahhitlerle sürekli konuşuyorum ve korkmadıklarını söylüyorlar” diyor. “Evet, suç işlediler... Ama iş mahkemeye giderse, sorumluluk gerçekten en tepeye kadar gider.”

İnsanları deprem değil binalar öldürür, denir. Ancak 6 Şubat'ta Türkiye'nin güneyini ve Suriye'nin kuzeyini vuran depremler o kadar olağanüstü güçteydi ki, binalar nasıl inşa edilirse edilsin ölümcül ve tarihi sonuçlar doğurabilirdi. Çok sığ derinliklerde meydana gelen 7,8 ve 7,5 büyüklüğündeki depremlerin yanı sıra 2000'den fazla artçı sarsıntı her yerde yıkıma yol açabilirdi.

Uzun süreli ve güçlü depremlerin videolarını izleyen inşaat mühendisleri çok az yapının bu etkiye dayanabileceğini anladı. Birçok depreme dayanmış olan çok sayıda tarihi bina ve antik kale bu son felakette yıkıldı.

İlk ve en büyük sarsıntının zamanlaması - sabah saat 4'te - ve merkez üssünün binlerce yıldır medeniyetin kalesi olan nispeten yoğun nüfuslu bir bölgede yer alması yıkıma katkıda bulundu.

En az 25 büyük deprem

Depremler uzun zamandır bölge tarihinin bir parçası. Araştırmacılar son 2000 yıl içinde Türkiye'nin güneydoğusunda, tarihi Antakya yakınlarında en az 25 büyük depremin meydana geldiğini belirtiyor. Bu, her yaşam süresinde ortalama bir yıkıcı sismik olay anlamına geliyor. Son depremlerle sarsılan Hatay ilindeki modern Antakya kenti, adını antik kentten almıştır.

Davis'teki California Üniversitesi'nde Osmanlı tarihi profesörü olan Heghnar Watenpaugh, “Burası sismik bir bölge ve depremsellik coğrafyaya, jeolojiye ve tarihe kazınmış durumda” diyor. “Arazideki yarıklar ve kırıklar orada. Onları görebilirsiniz."”

Eleştirmenler uzun zamandır Türkiye'nin depremlere karşı daha hazırlıklı olmasını talep ediyor ve pek çok kişi ülkenin kendine özgü sismik kırılganlığını dikkate alan bir planlama ve hatta toplumsal seferberlik çağrısında bulunuyor. Aslında Erdoğan'ın kendisi de defalarca afet müdahale kapasitesinin genişletilmesi ve güçlendirilmesi çağrısında bulunmuş ve 2009 yılında tüm bu çabaları Ankara hükümetinin yetkisi altında yeniden düzenlemişti.

Ancak zayıf şehir planlaması bu çabaları engelledi. Türkiye, afet yönetimi ve tahliye tesisleri de dahil olmak üzere altyapıyı iyileştirmeden şehirlerin genişlemesine izin verdi.

Para nereye gitti?

Atlar, “Beş katlı evlerde yaşayan 3000 kişilik bir mahalleniz var” diyor. “Siz onu sekiz katlı evlerle yeniliyorsunuz. Nüfusunuz 5000 oluyor. Ama nüfusu artırırsanız sosyal yaşamı desteklemeniz gerekir. Daha fazla okula, yola, otoparka, parka, kaldırıma ve sağlık hizmetine ihtiyacınız var. Ama daha fazlasını yapmıyorlar. Türkiye’de şehirlerin temel sorunu da bu.”

Aflardan ve mülk sahiplerinden alınan zorunlu yıllık deprem sigortası ücretlerinden toplanan milyarlar, 1999 depreminden sonra Türkiye'yi daha dayanıklı hale getirmeyi amaçlıyordu. Ancak pek çok kişi ülkenin bu son felakete de 24 yıl önceki kadar hazırlıklı görünmediğini belirtti. Atlar, “Parayı daha güçlü şehirler için kullanacaklarını söylediler,” diyor. “Para nereye gitti?”

Örneğin şehir planlamacıları, bazı şehirlerde kentsel tahliye için hükümet tarafından tahsis edilen alanların yüzde 80'inin çoktan müteahhitlere teslim edildiğini söylüyor. Jeofizikçi Karabulut 2019'da “Bırakın hazırlıklı olmayı, yapılması gereken en basit şey olan toplanma alanlarımız bile yok” uyarısında bulunmuştu.

Erdoğan, Türkiye'nin depremlere hazırlıklı olmadığı fikrine karşı çıktı. 2020 yılında Elazığ yakınlarında meydana gelen depremin ardından, hükümetinin sicilini savunarak eleştirilere yanıt vermişti.

Depremde hayatını kaybeden 41 kişiden ikisinin cenaze töreninde “Dedikodulara kulak asmayın” dedi. “Kimsenin olumsuz, aykırı propagandasına kulak asmayın ve bilin ki biz sizin hizmetkarınızız.”

Başbakan, 6 Şubat depremlerinin ele alınışındaki hataları kabul etmekle birlikte, depremin büyüklüğü, yeri ve zamanlamasının her hükümeti zorlayacağı konusunda da ısrar ediyor. Ancak kurtarma görevlilerinin kendileri sorunun kapasite değil, yeterlilik ve hatta irade olduğunu belirtiyor. İstanbul'dan bir gönüllü, eğitimli kurtarma görevlilerinden oluşan ekibinin çalışmalara katılmak için akreditasyon almakta zorlandığını söyledi. Devletin yardım kuruluşu, ilk gelen ve yardıma hazır olanlardan ziyade, Erdoğan'ın siyasi yakınlık duyduğu hayır kurumları ve kurtarma gruplarını tercih ediyor gibi görünüyordu.

Koordinasyon ve hatta irade eksikliği

Bir gönüllü, “Herkes ne yapması gerektiğini biliyordu” dedi. “Bir depremin yaklaştığını biliyorlardı. Eğitim almışlardı. Personel iyi. Sorun kapasite eksikliği değil, koordinasyon ve hatta irade eksikliği. İstanbul'dan uçtuk ve oraya varmamız 24 saat sürdü. Yardım etmek için izin almamız daha da uzun sürdü. Ve yarattığı sonuçlar itibariyle bu bir suç olmalı.”

İstanbul depremi

Türkiye için daha da kötü bir felaket gelebilir. Avrupa'nın en büyük metropolü olan 16 milyonluk deprem şehri İstanbul'da da büyük bir deprem bekleniyor. Muhalefetin önde gelen isimlerinden belediye başkanı Ekrem İmamoğlu Çarşamba günü yaptığı açıklamada kentteki 1,6 milyon yapının en az 90.000'inin kötü durumda olduğunu söyledi. Diğer akademisyenler ise şehirdeki binaların yaklaşık yüzde 75'inin bir depremle tehlikeye gireceğini söylüyor.

İmamoğlu katıldığı bir televizyon programında “Binalar hasarlı, yanlış yerlerde ve çökecek” dedi. “Keşke İstanbullulara ‘Dinlenin, evlerinizde huzur içinde uyuyun’ diyebilseydim.”

Kaynak: www.independent.co.uk

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.