Ya sosyalizm ya barbarlık

Zozan SİMA yazdı —

  • “Ya sosyalizm, ya barbarlık” sözü artık bir uyarı ve tespit olmanın ötesinde hayatın yönünü işaret eden bir kılavuz olmuş durumda. Yoksa tüm maskeleri düşmüş, cilaları dökülmüş olan sistemi en çirkin haliyle yaşamaya mecbur bırakılarak barbarlığa maruz kalmaktır.
  • Kendi başına zaten ortada olanı vurgulamak ve hatırlatmak toplumda bir umut yaratmamaktadır. Devrimci, sistemi topluma şikayet eden arzuhalci değil, toplumun devletsiz örgütlenmesini geliştirmekle yükümlü bir inşacı kimliği kazanmalıdır.

‘Zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi olmayanları’ mücadelede buluşturmada 1 Mayıs devrimci bir çağrıdır. Bir işçi bayramı olmanın ötesinde tüm ezilenler için sosyalist ruhun canlanışı ve eyleme geçişidir. Tıpkı 1 Mayıs marşındaki gibi “devrimin şanlı yolunda ilerleyen halkların bayramı”dır. Kürtler, Filistinliler, Abya Yala (Latin Amerika), Afrika, Asya vs. dünyanın her yerinde ağır sömürge koşullarında direnen yerli halkların. Emperyalistlerin küresel sömürüsüne ve neoliberalizme karşı onun zemininde mücadele yürüten sistem karşıtı hareketlerin. İlk sömürge sınıf ve ulus olarak direniş halinde olan kadınların. Gelecekleri karartılmaya çalışılan ve buna isyan halinde ‘genç başaracağız’ diyen devrimci gençlerin. Doğanın dengesini bozarak onu doğal afetler canavarına dönüştürenlere karşı mücadele eden ekolojistlerin. İktidarın her türüne karşı amansız mücadele içinde olan anarşistlerin. Kapitalizmin toplum kırımına sanat, edebiyat alanında direnenlerin. Hakikati aydınlatmak için baskı, tutuklama ve öldürülmeyi göze alan gazetecilerin. Özgür düşünceyi ifade eden, onu topluma ulaştıran entelektüellerin. Yani esasta kapitalist sistemle uzlaşmayan, ondan çıkar sağlamayan ve sistem karşıtı olma potansiyelindeki dünyanın yüzde 80’lik kesiminin bayramıdır.

“Ya sosyalizm, ya barbarlık” sözü artık bir uyarı ve tespit olmanın ötesinde hayatın yönünü işaret eden bir kılavuz olmuş durumda. Yoksa tüm maskeleri düşmüş, cilaları dökülmüş olan sistemi en çirkin haliyle yaşamaya mecbur bırakılarak barbarlığa maruz kalmaktır. En asgari etik ve estetik yaklaşımdan sıyrılmış bu saf kötülük ve çirkinlik ortamında sistemin kendi hukuk ve adaleti dahi ayaklar altına alınmıştır. Fakat sistem karşıtı hareketlerin argümanları, yöntemleri ve stratejileri bu yüzde 80’lik potansiyeli örgütleme gücüne denk kapasitede değildir. Bu durum kadın özgürlük hareketleri için de geçerlidir. Sistemi teşhir etmek, hukuk ve adalet aramak, faillerin cezalandırılmasını beklemek, insanları bu konuda bilinçlendirmeye dayalı tek yönlü mücadele tam anlamıyla sonuç almaya götürmüyor.

Mücadele ancak ve ancak örgütlenen, kendini savunan, kendi kendine yeterli bir toplumsal örgütlenmenin parçası olduğunda anlam taşır. Kendi başına zaten ortada olanı vurgulamak ve hatırlatmak toplumda bir umut yaratmamaktadır. Devrimci, sistemi topluma şikayet eden arzuhalci değil, toplumun devletsiz örgütlenmesini geliştirmekle yükümlü bir inşacı kimliği kazanmalıdır. İşte bu yüzden tüm sistem dışında kalanlar olarak sosyalizmi tartışmaya, bu noktalardan derinleştirmeye ihtiyacımız var. Sosyalist toplum bir mühendislik çalışması değildir ve ancak her ülkenin, coğrafya, halk ve kültürün demokratik uygarlık geleneğinin üzerine inşa edilebilir. Çünkü gelenek tahrip de olsa kendisini sürdürür ancak dönüşebilir. Toplum olarak varolmak bu kök hücre sayesinde mümkün olmuştur. Bu nedenle 21.yy sosyalizm anlayışında topluma öncülük iddiasındaki hareketlerin bu kökleri tanıması ve onlara dayalı biçimde toplumsal mücadele yürütmesi gerekiyor.

Neoliberalizmin en büyük başarısı biri toplum ve devleti özdeş göstererek sistem karşıtı hareketleri aynı zamanda toplum karşıtı bir konuma düşürmesidir. Bunun yansıması olarak özelde batıda mücadele yürüten hareketlerde bireysel ama daha çok da bireyci bir devrimci kimlik öne çıktı. Toplum yerine birbirine benzer ve sisteme tepkili kişilerin oluşturduğu otonom gruplara dayalı yaşam ve örgütlenme esas alındı. Bu nedenle de toplum dincilerin, faşistlerin ve kadın düşmanı grupların insafına bırakılmış oldu. Avrupa’da yükselen faşizmi bu noktada analiz etmek önem taşır. Faşizm yükseldikçe devrimcilerin toplumdan kopukluğu da derinleşti. 19. ve 20. yy sosyalist partilerinin hiyerarşik, iktidarcı formlarının eleştirisi yerindeydi, fakat bunun karşısında nasıl bir form ve devrimci kimlik olması gerektiği hala üzerinde tartışılmayı gerekli kılıyor.

3. Dünya Savaşı koşullarında 1 Mayıs’ın yarattığı devrimci ruha, sosyalist toplum hedefine ve ortak mücadeleye her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var. “Mücadele hem bir fırsat hem de okuldur. Kendimize ilişkin eski kavrayışlarımıza meydan okuyan ve dünyaya ilişkin görüşlerimizi yeniden şekillendiren, mücadelenin bir parçası olanlar dönüşebilir.”[1] Mücadele okulunun öğrencileri olarak dogmatik inançlardan, sonuç almayan yöntem ve stratejilerden kurtulma temelinde 21.yy sosyalizmini inşa etme iddia ve kararlılığı ile “Bijî 1 Gulan”…

[1] %99 için feminizm: Bir Manifesto, Nancy Fraser, Cinzia Arruzza, Tithi Bhattacharya

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.