Duygularımızı politikleştirmek

Zozan SİMA yazdı —

  • Onlara duyulan minnet duygusu ile, düşmana duyulan nefret ve intikam duygusuyla, yurtseverlik ve devrimci sorumluluk duygusuyla bakmalıyız bu direnişe. Bencil, bireyci yaklaşım ve yaşam biçimlerimizden utanç duyarak bakmalıyız.

Duygu politikası üzerine giderek daha fazla tartışma yürütülen bir konu haline geldi. Duygular sömürülebilir, hitap edilebilir, yönlendirilebilir, patlayabilir, zayıf kalabilir yada aşırıya kaçabilirler. Bazen de duygusuzluk olarak değerlendirilen durumlar yaşanır. Modern iktidarın duyguları politikada kullanması ile birlikte duyguların bir direniş alanı haline gelmesi de kaçınılmaz hale geldi. Kadınların erkeklere göre, Ortadoğu toplumunun batıya göre daha duygusal olduğu söylenir. Kimilerince duygusallık kırılganlık ve zayıflıkla özdeşleştirilse de güçlü duyguların kahramanlık eylemlerine, büyük başarılara yol açtığı bilinir. Sanatsal üretimlerde siyasal yetkinlikte de duygular belirleyicidir. 

Ezilen, sömürülen kimlikler, toplulukların duyguları egemenlerin tahribine uğramıştır. Kadınlar açısından en fazla sömürülen duygu sevgidir. Bu öyle bir sömürüdür ki celladının eline bıçağı verecek, boynunu uzatacak kadar savunmasız kılar kadınları. Ezilen halklar için de bu geçerlidir. Konu Kürt toplumu gibi uzun süre sömürgeciliği ve fiziki, kültürel, ekonomik, siyasal kırımı yaşamış bir toplum olduğunda ise ihanetten, celladına sevdalı olmaya kadar geniş bir yelpazede yıkıcı etkileri olmuştur duyguların. 

Duygu dünyamız belki de tarihin hiçbir döneminde bu kadar karmaşa içinde olmadı. Neye, ne kadar üzüleceğimiz, kimi neden, seveceğimiz, kime neden ne kadar kızacağımız, kime minnet duyacağımız, neye karşı sorumlu olacağımıza kadar birçok konuda insanlar artık daha fazla zorlanır halde. Dijital medya platformlarındaki birkaç dakikada öfkelendiğimiz bir açıklamadan, o öfkemizi körelten bir yoruma, sevgi, intikam duygularından, keyifle gülmeye kadar sindirilmeden yaşanan kesik kesik duygular kişiliği dumura uğratır karakterdir. Henüz tam gülememişken, tam hüzünlenememişken, tam öfkelenememişken ona göre bir tutum ve davranışa yönelmeden donup kalınmaktadır. 
Duygunun oluşum duyularla başlasa da insanda hafıza, hatırlama, hayal kurma ile çeşitlenen bir özellik kazanmıştır.

Beynimizde güdü, duygu ve düşünceyi oluşturan bölümleri bir aheng içinde çalışmadığında davranışlarımıza, tepkilerimize dengesizlikler yansır. Çok sevinmişsek, çok üzülmüşsek, çok kızmış bir haldeyken duyularımız körelebilir, gerçeklik duygumuzu yitirebiliriz. Duygusuzca sadece analitik düşünce ile hareket ettiğimizde yine gerçekliğin tüm boyutlarının farkında olamayabiliriz. Hislerimiz, sezgilerimiz körelebilir. Sara Ahmed duyguların ne olduğundan çok ‘duygularla ne yapıldığına, duyguların bizlere neler yaptırdığına’  bakmak gerektiğinin analizinin önemli olduğunu dile getirmiştir. 

Reber Apo ise Kürdistan toplumu özelde de kadınların duygularını politikleştirmesi, toplumsallaştırması, özgürlük değerlerine bağlaması gerektiğini söylemiştir. İnsanı yücelten veya küçülten, özgürleştiren yada köleleştiren duyguların çözümlemesini yapmıştır yıllarca. Kürt toplumunun tepkiselliğinin, sevgisinin, nefretinin yıkıcı yanları kadar onları örgütlediğinde, dönüştürdüğünde, ölçü kazandırdığında ortaya çıkacak sonuçları da ortaya koymuştur.

Çözümlemelerinde aşırıya kaçan duyguları sorguladığı kadar duygusuzluğu da sorgulamıştır. Bir çözümlemesinde şahadetler karşısındaki duyarsızlığı şu sözlerle dile getirtmiştir; Her gün şehitlerimiz var, duymuyorsunuz. Bir çok şey oluyor, duymuyorsunuz. Bu duyarsızlık düzeyinizin bir ölçüsüdür. Çok duygusuzsunuz! Ne olacak bu duyarsızlık veya duygusuzluk? Ne yapacağız? Kaç kişi bana yardımcı olabilir? Unutmuşsunuz duygularınızı, ama ben unutmadım, benim duyarlılığım devam ediyor. Hiçbir ikiyüzlülüğe kapılmadan yapıyorum, bir çok şeyi sineye oturttum. Siz sıvıştınız, köşeye bıraktınız, bu yüzden kişilikleriniz aşındı. Bazı gerçekleri size anlatabilmek için belirtiyorum. Duygusuz insanlar hiçbir şey elde edemezler. Büyük değerler karşısında büyük duygulara ulaşamayanlar, çorak insanlardır. Çorak ve kurumuş kaynaklar oluyor. 

Gerillanın kimyasal silahlara karşı direnişi 50 günü geride bırakırken bu değerlendirme ekseninde kendimizi sorgulamaya ihtiyacımız var. Çünkü kimyasal silahlara karşı direnen gençleri düşünsel analizlerle olduğundan daha fazla duygu ile kavramaya ihtiyacımız var. Onlara duyulan minnet duygusu ile, düşmana duyulan nefret ve intikam duygusuyla, yurtseverlik ve devrimci sorumluluk duygusuyla bakmalıyız bu direnişe. Bencil, bireyci yaklaşım ve yaşam biçimlerimizden utanç duyarak bakmalıyız. Sanat alanı bu duyguları canlandıracak üretimler yapmalı, toplumsal örgütlenme ve eylem bu duygulara dayanmalı. Bu direnişin önünde engel olan duygularımızı söküp atmamız gereken bir keskin zaman dilimindeyiz. Aile, evlat, sevgiliye duyulan sevgimiz dahi olsa buna hizmet etmiyorsa sorgulanmalıdır. 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.