Yaşadığımız siyasi sefaletin kolonları

Sezai TEMELLİ yazdı —

  • Türkiye’nin gerçek anlamda demokratikleşmesi, otoriter sistemden kurtulması, kusurlu demokrasi senaryolarına son vermesi ancak tarihsel, kültürel ve sosyolojik gerçeklik penceresinden bakıldığında yerel demokrasi öncelikli bir sistem anlayışıyla olanaklı olabilir.

Bu sistemin nasıl bir sistem olduğunu anlamak için bu sistemi ayakta tutan kolonlara bakmamız gerekiyor. Kapsamlı bir ‘gözetim-kontrol toplumu’ projesinin yürütücü organları olarak da gördüğümüz bu kolonlar bugünkü faşist sistemi ayakta tutuyor. Bildiğiniz üzere Bentham Panoptikon'u "bir üst aklın, gücü elde etmesinin yeni bir modeli" olarak ifade etmişti.  Panoptikon’u 2018’den bu yana adeta yaşıyoruz. Daha ötesi sistemin şiddeti gözetimle sınırlı kalmıyor, adeta gözümüzü oyuyor. 

Bu kolonların başında MGK geliyor; bugünkü hali 12 Eylül tasarımıdır. Amacı paralel iktidar yapılanması yoluyla devletin hükümeti ve ona bağlı kurumları kontrol ederek toplumu otoriter-disiplinci bir sisteme tabi kılmaktır. Bu açıdan toplum mühendisliği merkezi olarak çalışmaktadır. 

İkinci olarak Savunma Sanayi Başkanlığı gelmekte; militarist sanayi merkezli bir büyüme modelinin teknoloji üssüdür adeta. Ancak otoriter, baskıcı bir sistemde teknoloji bu denli toplum yararı dışına savrulabilir. Teknolojik aklı savaş politikalarının içinde şekillenen bir sistem toplumun kıt ve değerli kaynaklarını insansız araçların, silahların üretimi yoluyla yok etmektedir. Bu yönüyle hem bugün toplumsal barış dinamitlenmekte hem de geleceğimiz insansızlaşmakta…

Üçüncüsü Türkiye Varlık Fonu; finansal sistemin doyumsuz iştahına ülkenin varlıklarını satmanın yeni yöntemi olarak bu iktidar tarafından oluşturdu. Özelleştirmelerle geldiler ve şimdi giderken kamu kaynaklarını topyekûn tasfiyeye dönüşen bir yönteme vardı işin sonu. Nepotizm aslında hiç bu kadar yaygın ve sistematik hale gelmemişti. 

Dördüncüsü İletişim Başkanlığı; aslında resmi ve de sistematik dezenformasyon merkezi. Son Taksim patlaması fazla lafa gerek bırakmıyor. Gerçekler her yerden fışkırırken iktidar dezenformasyona devam ederek yeni bir saldırının gerekçesini oluşturmaya çalışıyor. Son iki haftadır kamuoyunun dezenformasyonla nasıl yönlendirildiğine şahit olmaktayız. İktidarın çeşitli kadroları Taksim patlamasını kapsamlı bir savaş ve işgalin nedeni haline getirmek için canhıraş uğraşıyor. Ancak uydurulan iddialar o denli gerçekdışı ki her gün sapır sapır dökülen bir filmin senaryosunu izlemeye devam ediyoruz. 

Son olarak Diyanet İşleri Başkanlığı; toplumun tüm inanç kesimlerinin eşit yurttaşlık ilkesi içinde bir arada yaşaması adına inançlar üst kurulu olarak yapılandırılması gereken bir kurum olması gerekirdi. Oysa sistemin ideolojik aygıtı olma konusunda birinciliği kimseye bırakmak istemiyor. Bu sistemin fetva ihtiyacı aslında sistemin toplumla olan çatışmasından, meşruluğunu sağlayamamasından kaynaklanıyor. 

Özetle sistemin merkez üssü cumhurbaşkanlığı, sistemin adı da Türk tipi başkanlık sistemi. Bu otoriter şefçi sistemden bu memlekete, halklarımıza, coğrafyaya bir hayır gelmez, gelmiyor da. Neden; çünkü bu anlayışın hâkim olduğu bir yerde demokratikleşmeden bahsedemezsiniz. Demokratikleşmeyi sağlayamadığımız sürece de hiçbir sorunumuzu çözmek mümkün değil. 

Bu sistemin ayakta durması ancak ve ancak gözetim- kontrol devleti aygıtlarıyla bir süreliğine mümkün olabilir ama yıkılması kaçınılmazdır, tarih iktidara bunu ısrarla hatırlatıyor, telaşları ve kötü senaryolar üretmelerinin nedeni aslında gözlerinin önünden gitmeyen bu kaçınılmaz son. Çünkü ısrarla sürdürülmek istenen bu sistem sürekli içe bükülmeyi ve sonucunda da yıkımı getiriyor. Savaş, şiddet, baskı, sömürü, dezenformasyon gibi stratejik tercihler sürdürülebilir değil, olamaz da. 

Türkiye’nin gerçek anlamda demokratikleşmesi, otoriter sistemden kurtulması, kusurlu demokrasi senaryolarına son vermesi ancak tarihsel, kültürel ve sosyolojik gerçeklik penceresinden bakıldığında yerel demokrasi öncelikli bir sistem anlayışıyla olanaklı olabilir. Bu başkanlık veya parlamenter sistem anlayışlarının düellosuyla değil, demokratikleşmenin gereğine bağlı şekillenmesi gereken bir mevzudur.

Çoklu yapısal krizin çözümünün mutlaka artık bölgesel düzeyde ve toplumsal hakikatimizin ışığında aramalıyız. Herkes biliyor ve bunu hafızalarımızdan kazıyamazsınız. Çözüm masasının devrilmesi, Türkiye’yi içinden çıkılmaz bir kriz sarmalına sürükledi. Bu iktidar devirdi,  sorumlusu da bu iktidardır. O günden bugüne yaşanan bu travmatik kısa tarihin de bu faşist iktidarın hesabınıza yazılacağından kimsenin şüphesi olmasın…

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.