Yenilgi değil, devrimci bir kanıttı

Gönül Karagöz ve Esmahan Ekinci

Gönül Karagöz ve Esmahan Ekinci

Bedenimin yarısını hapishanede bıraktım ama asla teslim olmadım

  • “Hayata Dönüş” adı verilen katliam saldırısı sırasında Gönül Karagöz Gebze Cezaevi’ndeydi, Esmahan Ekinci ise Niğde’de. Yıllar sonra ikisinin yolları Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın koridorlarında kesişti.
  • Bugün bastonlarıyla yan yana yürüyen bu iki kadın için yaşamanın kendisi başlı başına bir mücadele. İkisi de o günü bir “yenilgi” olarak değil, devrimcilerin teslim alınamadığının kanıtı olarak tarif ediyor.

ERDOĞAN ALAYUMAT / İSTANBUL

Devletin 19 Aralık 2000’de cezaevlerine saldırısı ve katliamı sırasında farklı cezaevlerinde, farklı örgütlerdeydiler. Bugün bastonlarıyla yan yana yürüyorlar. Gönül Karagöz ve Esmahan Ekinci, yalnızca bir katliamın değil; teslim alınamayan bir direnişin, birlikte ölümü göze alıp hayatı yeniden örgütlemenin tanıkları olarak karşımızda duruyorlar.

Türk cezaevleri tarihine 19 Aralık 2000’de kara bir leke olarak geçen “Hayata Dönüş” adıl verilen katliamlar gerçekleştirildi. Aynı gün, aynı saatlerde 20 cezaevine eş zamanlı  8 jandarma komando taburu, 37 bölük asker, binlerce çevik kuvvet polisi ve gardiyanla düzenlenen saldırıda, 30 tutsak katledildi. Katliama gerekçe olarak F Tipi cezaevlerinde uygulanan tecride karşı başlatılan ölüm orucu eylemleri gösterildi. Saldırı sonrasında ölüm oruçları sona ermedi, aksine yaygınlaştı. Katliamın ardından 41 cezaevinde süren ölüm orucu eylemlerinde 122 kişi hayatını kaybetti, 600’ün üzerinde kişi ise kalıcı fiziksel hasarlarla yaşamaya mahkum edildi.

Biri Gebze, diğeri Niğde’de

Gönül Karagöz, o gün Gebze Cezaevi’ndeydi, Esmahan Ekinci ise Niğde’de. Aynı barikatın farklı uçlarında, aynı saldırının hedefiydiler. Biri ölüm orucunun ardından aylarca yoğun bakımda, bilinci kapalı kaldı; bedeninin yarısını cezaevinde bıraktı. Diğeri Ulucanlar’dan 19 Aralık’a uzanan katliamlar zincirinin içinden geçti; bilinç bulanıklığıyla, yıkılmış bir bedenle ama geri adım atmadan çıktı. İkisi de o günü bir “yenilgi” olarak değil, devrimcilerin teslim alınamadığının kanıtı olarak tarif ediyor.

Ortak yaralarıyla yolları kesişti

Yıllar sonra Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın koridorlarında yolları kesişti. Farklı örgütlerden geliyorlardı ama 19 Aralık’ın açtığı ortak yara, onları “aynı siperin yoldaşları” yaptı. Bugün bastonlarıyla yan yana yürüyen bu iki kadın, barikatlarda birlikte ölümü göze almanın değil; asıl olarak katliamdan sonra yaşamı yeniden kurmanın ne anlama geldiğini anlatıyor.

Defalarca tutuklandı

Esmahan Ekinci, ilk kez 19 yaşında olduğu 1983'te cezaevine girdi. Bir yıl sonra tahliye edildi. 1985’te yeniden tutuklandı, 1991’e kadar cezaevinde kaldı. 1996’da bir kez daha içeri girdi. 2001'de ölüm orucundayken tahliye oldu. Esmahan Ekinci, 19 Aralık 2000 cezaevi katliamından önce Ulucanlar Cezaevi’ndedir. Ulucanlar Katliamı’nı birebir yaşar. Sonrasında Niğde Cezaevi’ne sürgün edilir. Orada da 19 Aralık’ı yaşar. Ekinci, iki katliam arasındaki farkı ise sarsıcı bir cümleyle anlatıyor: “Ulucanlar’dan sonra 19 Aralık bize çok hafif gelmişti.”

Ulucanlar’da gördüğü işkence, Ekinci’nin zihninde daha önce tanık olmadığı görüntüler bırakmış, “Sorulursa eğer benim için en büyük işkence travması Ulucanlardır” diyor. Ekinci’ye Niğde Cezaevi’nden ölüm orucunda olduğu için önce Niğde Devlet Hastanesi’ne, ardından Ankara Numune Hastanesi’ne sevk edilerek zorla müdahale ediliyor. Ardından 2001'de Adli Tıp Kurumu’nun kararıyla tahliye ediliyor.

Yaşam evi ile hayata tutundu

Tahliye edilen ölüm orucu direnişçileri için İstanbul’da bir yaşam evi açılıyor. Tedavi süreci burada başlıyor. Ekinci, İstanbul’da yaşamamasına rağmen bu merkez nedeniyle İstanbul’a geliyor. İyileşme süreci de böyle başlıyor. Yaşam evi, uzun yıllar boyunca, ölüm orucu direnişçilerinin yeniden hayata tutunduğu bir rehabilitasyon alanına dönüştü. “Yaşam evine gelen birçok arkadaş yürüyemez, konuşamaz durumdaydı” diyen Ekinci, sanatçılar, gazeteciler, siyasetçiler, uluslararası kurum temsilcilerinin de geldiğini hatırlatarak, bulundukları mekânın zamanla gerçek anlamda bir “yaşam merkezi”ne dönüştüğünü söylüyor.

Üreterek iyileşmek

Ardından Ankara’da yeni bir yaşam evi kurulmuş. Ankara’daki deneyim, İstanbul’dakinden farklı bir aşamayı temsil ediyordu. Bu kez yalnızca ayakta kalmak değil, üretmek hedefleniyordu. Ekinci, “Artık dışarıdan dayanışmayla ayakta kalmak yerine, kendi ürettiklerimizle yaşama katıldığımız bir sürecin içine girdik” diye özetliyor. Aktif bir emek ilişkisi kurduklarını belirten Ekinci, o dönemi şöyle tarif ediyor: “Yaşam evi, kendi kazancıyla ayakta durdu. Bu, yalnızca ekonomik bir tercih değil; bağımsızlığın ve onurun yeniden kurulmasıydı.”

Baston onun için özgürlük

Peki bunca direnişten, bunca yıkımdan sonra yeniden yaşamak zor muydu? Ekinci bu soruya temkinli yaklaşıyor. “Yeniden yaşamak değil” diyor ve ekliyor: “Kaldığım yerden devam etmeye çalışıyordum. Hayat değişmişti ama yönünü kaybetmemişti. Yarım kalan işlerin tamamlanması gerekiyordu.”

Esmahan Ekinci, bugün tek başına, baston yardımıyla her yere gidebiliyor. Baston, bazı arkadaşları için bir fobi ama onun için özgürlük anlamına geliyor. “Bastondan gayet memnunum” diyor. Kimseden yardım almadan yürüyebilmenin rahatlığı var bunda. Yağmurda, çamurda bastonuyla rahatça ilerliyor. “Ben seviyorum bastonu” diyor; sanki yılların direncini tek bir cümlede toplar gibi.

Zorlu bir iyileşme süreci

Gönül Karagöz, devrimci mücadeleyle 1994'te tanışır. 1997’de “Gaye” adı verilen operasyonla gözaltına alınır ve 15 gün süren gözaltının ardından tutuklanır. 4,5 yıl cezaevinde kalan Karagöz, 2000'de başlayan ölüm orucu direnişine katılanlar arasındadır. Kendisine yapılan zorla müdahale, yaşamında geri dönüşü olmayan bir kırılma yarattı. Karagöz, günlerce bilinci kapalı şekilde yoğun bakımda kaldı ve Haziran 2001'de tahliye edildi.

Tahliye, özgürlüğün değil; uzun ve zorlu bir iyileşme sürecinin başlangıcı olur Karagöz için. Günlerce yoğun bakımda, bilinci kapalı halde kalır. 6 ay boyunca da yatakta kalır. “Tahliye olduğumda hem bilinç bulanıklığı vardı hem de vücudumu kullanamıyordum” diyor. Sonra yavaş yavaş toparlanma başlar, ardından fizik tedavi süreci. Gönül Karagöz, bu süreci bir yenilgi olarak görmüyor. Aksine, o gün de bugün de aynı yerde duruyor: “Kaybettiğimizi düşünmüyorum. O dönemde kazandığımızı söylüyordum, bugün de bir kazanım olduğunu düşünüyorum.”

Asla teslim olmadım

“Ben bedenimin yarısını hapishanede bıraktım ama asla teslim olmadım” diyen Karagöz için bu cümle, bir metafor değil; yaşanmışlığın kendisi. Katliamdan sonra ilk yapılması gerekenin yaşananı kabullenmek olduğunu söylüyor. “Sonuçta bir savaştayız” diyor. Girdiği savaşta vücut bütünlüğünü kaybetti ama mesele burada bitmiyordu. Sonrasında yaşamın dışında kalmak yerine, yaşamı yeniden yakalayıp devam etmek zorunda olduğunun farkında. Okumak, konuşmak, tekrar etmek… Bedende açılan tahribatları gidermenin yolu buydu. “Bazı şeyleri sürekli tekrar ederek kendini yeniden üretmeye yönelmek zorundasın” diye ekliyor.

Tedavi ve örgütlü yaşam

Karagöz, hem fizik tedavi hem de psikolojik destek için Türkiye İnsan Hakları Vakfı’na (TİHV) gider. Uzun süre devam eden bu tedavi sürecinin hayatında belirleyici bir etkisi olur. Dışarıdaki arkadaşlarıyla yeniden görüşmeye başlar. Karagöz, “Hem yaşamın dışında hem de mücadelenin dışında kalmamak için yeniden kendimi örgütlemeye başladım” diye özetliyor.

O günlerde çift gören, konuşamadığını anlatan Karagöz’ün konuşması tam olarak düzelmiş değil ama okumaya başladıktan sonra çift görme sorunu yavaş yavaş azaldığını, bir süre sonra tamamen geçtiğini anlatıyor.

Ayrı cezaevlerinin aynı barikatı

Gönül Karagöz ile Esmahan Ekinci’nin yolu TİHV’de kesişir. “Aynı hapishanede olmasak bile ilk önce siper yoldaşıyız” diyor Karagöz. Onları bir araya getiren şey de buydu. Karagöz, “Ayrı hapishanelerde olsak bile birlikte barikatta dövüştük. Kimyasal gazlara karşı birlikte maske yaptık, birlikte direndik. Bunu farazi olarak söylemiyorum. Barikat başında kimsenin kimliğini, ideolojisini sormazsın. Düşmana karşı tek bir vücut olmak zorundasın” ifadelerini kullanıyor.

Hayatın içinde sessiz yoldaşlık

Gönül Karagöz, Esmahan Ekinci ile aynı şeyleri yaşadıkları için aralarındaki bağın gelişmesinin zor olmadığını vurguluyor ve ekliyor: “Bizimkisi gündelik hayatta küçük gibi görünen ama büyük anlamlar taşıyan anlar. Örneğin sokakta hızlı gelen bir araba olduğunda Esmahan beni kenara çeker ve kendini öne atar. Bu dışarıdan basit görünebilir ama ölümü paylaşan iki kişi için çok derin anlamları var.”

Birbirleri için canlarını vereceklerini biliyorlar. Otobüste yer vermek, bir tökezlemede kolundan tutmak… Karagöz için bunlar basit jestler değil; hayata birlikte tutunmanın işaretleri. Karagöz, “Biz hem yoldaş, hem siper yoldaşı, hem de hayat yoldaşıyız” diyerek aralarındaki ilişkiyi tarif ediyor.

Yaşamın kendisi bir mücadele

Onlar için yaşamanın kendisi bir mücadele. Taksim Meydanı ile İHD arası 10 dakika ama başta iki saatte gidiyorlardı. Şimdi yarım saatte. “Belki ileride bu süre daha da düşecek” diyor Karagöz ama bunun kendiliğinden olmadığını vurguluyor. Her hafta İHD’de beden farkındalık dersleri alıyorlar. Bedenlerini, hayatlarını yeniden örgütlüyorlar. Barikat başlarında ölmenin zor olmadığını belirten Karagöz, “Direnişin doğal seyrinde bu var” diyerek, zor olanın, ondan sonra hayatı yeniden kurmak olduğunu söylüyor. Yürüyemediğin, konuşamadığın bir bedende yaşamı yeniden örgütlemenin neredeyse imkansızlığına işaret eden Karagöz, şunun altını çiziyor: “Ama devrimciyim diyorsan hiçbir şey imkansız değil.”

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.