Gecemizin ve gündüzümüzün yıldızı Berfîn
Kadın Haberleri —

Berfîn Nûrhaq
Berfîn dağları çok sevdi. Naylon şaşallardaki çayla ısıttı içini
- Şafak sökene kadar izlesem doymam dediği közün ateşinde harmanlanan yoldaş sohbetlerini ab-ı hayat sayıp yudumladı. “Ayağına batan dikenler aradığın gülün habercisidir” diye baktı karşısına çıkan her engele.
- Öyle çok ki ülkemizin yıldızları… Birbirlerine gölge etmeden, eritmeden, aynılaştırmadan ama bir olarak yürüdüler; yüreklerini, duygularını, akıllarını birleştirdikçe güçlendiler, güzelleştiler. Gece güne dursa da rehberimiz olacak her biri, gün yıldızları da var biliyoruz.
İLKE JİYAN
“Gün yıldızının ışığı vurur
Su dalgasına
Dalarım suyun berraklığına
Gözlerim kalemim olur
Yazarım suyun dalgasına
Rüzgâr büyütür dalgayı
Akar geçer abc’ler
Gece yıldızının ışıltısında… (Berfîn Nûrhaq)
Bazen gökyüzüne baktığınızda yıldızları saymak ya da bir tanesini seçmek istersiniz. “Yol gösterenim, uğurum, sığınağım olsun” dersiniz. Başlangıçta mümkün gibi görünse de çoğaldıkça ayırt etmek zorlaşır, her birinin diğerini kıskandırırcasına saçtığı ışıklar gözünüzü alır. Ve sonra anlarsınız ki, kör karanlığı yırtan aydınlık onların yan yana durmasındandır.
Öyle çok ki ülkemizin yıldızları, yitirdikçe çoğaldı, yeri göğü kapladı. Her biri ışığıyla hayatımızı aydınlatıyor, her biri yol gösterici. Hangi birini anlatsak bilemiyoruz. Anlatmak istesek de hep bir eksiklik duygusu. Ne güzel demiş Berfîn Nûrhaq şiirinde, “Gözlerim kalemim olur” diye. Bazen dilin dönmediği yerde, kelimelerin tercüman olmaya yetmediği anda gözler kalem olur. Yüreğe yazılır yaşanan, hissedilen. O’nu ancak aynı içtenliğe, duygudaşlığa, birbirinizin gözlerinin içine bakma cesaretine sahipseniz, karşınızdakini gerçekten anlayabilirseniz okuyabilirsiniz.
Şimdi benim de kalemim gözlerimin önünde canlanan anılar, yüreğime aldıklarım, hafızamda yer edinenler. Onlara sığınıyorum; rüzgâr büyütüyor dalgayı ve ben bir deniz melteminde dağ kokusuna tutulduğumuz o kente gidiyorum…
Başlangıç: Yosun Kokulu Kent
Çanakkale. Bizim tabirimizle ‘Yosun Kokulu Kent.’ Yeşille mavinin buluştuğu o küçük şehre adım attığımızda hayatlarımızın kesişeceğinden, “bitimsiz bir yol”a koyulacağımızdan habersizdik elbet.
1996 Aralık ayındayız. Bir grup öğrenci bir evde toplanmışız. Bildiğiniz öğrenci evi. Ortada bir kilim, duvar kenarlarında ince süngerlerden yapılmış yer döşekleri, Kredi Yurtlar Kurumu’ndan ‘kamulaştırılmış’ nevresimlerden dikilmiş kılıflarıyla yastıklar… Görünürde her zamanki gibi bir araya gelmişiz. Ama menümüz bile bizi ele veriyor, makarna ve bulgura talim değil yani. Bir kutlama havası var. Halaylar çekiyoruz. Ayaklarımız öyle yerden kesilmiş Newroz ateşinin üstünden atlıyor gibiyiz. Öyle neşeli, öyle farklıyız ki o anda içeri biri girse anlayacak sırrımızı. Çakmak çakmak olmuş gözlerimize baksa geleceği aydınlatan o ışığı fark edecek. Herkes dışarıda bir yılın muhasebesini yaparken biz hayatımızı sorguluyoruz.
Zemheri değil bahar
Şairin dediği gibi “takvimler belirlemez değişimin mevsimlerini.” İşte biz de tam yeni hayata adım atacağımız o eşikteydik, zemheri değil tam bir bahar, uyanış mevsimiydi bizim için. Sırrımız buydu. İlk karar verenlerimizdendi Xanê. Yurtsever gençlik ortamında en önde olduğu gibi. Hatırlıyorum, okulda faşistlerle bir kavgada onların ‘reisleriyle’ burun buruna gelmiş -daha doğrusu boyu ondan, onlardan kısa olsa da dimdik karşılarına dikilmiş- gücü erkeklikte gören o faşistler, erkek arkadaşları “neden kadınların arkasına gizleniyorsunuz” diye tahrik etmeye çalışmışlardı. Daha o günlerde vermişti bu zihniyete dersini. Daha o günlerde cesur, yoldaşlarına siper olandı, kavgaya en önde atılan, mütevazi bir öncüydü.
Sürgünde büyümüş olsa da köklerinden hiç kopmamış, hiç bozulmamış, hiç özüne yabancılaşmamıştı. O dönemdeki Xanê’yi tarifle derseniz, 30 yıl sonra bugün de tanımlayacağım sözden bir farkı yok inanın; giyiminden duruşuna, yaşamından sözüne birbirini tamamlayan bir sadelik.
İsmiyle özdeşti Berfîn
Gerillada her isim biraz da kişiyle özdeştir, özdeşleşir. Ailesinin Xanê’si belki de bu yüzden Berfîn adını aldı. Karın beyazlığı içinde baharı müjdeleyen berfînler gibiydi öyle temiz, öyle sade, umutlu; berfînler gibiydi öyle narin ama direngen…
Bir yanıyla çok olgun, bir ana koruyuculuğuna, şefkatine sahip, diğer yandan çocuk saflığını yitirmemiş biriydi Berfîn. Şaho’da bir kış günü çıplak arazide kaldıklarında soğuktan donmamak için örgütsel defterlerini yakmak zorunda kalmalarını esprilerle anlatırdı. Bazen yan yana geldiğimizde okul günlerinde hiçbirimizin hatırında kalmayacak en sıradan bir günü de aynı tebessümle. “Berfîn allah aşkına onu nasıl hatırlıyorsun?” dediğimde daha da ayrıntılandırırdı balık hafızamı yüzüme vururcasına.
Duyguların tercümanı şiir
Hayatın tüm detaylarının bir karşılığı vardı yani Berfîn’de. Bazen neşeyle, bazen çocuksu bir merakla, arayışla, bazen hüzünle, bazen sessiz ama derin bir sevgiyle…
Berfîn duygularını, yaşadıklarını uzun uzadıya konuşarak anlatmayı seçenlerden değildi. Duygularının tercümanı şiirdi.
“Gerilla yaşamının güzelliklerini öğrendiğim öğretmenimdi” dediği ilk manga komutanı Medya Pîran’ın şehadetinden sonra şu satırlar dökülmüştü kaleminden:
“Ne ana kucağındaki uykuya benzer,
Ne de sevgilinin kucağında,
Bir başkadır
Yoldaş kucağında uyumak,
Dağlarımda…”
Bazen alın teriydi kaleminden mısralara dökülen. Dağdaki ilk günlerinde “Kürtçe hissettim ve yazdım” diyerek yazdığı şiir yürüyeceği yolun özetiydi aslında:
“Xwîn, xwêdan, hesirê çavan.
Bû derya her sê dilop.
Em wisa digihêjin evîna welat…’’
Bazen bir taş, bazen bir duvardı şiirinin konusu. Duvarda asılı şehit fotoğraflarına baktığında nasıl düğüm düğüm olmuşsa boğazında sözcükler, şu dört satırlık şiir sizi de ortak edecek kadar yoğun yaşatır o duyguyu:
“Takılı kaldı
Gözlerim
Ve yüreğim karşımdaki duvara
Viyan ve Nucan arkadaşın sadelikleri alıp beni götürdüğünde…”
İki ülke parçası, iki sevda
Berfîn dağları çok sevdi. Naylon şaşallardaki çayla ısıttı içini.
Şafak sökene kadar izlesem doymam dediği közün ateşinde harmanlanan yoldaş sohbetlerini ab-ı hayat sayıp yudumladı.
Zorluklardan yılmak ne kelime. “Ayağına batan dikenler aradığın gülün habercisidir” diye baktı karşısına çıkan her engele. Umudu yeni ufuklara taşımak gerektiğinde tereddütsüz yola düşendi Berfîn. Gerillacılığındaki iki dönüm noktasının Şaho ve Şengal gibi iki yeni alan olması bu nedenle tesadüf değildi. Asla kolay olanı, hazır olanı tercih etmedi. Katılırken nasıl başlangıcı o yapmışsa, devrimcilik hayatı boyunca da öyle olmanın arayışındaydı. Devrimcilik biraz da buydu. Kendi deyimiyle “Başlatma cesaretini gösterip adım atmak…”
Bu iki yer, Şaho ve Şengal deyim yerindeyse sevdayı pay edeceklerdi.
“Karı delen kardelenler gibi
Yar’ı delen yar oldum Şaho’da
Yar’ı aşan yoldaş oldum.
Yoldaşı aradım Şaho’nun rüzgarında.”
Zorluğun, emeğin sabrın zirvelerinde
Zorlukları göğüsleyecek, bu zorluklar içerisinde güzelliği arayacak, bulacak, yaratacak kadar yüreğine aldı Şaho’yu. Günlüğündeki sözleriyle, “zorluğun, kavganın, emeğin, sabrın, sevginin, yoldaşlığın zirvesini” yaşadı Şaho’da. “Artık hem Nûrhaqlıyım hem Şaholu” diyecek kadar oraya ait hissetti kendisini.
En sevdiği yoldaşlarını kaybetti kalbinin doğusunda. Jiyan’ı, Sarya Onur’u, Ronahi Deniz’i, Baran’ı, Berçem’i ve daha nicesini. Yitirdikleri daha fazla bağladı O’nu Şaho’ya, Rojhilat’a….
Ve Şengal. Yine bir başlangıç ama bu kez belki de daha zoru. Êzîdî halkının yaralarını sarmak, aynı zamanda savaşmak. Ama aynı zamanda umudu yaratmak. Hepsini de yine büyük bir emekle, büyük bir sabırla, büyük bir sevgiyle yaptı Berfîn. Gün geldi çadır kamplarda çocuklara çorap dağıttı. Gün geldi pirket taşlardan duvar ördü. Gün geldi yoldaşlarının parçalarını topladı savaş mevzilerinden…
Şengalli kadınların yüzlerine yerleşen gülüşler bir daha eksilmesin, aydınlanan dünyaları bir daha kararmasın, kendilerini eğitip savunsunlar da aynı acılarla sınanmasınlar diye akademi kurdu. “Örgütleneceğiz, savaşacağız ve bir fermana daha izin vermeyeceğiz” sözlerinden daha büyük mutluluk yoktu O’nun için. Berfîn’in gözünde Şengal sokakları yakılmış, yıkılmış evlerden avlulardan ibaret olmadı hiç. Viranenin ortasında çiçek açan portakal ağacını görecek kadar iç güzelliğe sahipti Berfîn.
Romanlara konu hayatlar
Bir devrimcinin, bir gerillanın en büyük varlığı anılarının çokluğudur. En büyük zenginliğidir. Berfîn de öyle zengin, varlığı ile yoldaşlarının dünyasını, yüreğini dolduran, herkesin hevali olmayı başarmış bir komutan, bir devrimci, güzel bir kadındı. Bir kere olsun sesini yükselttiğini, birini incittiğini görmedi kimse. Bir kere of demedi, bir ah işitmedi arkadaşları. Metîna’dan, Zagroslara, Kandil’den Şaho’ya, Şengal’den Gare’ye hep güzellikler, sevgi dolu yoldaşlıklar biriktirdi. Dağlardaki 24 yılında her bir anı, paha biçilmez bir zenginlik gördü, anılarla doldurdu heybesini. Anlatacak çok hikayesi var. Dediği gibi belki bunların çoğunu yüreğine yazdı. Ama Şengal’i ve Şaho’yu yazmak, zirvesinde yaşadığı her şeyi aktarmak istiyordu. Hatta Yosun Kokulu Kent’ten o bitimsiz yola düşenlerin hikayesini de. Şehit Azê Malazgirt ve Berfîn Nûrhaq, ikisi de o grubun hikayesini romanlaştırmak istiyorlardı. Çünkü emindiler okuyan herkes kendisinden bir parça bulacaktı orada. O hikâye, dağların rüzgarına tutunmak isteyen herkesin hikayesiydi. Belki o romanı yazamadılar. Ama o gruptan hakikatin sırrına erenler; Azê Malazgirt, Berfîn Nûrhaq, Ferhan Agiri (Gökhan Erhan), İsa Dersim (Erol Bul) romanlara konu olacak kadar destansı yaşadılar.
Zamanın döngüsüne hep mi sadık kalır hayat bilmiyorum. Emine Erciyes’in doğum gününün hemen arifesinde, 13 kişiyle yollara düşen Azê’nin 13 yoldaşıyla ölümsüzleşmesi gibi, Berfîn de Aralık ayında çıktığı bu yolda Aralık ayında şehitler kervanına katıldı.
Öyle çok ki ülkemizin yıldızları, hangi birini anlatsak bilmiyoruz. Anlatabiliyor muyuz, onu da bilmiyoruz. Eksiklik duygusu hiç eksilmiyor. Yüreğe yazılanların binde biri söze dökülüyor. Kimi zaman ne benzer kelimeler kullanmışım onları tarif ederken diyorum kendi kendime. Sonra anlıyorum ki hem çok farklıydılar hem de benzer. Birbirlerine gölge etmeden, eritmeden, aynılaştırmadan ama bir olarak yürüdüler; yüreklerini, duygularını, akıllarını birleştirdikçe güçlendiler, güzelleştiler. Tıpkı yıldızlar gibi. Yıldızların her birinin ayrı rengi varmış. Kiminin mavi kiminin kırmızı. Ama gökyüzünde yan yana geldiklerinde aynı ışıltıyı saçarlarmış. Şimdi biz o göğün altında ışığınıza sığınıyoruz, yine de saymak istiyoruz yıldızları hiçbirini atlamadan. Gece güne dursa da rehberimiz olacak her biri, gün yıldızları da var biliyoruz.










