Milyonların geleceği masada
Dosya Haberleri —

Asgari ücret
- Açlık sınırının 30 bin, yoksulluk sınırının 90 bin lirayı aştığı ülkede 22 bin TL olan asgari ücret için yüzde 30 bandında bir iyileşmeden bahsedilirken DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu, “Madem ekonomimiz ile övünüyoruz, asgari ücretin milli gelire endeksli olarak belirlenmesi gerekir. Asıl meselemiz Türkiye’yi bir asgari ücretliler ülkesi olmaktan çıkarmak” dedi.
- DİSK olarak, Kürt sorununda her zaman barıştan, kardeşlikten ve eşitlikten yana olduklarını kaydeden Çerkezoğlu, "Kürt sorununun çözümsüz kalması, hem işçilerin birliği hem bütçenin kullanımı hem de demokrasinin güvenlik gerekçeleriyle tahrip edilmesi nedeniyle işçi sınıfı aleyhine sonuçlar doğurmaktadır" ifadelerini kullandı.
- "Barış, yalnızca silahların susması değil, insanca yaşam koşullarının sağlanmasıdır" diyen Çerkezoğlu, "Örgütlenme özgürlüğünün, sendikal hakların, toplu pazarlık süreçlerinin, iş güvencesinin güvence altına alındığı demokratik bir toplumsal düzen, barışın en sağlam temelidir. Çünkü eşitlik ve adalet yoksa toplumsal barış da kırılgan olur" dedi.
ERDOĞAN ALAYUMAT
Milyonlarca çalışanın geleceğini belirleyecek 2026 asgari ücret görüşmeleri geçtiğimiz hafta gerçekleşti. İkinci toplantı 18 Aralık’ta gerçekleşecek. Yıl sonuna kadar da asgari ücretin kesinleşmesi bekleniyor. Şu anki net asgari ücret 22 bin TL civarı. Açlık sınırının 30 bin, yoksulluk sınırının 90 bin lirayı aştığı ülkede asgari ücret için yüzde 30 bandında bir iyileşmeden bahsediliyor. Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nun yapısı nedeniyle masada yer almayan Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun (DİSK) Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu, markette, pazarda, faturalarda hissedilen gerçek enflasyonun işçilerin alım gücünü her gün biraz daha erittiğini belirtti. DİSK-AR’ın hazırladığı “2026 Asgari Ücret Araştırması” raporunda asgari ücretlinin enflasyon karşısındaki kaybının 50 bin TL’den fazla olduğu belirtildi. Arzu Çerkezoğlu ile Türkiye’nin “asgari ücretliler ülkesi” olmaktan nasıl çıkacağı, sendikal hareketlerin barış sürecine yaklaşımı, çatışmalı atmosferin ücret politikasına etkileri gibi birçok başlığı konuştuk.
2026 asgari ücretinin belirlenme sürecini, iktidarın ekonomi politikaları açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bugün asgari ücret meselesi bir bölüşüm ve demokrasi meselesidir. İktidarın politikaları bölüşüm krizini derinleştirmekte; işçilerden patronlara, dar gelirlilerden sermayeye, yoksullardan zenginlere sistemli bir kaynak aktarımı hedeflenmektedir. İşveren ve hükümet temsilcilerinin bir masa etrafında oturarak milyonların yaşamına dair tek taraflı kararlar alması ise başlı başına bir demokrasi sorunudur. Artık bir ortalama ücret haline gelen asgari ücret, yalnızca asgari ücretle çalışanları değil, emeğiyle geçinen herkesin gelirini ve yaşam koşullarını belirliyor. Bu nedenle asgari ücretin belirlenme süreci, aslında devletin toplumla yaptığı en büyük toplu sözleşmedir. Bugün topluma, iktidar ve hükümet imzalı bir sözleşmeye razı gelmesi dayatılmaktadır.
İktidar, “hedeflenen enflasyon” oranında ücret artışıyla enflasyonu değil, ücretleri baskılıyor. Bu tercihlerin işçileri ve emekçileri yoksullaştıracağı da biliniyor ancak bu politika bilinçli olarak tercih ediliyor. Yüksek enflasyon karşısında yaşanan kayıplar telafi edilmezken, ücretler enflasyona ezdiriliyor; yıllardır tutturulamayan hedef enflasyon oranı üzerinden yapılan artışlarla alım gücü daha da düşürülüyor. Asgari ücretten önce kamudaki toplu sözleşme süreçleri de bu yaklaşımı açık biçimde ortaya koydu. Ücretten vergiye kadar tüm politikalarda amaç, bizlerden alınanın sermayeye, zenginlere ve bankalara aktarılmasının sürekliliğini sağlamak. Bu durum teknik bir hata ya da iş bilmezlik değil; ülkeyi yöneten siyasi iktidarın bilinçli politikalarının sonucudur. Türkiye’nin temel meselesi, bu ülkenin tüm değerlerini üreten milyonların geçim derdidir. Geçim sorunu bir tercih sorunudur; bir bölüşüm, adalet ve demokrasi sorunudur. Asgari ücret ise bu mücadele başlıklarının tamamının kesişim noktasında durmaktadır.
Açlık sınırının 30 bin liraya dayandığı, yoksulluk sınırının 97 bin lirayı aştığı; işçilerin yarısının asgari ücret civarında çalıştığı ve asgari ücretin fiilen ülkenin ortalama ücretine dönüştüğü bir tabloda, DİSK’in “insanca yaşam için ücret” eşiği nedir?
2024’te yıl sonu resmi enflasyonu yaklaşık yüzde 45 olarak açıklanmasına rağmen asgari ücrete “hedef enflasyon” doğrultusunda yüzde 30 zam yapıldı. Oradan zaten bir yüzde 15 alacak var. Bu kaybın üstüne, yüksek enflasyonun devam etmesiyle 2025 boyunca yeni kayıplar eklendi ve bu kayıp 7 bin lirayı aşıyor. Dolayısıyla 2026 asgari ücreti belirlenirken öncelikle bu kayıpların giderilmesi şart.
DİSK olarak asgari ücretin tespitinde olmazsa olmaz kuralları ifade ettik. Bunlardan ilki, asgari ücretin, uluslararası standartlara ve sözleşmelere uygun olarak, sadece işçinin kendisi için değil, bakmakla yükümlü olduğu kişilerin de geçinebileceği bir ücret olarak hesaplanması gerektiğidir. Oysa maalesef hala asgari ücret tespitinde hesaplama tek kişi üzerinden yapılıyor.
Diğer önemli şartımız ise, işçilerin büyümeden pay almasıdır. Asgari ücret, sadece enflasyona, resmi enflasyona, daha da kötüsü hedeflenen enflasyona göre değil ülke ekonomisindeki büyümeye oranla toplu pazarlıkla saptanmalıdır. Bu sene bu konuda somut bir öneri de sunduk. “Asgari ücret, Kişi Başına Gayri Safi Yurt İçi Hasıla’nın (GSYH) belirli bir oranından (örneğin yüzde 60’ından) düşük belirlenmemelidir” dedik. Madem ülke büyüyor, madem ekonomimiz ile övünüyoruz, asgari ücretin milli gelire endeksli olarak belirlenmesi gerekmektedir.
Türkiye’yi “asgari ücretliler ülkesi” olmaktan çıkarmanın yolu hangi yapısal değişikliklerden geçiyor?
Asgari ücret, ülkemizde istisnai bir ücret değildir ve asgari ücret civarında çalışanların kapsamı çok yüksektir. Bugün asıl meselemiz Türkiye’yi bir asgari ücretliler ülkesi olmaktan kurtarmak olmalıdır. Bunun da bir tane yolu vardır: Sendikalaşmanın ve toplu pazarlık kapsamının artırılmasıdır. Sendikanın olduğu yerde asgari ücret olmaz. Geçtiğimiz günlerde açıkladığımız “Asgari Ücret Araştırması” raporumuzda da verileriyle gösterdik. Türkiye’de toplu iş sözleşmesi kapsamındaki işçilerin sosyal haklarla birlikte aylık ortalama brüt kazancı, toplu iş sözleşmesi kapsamında olmayan işçilerin yüzde 54’ünün üzerindedir. Bu veri bize asgari ücret cenderesinden çıkışın yolunu göstermektedir. Milyonların asgari ücrete mahkum edilmemesi için sendikalı olmanın, sendikalaşmanın ve grev başta olmak üzere sendikal hakların kullanımının önündeki tüm engellerin ve barajların kaldırılması ve toplu pazarlık kapsamının genişletilmesi gerekmektedir.
Türkiye’de yıllardır devam eden savaş ve ‘güvenlik’ politikaları, bütçede sosyal harcamalar aleyhine devasa bir yük oluşturuyor. Savunma ve güvenlik kalemleri rekor seviyelere çıkarken, emekçilerin payına ise düşük bir asgari ücret düşüyor. Çatışma politikalarının sürmesi, asgari ücretin belirlenmesini ve genel ücret rejimini nasıl etkiliyor?
İşçi sendikaları tüm dünyada barışı ve kardeşliği savunur. Çünkü savaşların, çatışmaların bedelini en fazla işçi sınıfı öder. Silah tüccarlarının ve emperyalistlerin kazandıklarının bedeli, işçilerin canıyla, kanıyla ve ürettikleri değerlerle ödenir. Bu yüzden işçi sınıfının çıkarları ve ahlakı her zaman barıştan yana olmayı gerektirir. Bir başka önemli mesele de işçilerin birliği meselesidir. Savaşlar ve çatışmalar aynı işyerinde, montaj hattında, tezgahta sömürüye maruz bırakılan işçilerin birliğini önlemek, onlar arasında bir düşmanlık yaratmak için de kullanılır. Bu nedenle işçilerin birliğini sağlamak için halkların kardeşliğini savunmak şarttır. İşçilerin hakları ancak bu birliğin güçlendirilmesi ile ileriye taşınabilir. Dolayısıyla çatışmaların, savaşların sona ermesi elbette daha olumlu bir etki yaratacaktır.
Yüz yıldır çözülemeyen Kürt sorununun yarattığı siyasal tıkanma, hem bütçe önceliklerini hem de toplumsal refahı belirliyor. DİSK’e göre Kürt sorunundaki çözümsüzlüğün, asgari ücretin sürekli ‘sefalet düzeyinde’ kalmasına etkisi nedir?
Kürt sorununun çözümsüz kalması, hem işçilerin birliği hem bütçenin kullanımı hem de demokrasinin güvenlik gerekçeleriyle tahrip edilmesi nedeniyle işçi sınıfı aleyhine sonuçlar doğurmaktadır. Bu nedenle biz DİSK olarak, uzun yıllardır ülkemizin en temel sorunlarından biri olan Kürt sorununda her zaman barıştan, kardeşlikten ve eşitlikten yana olduk. Tüm sorunların demokrasi yoluyla çözülebileceğine inanıyoruz. Bu temelde, emek mücadelesi ile demokrasi mücadelesini birbirinden ayrı görmüyor; emeğin ve demokrasinin aynı mücadele sahasında birleşmesi gerektiğini vurguluyoruz.
Ancak bu tablo karşısında emek örgütlerinin çoğu zaman temkinli, hatta kimi dönemlerde sessiz kaldığı da eleştiri konusu. Emek örgütlerinin bu tarihsel çekingenliğini nasıl değerlendiriyorsunuz ve barış talebinin gerçek bir sınıf meselesi olarak sahiplenilmesi için nasıl bir dönüşüm gerektiğini düşünüyorsunuz?
DİSK, barışı, kardeşliği, demokrasiyi, işçilerin en temel haklarını korumanın ve geliştirmenin güvencesi, bir “sınıf meselesi” olarak gördüğü için kendisine bu bilinçle yön veriyor. Dolayısıyla kendimizi barış konusunda çekingen görmüyoruz. En zor anlarda barışı savunduk ve savunmaya da devam edeceğiz. Biz bir emek örgütü olarak tüm meselelere öncelikle emek cephesinden bakmak durumundayız. TBMM’deki komisyonda da bunu ifade ettik: Barış, yalnızca silahların susması değil, insanca yaşam koşullarının sağlanmasıdır. Örgütlenme özgürlüğünün, sendikal hakların, toplu pazarlık süreçlerinin, iş güvencesinin güvence altına alındığı demokratik bir toplumsal düzen, barışın en sağlam temelidir. Çünkü eşitlik ve adalet yoksa, güvencesizlik ve yoksulluk derinleştiğinde, toplumsal barış da kırılgan olacaktır.
Peki sendikalar, barış sürecine neden daha güçlü ve açık bir tutumla müdahil olamıyor; bu eksikliğin işçi sınıfı açısından yaratacağı sonuçları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Biz kendi barış yaklaşımımızı ifade ettik, ediyoruz. Komisyon da dahil her platformda dile getirdiğimiz barış yaklaşımımız ile diğer aktörlerin yaklaşımları arasında elbette farklılıklar olacaktır. Türkiye’de devam eden sürece DİSK en başından beri katkı vermektedir ve verdiği katkıyı açık biçimde kamuoyuna duyurmaktadır. Büyük oranda işçileşmiş bir toplumda, işçi sınıfını toplumsal ve politik özne olmaktan çıkarmaya yönelik politikaları yenilgiye uğratmak; sadece bu süreçte değil hayatın her alanında işçi sınıfının söz ve karar sahibi olmasını sağlamak en temel meselemizdir. İşçileşmiş bir toplumda gerçek bir demokrasinin de barışın da inşası ancak işçi sınıfının aktif katılımı ile mümkündür. Bunu gerçek hale getirmek bizlerin görevidir.
İşçi hareketi, demokratik tıkanmalar ve hak ihlalleri karşısında hangi sorumlulukları üstlenmeli? Toplumsal desteği güçlendirmek ve demokratik çözüm sürecine katkı sağlamak için nasıl bir yol izlemeli?
DİSK olarak, uzun yıllardır ülkemizin en temel sorunları konusunda her zaman eşitlik, adalet, özgürlük, barış ve kardeşlik temelinde tutum aldık. Tüm sorunların demokrasi yoluyla çözülebileceğine inanıyoruz. Demokrasi, tüm sorunların çözümünün, işçi haklarının korunmasının ve geliştirilmesinin öncelikli şartıdır. Demokrasinin en asgari koşulu, seçme ve seçilme hakkına saygıdır; diğer koşulları ise çoğulculuğa saygı, ifade özgürlüğü, örgütlü toplum ve bağımsız yargıdır. İçinden geçtiğimiz süreçte bu başlıklarda karşı karşıya kaldığımız sorunlar ortada. Biz bu noktada üzerimize düşen sorumluluğu yerine getiriyor ve üyelerimiz başta olmak üzere tüm işçi sınıfına barışın, işçi sınıfı için önemini anlatıyoruz. Bu anlayışla TBMM’deki komisyon toplantılarına katılarak, bu komisyonun toplumsal karşılığının da oluşturulması gerektiğinin ısrarla altını çizdik. Bu toplumsal karşılığı oluşturmak için ilk adım olarak yargı bağımsızlığına, temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınmasına dair yapılabilecekleri örnekleriyle ifade ettik. Ülkeyi yönetenlerin mahkeme kararlarına uyması gibi örnekler vererek toplumsal desteği sağlamanın en asgari ve en kolay hayata geçirilebilecek şartlarını anlattık. Süreçteki tüm tıkanıklıklar ancak böyle aşılabilir.
DİSK’in yıllardır kullandığı bir sloganı var: Demokrasi işçinin ekmeğidir. Yıllardır her eylemde, etkinlikte, eğitimde, Genel Kurul belgelerimizde demokrasi olmadan işçilerin haklarının güvence altında olamayacağını tekrar ediyoruz. Tüm örgütlenme ve mücadele stratejimiz bunun üzerine kurulu. Demokrasiyi korunması gereken olarak değil; işçi sınıfının örgütlenme ve mücadelesiyle yeniden inşa edilecek bir olgu olarak görüyoruz. DİSK’in ve DİSK’li işçilerin demokrasi ve barış gibi meselelerde, işçi sınıfının diğer kesimlerine yol gösterici, kendi gücünün, örgütsel kapasitesinin çok üzerinde bir bilinci ve refleksi olduğu açıktır. Yeterli midir? Kesinlikle değildir. İşçi sınıfının kendi kaderini ve ülkenin kaderini değiştirecek bir örgütlenme düzeyine sahip olmadığı da açıktır. İşçiler gerçek bir barışın ve demokrasinin egemen olduğu “Emeğin Türkiyesi’ni inşa” görevini tamamlamadıkça var olan durumu yeterli görmek mümkün değildir.















