Yerel seçimlerde sosyalistler nerede duruyor?

Dosya Haberleri —

  • Yerel yöneticilerin belirleneceği 31 Mart seçimleri yaklaşırken Emek ve Özgürlük İttifakı nasıl bir rol oynayacak? Türkiye devrimci ve sosyalist hareketi içinde var olan tıkanıklıklar nasıl aşılacak? Yerel seçimlere giderken Türkiyeli sosyalistlerin tutumu ne olacak? EHP Genel Başkanı Hakan Öztürk ile konuştuk.
  • Politik bir program ortaya atılmadığı sürece hem yerelde hem de genel düzeyde tam olarak başarıya ulaşmalarının mümkün olmadığını söyleyen, Öztürk, "O nedenle siyasal süreç ilerlerken sosyalistlerin kendi tezlerini ortaya koyması gerektiğine inanıyoruz. Sosyalistler arasında bu anlamda hala ciddi tereddütlerin olduğunu görüyoruz" dedi.

ERDOĞAN ALAYUMAT

Türkiye’de 31 Mart’ta yapılacak yerel seçimlere 2 aydan az bir zaman kaldı. Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi’nin (DEM Parti) Kurdistan kentlerinde belediye eşbaşkan adaylarını halk oylaması ile belirlerken batıda izleyeceği strateji ise merak konusu. DEM Parti’nin genel seçimlerde Türkiye’de sol-sosyalist parti ve kurumlarla yaptığı ortaklık yerel seçimlere nasıl yansıyacak? 31 Mart sürecine giderken Emek ve Özgürlük İttifakı nasıl bir rol oynayacak? Türkiye devrimci ve sosyalist hareketi içinde var olan tıkanıklıklar nasıl aşılacak? Yerel seçimlere giderken sosyalistlerin tutumu ne olacak? Tüm bu soruları Emek ve Özgürlük İttifakı’nın bileşenlerinden Emekçi Hareket Partisi (EHP) Genel Başkanı Hakan Öztürk gazetemize yanıtladı.

Türkiye’de 14-28 Mayıs tarihleri arasında yaşanan genel seçim sonuçları hala kamuoyunda tartışılmaya devam ediyor. Şimdi önümüzde yerel seçimler var. Yaklaşan seçimlerde sosyalistler nerede duruyor? Yerel seçimlere yaklaşımı nedir? Nasıl bir strateji izleyecek?

Türkiye sakin bir şekilde yerel seçimlere gidilen bir ülke değil. Her açıdan rejimin nereye gittiğine bakmak durumundayız. Buna göre bazı hesaplar da yapmalıyız. Önceki dönem AKP’nin İstanbul’u kaybetmesi olumlu sonuçlar doğurmuştu. İstanbul’un tekrar AKP’li yönetimin eline geçmesini istemiyoruz. Türkiye’de daha fazla otoriterleşmeye giden bir rejimle karşı karşıyayken olan biten her şeyi ülkenin geneli açısından düşünmeliyiz. O yüzden çok da hızlı hareket edemiyoruz. İttifak meselesi, CHP’nin alacağı tutum, DEM Parti ile yapılan görüşmelerin sonuçlanması, tüm bu gelişmelere dikkat ederek adım atmaya çalışıyoruz.

Asıl mesele seçimlere kısa bir süre kalmışken sosyalistler olarak topluma ne diyoruz? Topluma tam olarak neyi önerdik? Neyin yapılabileceğini söyledik? Sorularının yanıtlarını verme noktasındaki eksiklikler. Politik bir program ortaya atılmadığı sürece hem yerelde hem de genel düzeyde tam olarak başarıya ulaşmamız mümkün değil. O nedenle siyasal süreç ilerlerken sosyalistlerin kendi tezlerini ortaya koyması gerektiğine inanıyoruz. Sosyalistler arasında bu anlamda hala ciddi tereddütlerin olduğunu görüyoruz. Biz parti olarak kendi politik tezlerimizi ortaya koyuyoruz ancak pek çok çevre tarafından bu ya gereksiz bulunuyor ya da çok radikal görülüyor. Sürekli bir asgari programdan söz ediliyor ama bahsedilen program nedir, nasıl bir içeriğe sahip olmalı gibi meseleler net değil.

Sosyalistlerin ortaya koyduğu program radikal olmalı ama aynı zamanda halka da anlatılabilmeli. Örneğin, asgari ücret tartışmaları sürerken sosyalistler “Evet asgari ücret açlık sınırında bir ücret olsun” diyebilir mi? Mantıksal olarak diyemez. Peki "Yoksulluk sınırında bir ücret olsun” diyebilir mi? Bana göre bunu da diyemez. İşsizlik sorununa baktığımızda biz sosyalistler olarak “Tam istihdam olmalıdır” diyoruz. Bunu dediğimizde “Ya bu koşullar içerisinde tam istihdam nasıl olacak” diye bir sonuç çıkıyor ama bunun derdine düşecek olan sosyalistler değildir. Bahsettiğim sorunlar noktasında başarıyı toplumla tartışıp doğru sonuçlar çıkardığımızda elde edebiliriz. O açıdan bu seçimi bir fırsat görüp politik bir program ileri sürüyor olmalıyız.

Seçim tartışmaları başladığından bu yana İstanbul özelinde CHP adayı Ekrem İmamoğlu ve AKP-MHP’nin ortak adayı Murat Kurum üzerinden belli stratejiler var. Bunların dışında bir de "DEM Parti'nin stratejisi ne olacak?" tartışmaları da devam ediyor. Tüm bu denklemlerin dışında İstanbul’u iktidar kazanırsa ne olur, CHP kazanırsa ne olur? Herhangi bir fark görüyor musunuz? Sosyalistlerin bu anlamda takındığı tutum nedir?

EHP olarak bir önceki yerel seçimlerde ayrı bir aday çıkarmıştık. Seçimler sonuçlanıp Ekrem İmamoğlu 13 bin oy farkla kazanınca o dönem partimize dönük “Sizin yüzünüzden İstanbul’u iktidar alacak” gibi eleştiriler aldık. İstanbul seçimleri iptal olup yeniden yapılınca biz de “Tamam bizim hedefimiz iktidarın karşısında bulunan bir isimin kaybetmesi değil. Biz aday çıkardık ve politik programımızı anlattık. Kendimize göre iddiamızı ortaya koyduk. Bizim yüzümüzden iktidar kazanacaksa tekrarlanan İstanbul seçimlerinde adayımızı çekiyoruz” dedik. Bunu neden yaptık? Çünkü bir şekilde AKP ile mücadele etmenin yolunu bulmalıyız. Bunun yolunu üretmeden, en geniş ittifak ilişkilerine doğru yönelmeden yapmamız mümkün değil. Biliyorsunuz Emek ve Özgürlük İttifakı olarak genel seçimlerde de Kemal Kılıçdaroğlu’na böyle bir alan tanıdık.

Bunu neden yaptınız?

AKP’nin karşısında bir denge oluşturabilsin diye yaptık. “Bütün bunlar bizi ilgilendirmez. Biz sosyalistler olarak kendi sözümüzü söyleriz” dediğimizde bu kez daha başka tuzaklara düşme ihtimali ortaya çıkıyor. Tarihten çok ders almamız gerekiyor. O yüzden yerel seçimlerle ilgili çok ferah konuşamıyoruz. Bütün tuzakları hesaba katmak zorundayız.

Geçmişte benzer süreçlerde sosyalistlerin net bir duruşu olurdu. Ancak bu döneme baktığımızda sosyalistlerin muğlak bir sürecin içerisinde olduğunu görüyoruz. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?

Biz EHP olarak son yapılan genel seçimlerde Emek Özgürlük İttifakı olarak birlikte hareket ettik. İttifakta yer alan tüm yoldaşlarımızla beraber ilerledik. Şimdi gelinen aşamada da ittifak içinde yer alan yapılara ve DEM Parti'nin aldığı tutuma bakarak adım atıyoruz. Türkiye’de çok kapsamlı olarak yerel yönetimler deneyimine sahip olan bir HDP bugünkü adı itibarıyla DEM Parti deneyimi var. DEM Parti'nin yerel yönetim deneyimlerini, kayyumlar meselesini hesaba katmadan adım atmak mümkün değil. Sadece “Ben bir sosyalist parti olarak şöyle düşündüm ve böyle hareket ediyorum” demek mümkün olamıyor. Genel seçimlerde böyle yapmadık; yerel seçimlerde de böyle yapmamız mümkün değil.

Kürt hareketi yaptığı görüşmeler sonucunda nereye varacak? Aday çıkarma politikası ne olacak? Bunu izliyor vaziyetteyiz. Bu anlamda netleşen bir durum yok. Emek ve Özgürlük İttifakı'nda yer alan güçlerle ilişkileri hiç hesaba katmadan EHP olarak şunu yapacağız desem çok doğru bir tutum almış olmayız.

Şu an ortak bir ‘siyasal program’ etrafında tek vücut olabilen bir ittifaktan ziyade birlikte yan yana durmaya çalıştığı halde farklı siyasi programlarla hareket eden bir ittifaklar sahnesi var gibi duruyor. İttifaklar konusunda yaşanan tıkanıklığı nasıl değerlendiriyorsunuz?

İki cephenin mücadelesi çok sert bir hale geldi. Şu an tüm yüzdeler çok önemli. Bıçak sırtındayız. Eski zamanlardaki gibi yüzde 70’e 30 değiliz. Karamsar bir tablo vardı; solcularda böyle bir izah etme tarzı vardı. Ama şu an ülke 48’e 52. Bu kolay bir denge değil. Kritik bir durum. Yüzde 50+1 kazandığı bir sisteme bağlandığımız için herkes ittifakları gözetmeye çalışıyor. Herkesin herkesle bir ittifak ilişkisi söz konusu. Her iki tarafta da en geniş ittifak örülmeye çalışılıyor.

EHP olarak biz Emek ve Özgürlük İttifakı'nın bileşeniyiz. Bizim açımızdan bu ittifakın atacağı adımlar önemli. Ama burada da parçalı bir tablo görünüyor. İttifak içinde yer alan bazı arkadaşlarımız Kadıköy’de veya Hatay’da aday gösteriyor. DEM Parti’nin ayrı bir çalışması var. Bu anlamda çok parçalı bir yapıya doğru gittiğimizi görüyoruz. Herkes hala birbiriyle nasıl bir denge kuracağını hesaplamaya çalışıyor. Bir tıkanıklık, bir dağınıklık yaşanıyor ister istemez. İstediğimiz düzeyde canlı tartışmalar yürütemedik. Ben bunları EHP açısından dile getiriyorum. Biz Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde bile ortaklaşmaya çalıştık. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ortaklaşmaya çalışan belediye seçimlerinde ortaklaşmaya çalışmaz mı?

Adaylar konusunda da pek çok tartışma mevcut. İstanbul’da Emek ve Özgürlük İttifakı’nın aday çıkarıp çıkarmayacağı hala muallak. Yerel seçimlerde Emek ve Özgürlük İttifakı nerede duruyor?

İstanbul açısından yaşanan belirsizlik bizim açımızdan, muhalifler açısından daha kritik. İstanbul’u gözden çıkaramayız. İktidar zaten rejimin bütün olanaklarını elinde tutuyor ki onlar için bile İstanbul adayını belirlemek kolay olmadı. Bence DEM Parti’nin adaylarının nasıl olacağı ve büyük şehirlerde nasıl hareket edeceğinin ortaya çıkmasıyla solda da durum netleşecektir. Ülkenin batısı açısından bir belirsizlik var. Bu düzeyde en deneyimli hareket Kürt hareketi ve DEM Parti. O nedenle soldaki durum da biraz buna göre şekilleniyor. Dersim’den Hatay’a, İzmir’den İstanbul’a Kürt hareketinin kararı belirsizlikleri dağıtacaktır.

Genel anlamda ittifakı yerel seçimler açısından istediğimiz noktaya getiremedik. Kürt hareketi de, ittifakın içerisinde yer alan farklı politik kesimler de ittifakın ne kadar işe yarayıp yaramadığını tartıştılar. Fakat EHP’nin görüşüne göre ittifak günahıyla sevabıyla sürdürülmelidir. Bütün ittifak ilişkilerinde sorunlar olur. Sorunlara rağmen birlikte yol yürüme ısrarını sürdürmeliyiz. Doğru olan, böyle bir rejimle karşı karşıyayken ittifak ilişkimizi yürütmeye devam etmektir. Demokrasiden, emekten yana görüşler Emek ve Özgürlük İttifakı sayesinde kendisini daha sistematik olarak ortaya koymuştur. Kürt halkının yalnız olmadığı daha net ifade edilmiştir. Sosyalistler kendi tezlerini halka daha rahat anlatabildi ve belli düzeyde oy aldı. Bu anlamda ittifakımız kıymetli, önemli ve zaruri.

İttifakların siyaset açısından da zorunlu olduğunu söyleyebilirim. Örneğin, Sovyetler içerisinde birçok farklı akımlar ve bu akımların belli düzeyde ittifakları vardı. Ekim Devrimi sürecinde bile Narodnikler ile ittifak yapıldı. O ittifaklar olmasaydı acaba devrim olabilir miydi? Demek istediğim şu: ittifakları hesaba katmadan yol almalıyız diyen görüşlerin siyaset sahnesinde bir karşılığının olduğunu düşünmüyorum.

Emek ve Özgürlük İttifakı olarak birlikte bir varoluş söz konusu. Bu varoluş biçimi yabana atılamaz. Bu varoluşun topluma bir yansıması var. İttifaktan hız alarak varlığını güçlendiren mücadeleler var. İttifaktan aldığı güçle işçi sınıfı içinde, sendikal alanda, kadın alanında mücadele yürüten pek çok arkadaşımız var. Can Atalay’ın meclise girmesine alan açan güç nedir? Emek ve Özgürlük İttifakı’dır. İttifak içerisinde TİP’ten seçilen bir arkadaşımız şu an Türkiye’de kirik konuların tartışılmasına neden oldu. Anayasa Mahkemesi-Yargıtay gerilimini ortaya çıkaran şey nedir? Emek ve Özgürlük İttifakı’nın yürüttüğü siyasetin sonucudur. Rejimin tartışmasını biz yaratabildik, yaratıyoruz; siyasi gücümüz gündemi belirliyor. Mecliste bulunan tüm ittifak bileşenlerinin toplum içerisinde etkisi var. Kendi aramızda, başka platformlarda ne kadar tartışırsak tartışalım kimsenin toplumsal mücadele içerisindeki etkisini de emeğini de göz ardı edemeyiz.

Çoklu bir kriz ortamında seçimlere gidiliyor olmasının da yaşanan siyasi tıkanıklıkta rolü var mı? Yani ekonomik durum ortada, sokakta emekçi bir yurttaşa seçim sorduğumuzda "Biz seçim değil, geçim derdindeyiz" yanıtını alabiliyoruz...

Yalnızca seçimlere daralmış bir siyasi tıkanıklıktan bahsedemeyiz. İnsanların somut ihtiyaçları temelinde somut taleplere ihtiyacı var. Şu an en büyük tıkanıklık bu. Sözde en ‘ilerici’ yayın yapan muhalif kanallarda bile söylenen şey, "Asgari ücrete zam yapılınca kısır döngüye giriliyor, enflasyon da yükseliyor." Asgari ücret zaten açlık sınırında. İnsanlar açlık sınırında bile değil, intiharın eşiğinde.

Türkiye solu da asgari ücrete ilişkin yeterince net, akılda kalan bir görüş belirtmedi. Somut rakam bile söylenmedi. En fazla denilen şu: insanca bir yaşam. Biz, "Niye kimse ‘refah sınırından’ kimse söz etmiyor? Açlık sınırı değil, gelin refah sınırını tartıştıralım" dedik; somut bir söz söylemeye çalıştık. Diğer yandan sorduk: "1970’lerde asgari ücret kişi başına düşen gayrisafi yurtiçi hasılanın yüzde 80’i iken bugün niye yüzde 40’lara geriledi?" Asgari ücretin olması gereken tutar -en azından başlangıç olarak- gayrisafi yurtiçi hasılanın kişi başına düşen değeridir. Kişi başına düşen milli gelir yıllık 12 bin dolar civarı, "Bunu aylara bölelim, ona göre ödeme yapın" dedik; somut bir öneri sunduk. Bunu beğenmeyebilirler, ama bundan başka somut bir öneri sunan var mı? Yok.

Sizin de belirttiğiniz gibi halk intihar sınırındayken savaşa akan bütçe durmadı. Ekonomik krizin savaşla iç içe bir yumak gibi derinleştiği bu ortamda Kürt sorunu konusunda yeterince konuşuluyor mu?

Ekonomik sorunların kökenindeki üretim sorununa, mülkiyet sorununa ve Kürt sorununa yönelik yeterince konuşulmuyor. Demokrasi sorununa yönelik de bir şey söyleyemiyoruz. Birinci mesele mülkiyet meselesi, ikinci mesele Kürt meselesi. Kürt sorununu demokrasi bağlamında tartışma ihtiyacı hiç olmadığı kadar güncel.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.