‘Yeryüzünü sarsan’ Abya Yala kadınları
Kadın Haberleri —

Abya Yala eylemleri/ foto:AFP
Sınır tanımayan direniş-5
- Abya Yala’da kadınlar, bedenlerine yönelen şiddetle toprağa yönelen şiddetin aynı olduğunu biliyor. Bu yüzden devletin her türden hükümetine karşı toprağı savunurken en önde duruyorlar: “Onurlu bir yaşamın temelini, her iki alanda da özen, muhafaza ve sürdürülebilirlik üzerinden kurmuşlardır.”
- Şiddet ve yaşamın giderek güvencesizleşmesi, kadınları adeta hareket hâlindeki bir dokuma gibi bir araya getiriyor: Hem karşı koyan hem iyileştiren, hem çatışan hem isyan eden… Her bir ipliği anti-kapitalist, anti-sömürgeci ve ataerki karşıtı bir ruhla birleşen ve sonunda “yeryüzü sarsan” bir dokuma.
MÁRGARA MILLÁN/ Çeviri: TİJDA YAĞMUR
Kendimizi artık Abya Yala olarak adlandırmamız, son birkaç 10 yılda farklı alanlarda örülen yeni bir bakış açısını gösteriyor. Bu bakış açısı, hem geçmişi yeniden değerlendiren hem de sömürgesiz bir geleceği mümkün kılmaya çalışan bir ufuk. Bu yazıda, bu topraklarda kadınların yürüttüğü mücadelelerin, direnişlerin ve ortaya koyduğu fikirlerin oluşturduğu geniş ve yoğun dokumanın bazı parçalarına değineceğim. Amacım ayrıntılı bir liste sunmak değil; daha çok, bu farklı mücadelelerin çeşitliliğini birbiriyle ilişki içinde düşünmeye çalışmak.
Kadınlara yönelik şiddet, ne yazık ki bu coğrafyanın değişmeyen gerçeklerinden biri. Yaşam koşullarının giderek güvencesizleşmesinden doğan şiddet, göç ve zorunlu yerinden edilmeler, kadınlara yönelik doğrudan saldırıların kadın-kırımla sonuçlanması, kayıplar, otoriter uygulamalar ve kurumların ürettiği cinsiyetçi şiddet… Tüm bunlar, bölgemizin parçası. Bu topraklarda kimi yerler merkeze yakın, kimi yerler ise çevrede; bazı bölgeler uyuşturucu kaçakçılarının kontrolünde, bazıları da madencilik ve benzeri projeler nedeniyle adeta “feda edilmiş” alanlara dönüşmüş durumda. Bu yüzden şiddet her yerde aynı değil; farklı yoğunluklarda ve farklı biçimlerde kendini gösteriyor.
Kadınlar bu tabloya, hem yapısal hem de gündelik şiddeti görünür kılıp siyasallaştıran özgün mücadele yöntemleriyle cevap verdiler. Zapatista kadınlarının dediği gibi, “acılarını ve öfkelerini örgütlemenin yollarını buldular”. Bu yazıda, farklı şiddet türlerine verilen bu somut tepkilerin oluşturduğu çeşitli hareketleri ana hatlarıyla ele alacağım. Meksika’yı merkez alacağım, ancak bölgedeki diğer ülkelerle olan benzerlikleri ve karşılıklı etkileşimleri de göstereceğim.
Devrim ve direnişinin odak noktaları
Bu bölümde, Meksika’dan yükselen ve kadınların mücadelelerinin siyasallaşmasında belirleyici rol oynayan bazı odak noktalara değineceğim. Bu kritik anlar, kadınların direniş biçimlerini dönüştürmüş ve onları güçlü bir şekilde kamusal alanın merkezine taşımıştır.
Amerika kıtasının tamamında, topraklarını savunmak için örgütlenen topluluklar bulunuyor. Çünkü hükümetler -siyasi yönelimlerinden bağımsız olarak- maden arayışı, su kaynakları üzerindeki kontrol ya da geçimlik, çeşitliliğe dayalı tarım alanlarını monokültüre ve tarım endüstrisine dönüştürme gibi amaçlarla toplulukları ezmeye devam ediyor. Kısacası devlet, bildiğimiz üzere, toplulukları dağıtmak ve yaşam biçimlerini dönüştürmek için ne gerekiyorsa yapan sömürgeci ve kapitalist bir aktör olarak hareket ediyor. Kadınlar ise, halklarıyla birlikte, bu toprak savunucusunun ön saflarında yer alıyor. Honduras’tan Bertha Cáceres bunun en çarpıcı örneklerinden biri. Kadınlar bu rolleri nedeniyle öldürülmüş, kaybedilmiş ya da hedef haline getirilmiştir. Şili ve Arjantin arasında uzanan Mapuche topraklarında kadınların direnişi, Ekvador’daki Yasuní savunusunda -petrolün yerin altında kalmasını talep eden hareket- ve Meksika’daki Zapatista bölgelerinde kadınların varlığı ve isyanı bunun birçok örneğini oluşturur.
Kadınların direnişinin en önemli yanı, beden ile toprak arasındaki ilişkiyi bir bütün olarak ele almalarıdır. Onurlu bir yaşamın temelini, her iki alanda da bakım/özen, muhafaza ve sürdürülebilirlik üzerinden kurmuşlardır.
Kayıplarını arayan anneler
Kıtanın birçok bölgesinde uyuşturucu kaçakçılığı, devleti ele geçirmiş kanunsuzluk ve yolsuzluk, kadınlara yönelik şiddeti olağanüstü boyutlara taşımış durumda. Kadınlara yönelen bu şiddetin bu denli yaygın, hukuksuz ve “müsamahakâr” bir şekilde sürmesi, içinde yaşadığımız ataerkil yapıların bir sonucu. Örneğin Meksika’da her gün yaklaşık 10 kadın öldürülüyor ve bu vakaların büyük kısmında adalet sağlanmıyor.
Ayrıca kaybetme olgusu ülkede son derece ciddi boyutlara ulaşmış durumda. Bugün 100 binden fazla kayıp kişiden söz ediliyor. Kaybedilenlerin çoğu erkek olsa da çok sayıda kadının da akıbeti bilinmiyor. Bu tablo, “madres buscadoras” (kayıplarını arayan anneler) olarak bilinen ulusal bir hareketin ortaya çıkmasına ve güçlenmesine neden oldu. Bu kadınlar, kaybolan yakınlarının bedenlerini bulmak için doğrudan sahaya çıkan, kazı yapan, iz süren, devletin doldurmadığı boşluğu kendi çabalarıyla kapatmaya çalışan annelerden oluşuyor. Bugün Meksika’da gördüğümüz bu hareket, Arjantin’deki Plaza de Mayo büyükannelerinin örgütünü hatırlatıyor: diktatörlük döneminde kaçırılan ve farklı ailelere verilmiş yüzlerce torunu kararlılıkla arayan bir hareket.Tüm bu şiddet biçimleri, kadınların kendi varoluşlarını siyasallaştırmalarına ve örgütlü bir direniş geliştirmelerine yol açıyor.
Yerli halk hareketleri
Latin Amerika’da, devletlerin ve hükümetlerin sömürgeci politikalarını görünür kılan güçlü bir yerli halk hareketi bulunmaktadır. Bu halklar, kendi yaşam biçimlerini ve topluluk örgütlenmelerini sürdürme konusunda ısrarcı. Bu hareket içinde kadınlar belirleyici bir rol oynuyor. Kadınlar, hem kendi toplulukları içinde örgütlenerek hem de toplumun diğer kesimleriyle ilişkiler kurarak ırkçılığı ve iç-sömürgeciliği açığa çıkarıyorlar. Meksika’da Zapatista hareketi özgürleştirilmiş toprakları savunmasıyla dikkat çekse de, ülke genelinde Ulusal Yerli Kongresi de önemli bir direniş ağı oluşturuyor.
Kadınları bir araya getiriyor
Yukarıda ele alınan kadın direnişinin farklı odak noktaları, ortak bir olguyu görünür kılıyor: Şiddet, yaşamın giderek güvencesizleşmesi ve modern devletlerin, siyasetin ve demokrasilerin bu süreçleri durdurma, dönüştürme ya da en azından etkili biçimde yanıtlama konusundaki yetersizliği. Bu koşullar, kadınları adeta hareket hâlindeki bir dokuma gibi bir araya getiriyor: Hem karşı koyan hem iyileştiren hem çatışan hem isyan eden… Her bir ipliği anti-kapitalist, anti-sömürgeci ve ataerki karşıtı bir ruhla birleşen ve sonunda “yeryüzü sarsan” bir dokuma.
* * *
Márgara Millán kimdir?
Márgara Millán, Meksika’nın en önde gelen sosyal antropologlarından ve deskolonyal feminist düşünürlerinden biridir. Sosyoloji lisansını ve sosyal antropoloji doktorasını Universidad Nacional Autónoma de México’da (UNAM) tamamlamıştır. UNAM Siyasal ve Sosyal Bilimler Fakültesi’nde tam zamanlı profesör olarak görev yapmakta, aynı zamanda Latin Amerika Çalışmaları Yüksek Lisans ve Doktora Programı’nda ders vermektedir. Latin Amerika Çalışmaları Merkezi (Centro de Estudios Latinoamericanos – CELA) ile Cinsiyet Çalışmaları ve Araştırmaları Merkezi’ne (CIEG-UNAM) bağlı araştırmacıdır. Meksika Deskolonyal Feminizmler Ağı’nın (Red de Feminismos Descoloniales) kurucu ve aktif üyelerindendir.
Araştırma ve teorik üretimi özellikle Araştırma ve teorik üretimi özellikle şu alanlarda yoğunlaşmıştır:
- Deskolonyal feminizm
- Zapatista hareketi ve yerli özerklik deneyimleri
- Toplumsal cinsiyet, ırk, sınıf ve cinsellik kesişimleri
- Modernite/kolonyalite eleştirisi
- Latin Amerika’da politik öznelleşme ve “komünalite” pratikleri
- Toplumsal hareketlerde öznellik
https://www.ozgurpolitika.com/haberi-ataerkil-siddet-hepimizi-etkileyen-bir-sistem-206674








