Yeryüzüyle başka bir ilişki 

Hatice ERGÜN Haberleri —

  • Güç ilişkilerinde muktedir olagelene değil marjinlere itilenlere, sessizleştirilmeye çalışanlara, mülksüzleştirilenlere, şiddete maruz kalırken tam da karşısına geçenlere kulak kesilmenin zamanı geldi de geçiyor.

Bir önceki yazının sonlarında bahsettiğim Kuş Tüyü Yasa tasarısı üç kez reddedildikten sonra 1920 yılında Nancy Astor’un etkin çalışmasıyla İngiltere’de Avam Kamarası’na dördüncü kez geldiğinde kabul edildi. 1921 yılında yasalaştı. Bugün bu tür yasalara, meşrulaştırmalara gerek kalmadan kuş tüyü montlar, yorganlar, yastıklar üretiliyor. İnsanların önemli bir ihtiyacını karşıladığı varsayımı ısınmak, rahat etmek için alternatifleri düşünmenin önünü tıkayabiliyor. Daha fenası, o tüylerin nasıl toplandığını, tüyleri yolunan kuşların bu esnada ve sonrasındaki durumlarını, acı denen hissin salt insana özgü olmadığını ve/ya da acının insan çektiği müddetçe konuşulabileceği gerçeğini es geçmemize neden olabiliyor. Böyle olageldi. 
 
İnsanların kendilerinden olmayanlara dönük sesli ya da sessiz şiddeti yeni değil; yakın gelecekte eskimesi pek mümkün görünmüyor. Aksine gittikçe daha da genişleyen bir yelpazeye yayılıyor. Değişmeyen, insanlar arası farklılıklara düşmanca ve şiddetle yaklaştığımızda kendimize benzetemediklerimizi - istesek de istemesek de benzetemediklerimizi türleştirmemiz. İnsanların başvurmaktan bir türlü vazgeçemedikleri şiddet salt kendilerine değil, fiziksel çevreye, insan-olmayan-hayvanlara, mekâna, doğaya ve yeryüzünün ötesine yöneliyor. Bitmiyor; azalmıyor; formu çeşitleniyor; estetize ediliyor - şeklen ve sözde güzellikle ve çirkinlikle ilişkilendirilerek geçerli kılınıyor. 
 
Derrida, Temmuz 1997’de sonunda insanların insan-olmayan-hayvanlara şiddetini şöyle resmediyor: ‘İnsanların bu zulmü gizlemek ya da kendilerinden bile saklamak, bu şiddetin unutulması ya da yanlış anlaşılması için küresel düzenlemeyi yapmak için ellerinden gelen her şeyi yaptıklarını hiç kimse - artık ya da uzun bir süre - reddedemez. Durum daha da karmaşıklaşıyor: Belirli türlerin ortadan kaldırılması süreci başlamış durumda; yapay, şeytani, hakikaten sonu gelmez bir yaşama devam [hedefinin] düzenlenmesi ve kullanılmasıyla, önceki nesillerin [bile] canavarca göreceleri şekilde yapılıyor ... hayvanlar mevcudiyetinin devam ettirilmesi ya da hatta aşırı nüfus artışıyla yok ediliyorlar.’[1] 
 
Savaşlarda, devlet şiddetinde, av partilerinde, moda akımlarında, sofralarda ve nice farklı yerde kesintili olsa da doğallaşan, yokluğu tuhaf addedilen şiddet sarmalı aksini istemeyi, planlamayı nafile kılma riskini beraberinde getiriyor. Salt insan olmayanlarla değil gelecek nesillerle de ilişkimizi şiddetle kuruyoruz. Bitmek bilmez insan hırsıyla, etikleştirilen, güvenlikleştirilen birikim merakıyla yeryüzünü talan etmeye devam ediyoruz.
 
Tam da bu nedenle, CHP’nin Yeni Yüzyıla Çağrı programında Kılıçdaroğlu’nun başdanışmanı olarak tanıttığı Jeremy Rifkin’in anlatısı en iyisinden sermaye sahiplerine, birbirleriyle ve insan-olmayan dünyayla, yeryüzüyle ilişkiyi fayda üzerinden kuranlara hitap ediyor. Zira, bıkmadan hâlâ insanı ve sermayeyi merkeze oturtuyor. Rifkin’in önerisinde sömürgeci beyaz erkeğin yapageldiği yineleniyor: Yeryüzüyle ilişkisini sömürü değil saygı ve birlikte yaşam üzerinden kuran, bunu yüzyıllardır yapan yerli toplulukların bilgisini insan-merkezci sömürü programlarına aktarmak. 
 
Bu öneride üçüncü sanayi devrimi, dünyanın ihtiyacı olarak önden belirleniyor. Varsayımın şarta dönüştürülmesinin son örneklerinden birini görüyoruz. İnsanın doğaya üstünlüğünün, diğer türlere üstünlüğünün bir niyet olarak belirlenip gerçeklik olarak konması ve bu gerçeğin süreğen kılınması için ekokırımın biteviye pompalanması gibi. Oysa başka yollar da var - biteviye militarist saldırılarla yok edilmeye çalışılan Rojava’da gördüğümüz, ABD’deki yerlilerin önce bilgisinde gördüğümüz, iki hafta önce COP27’de yine büyük sermayenin çıkarlarına uygun bir şekilde öneriler getiren zengin devletlerin yönetimlerini protesto eden, dünyanın dört bir yanından biraraya gelmiş, başka bir dünyanın mümkün olduğunu, bunun sanayi yatırımına değil doğayı merkeze alarak üretime odaklanan, insan-merkezci olmayan,  silahsızlanma, barış ve birlikte yaşamı öncelikli hedefler olarak alan, yerele odaklanan ve ulus-aşırı dayanışmayı yönetebilen bir programla gerçekleşebileceğini söyleyen grupların yapıp etmelerinde, önerilerinde görmek mümkün. 
 
Güç ilişkilerinde muktedir olagelene değil marjinlere itilenlere, sessizleştirilmeye çalışanlara, mülksüzleştirilenlere, şiddete maruz kalırken tam da karşısına geçenlere kulak kesilmenin zamanı geldi de geçiyor.
 
 [1] J. Derrida, The Animal Therefore I Am (David Willis, Fransızca’dan İngilizce’ye çeviren), 2002. (Türkçe çeviri bana ait.)

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.