Yıkım ve yeniden inşa politiktir

Nevra AKDEMİR yazdı —

  • Deprem, bu iktidarın ve daha önce iktidarların yarattığı sistemin kent suçları ile ne yazık ki bir kentsel yıkıma dönüştü. Ancak, yıkım yeniden inşayı gerektirir. Yasımız ve öfkemizle, umudumuzla deprem bölgesinin özgünlüklerini yitirmeden, tarihe saygı duyarak ve bir arada durarak.

Adorno’nun ünlü kitabı “Minima Moralia'daki 18 numaralı fragmanda sürgünün anlamını çok iyi yakaladığını düşünürdüm hep. Adorno’ya göre; “bir yere yerleşmek artık imkânsızdır, içinde büyüdüğümüz geleneksel meskenler tahammül edilemez bir hale gelmişlerdir: Bunlardaki her bir konforun bedeli bilgiye ihanet etmek, her barınak izinin bedeli aile çıkarlarıyla küf kokulu anlaşmalara girmektir.” Bu kavram üzerinde ne zaman düşünsem, kendimi içinde bulduğum hali, bugüne kadar yerinden edilmek, yerinde duracağına kani olduğumuz ama ulaşılamayan bir kenti hayal etmeyle yeni yerleştiğimiz mekana ayak uydurma arasında, salınımlar içinde, hayatını sürdürmek olduğunu sanıyordum. İnsanlar memleketlerini bırakmak zorunda kalabiliyordu, bunu tercih ediyordu ama memleket orada duruyordu. Geri dönülebilecek bir yerin, bir nostalji, bir politik ima, bir gelecek planı veya bir sürdürülebilir ilişki olarak. Deprem sonrasında ise bir çatının artık eve dönüşmesi ihtimali var mı diye düşünürken buluyorum kendimi. 

Adorno’ya referansla “ev bitmiştir” diyebilir miyiz? ’99 depreminde hissettiğim duyguydu bu. Bugün, yıkılan kent, sadece bina, yollar veya dükkanlar değil, hizmet vermekle yükümlü kamu kurumları da değil, daha fazlası. Depremden etkilenen kentlerde geçmişin mekansal izleri ve bir arada yaşama biçimlerine imkan veren sosyal mekanlar da yıkıldı. Elimize kalanlar ise, birbirini doğuran iki karşıt tema: Bir yanda şiddet, çürüme ve öfkeden deliye döndüğümüz bir hoyratlık varken; diğer yandan beklemeksizin ve kendiliğinden ortaya çıkan umut, direniş, dayanışma var. 

Açık ki binaları ev, yolları sokak, bir yüzölçümündeki sosyal ilişkileri mahalle ve bir idari yaşam alanı sınırını yeniden kent haline getirmek için de yine elimizde kalanlar birbirimizin yarasını sarma çabamız. Bugün yeniden inşayı, yıkımın ve yasımızın içinden konuşmak zorundayız. Depremlerin kentsel felakete dönüşmesine neden olan bu sistem, canımızı ve hayatlarımızı hiçe sayarak, felaketimizden kâr yaratmaya devam etmek üzerine kurulu. Dahası rutinlerimizi felakete dönüştüren bir şiddetle kendi iktidarını sağlamlaştırıyor. Depremin ilk anından itibaren sadece kendiliğinden örgütlenen kişilerin çabalarını örgütlü bir dayanışma sürecine dönüştüren politik zeminler hayat kurtarabildi ve yeniden inşa için bir umut yaratabildi. Geride kalanlar ise sadece öfke. Saymaya gerek var mı?

Deprem sadece Türkiye sınırları içinde olmadı. Türkiye’nin güneyinde yaşananlar o kadar zor ve o derece görünmez. Bu yazı da sadece Türkiye’ye odaklanacak ne yazık ki.  

Depremler gibi afet de ve acil durumlarda bir kurumsal mekanizma oluşturmak beklenen, bu yüzden çadır, gıda, kan gibi çeşitli ihtiyaçlar için sürekli bağış toplayan, kamusal bir bütçe yaratan kurumun 2020 yılında iştirakler aracılığıyla ticarethaneye dönüşmesi, huzur hakkı adıyla birkaç maaş alan liyakatsız yöneticilerinin tüm oluşmuş afet hazırlık sistemini bozarak kârlı şirket yatırımına dönüştürmesi sonucunda korkunç bir çürümeyle karşılaştık. Kızılay’ın deprem bölgesinde acil ihtiyaç duyulan çadırları ve gıda maddelerini devletten daha fazla güvenilen bir yardım kurumu olan Ahbap’a satması; yine dayanışma paketlerini bir atık şirketine satması ve bunu enkazların önünde başarı olarak anlatması, hangi sarkastik yazarın dilinde romana dönüşürdü bilmiyorum. Ama yaşadığımız bir kara komedi değil. 

AFAD ise, kurumsal olarak çalışmayan ancak çok daha uzun bir süredir örgütlenen gönüllülerin büyük çabaları ile enkazlardan hayat kurtaran ve dayanışmayı örgütleyen bir kurum olarak karşımıza çıktı. Kameraların olduğu yerlerde AFAD gönüllülerinin çabasını engellemek pahasına gösteri yaptı kurumun yöneticileri. Ortaya çıkan ise olasılık olarak her şeyi hesaplanmış olan deprem hazırlığının tamamen ortadan kaldırılmış ve gerçekte bu kurumun da AKP’lilerin akrabalarının yerleştiği bir talan alanına dönüşmüş olduğu gerçeğiydi. Hayatımızı hiçe saydılar ve bununla da kalmadılar. Dayanışma için örgütlenen meta ve para birikiminden de nemalanmak için ve hatta nemalanamayacaklarını da yok etmek için ellerinden geleni yaptılar. Ahbap’a olanlara bakalım:

Ahbap, AFAD’a ve Kızılay’a güvenmeyenlerin öncelikli tercihi olmuştu. İnsanlar elinde avucunda ne varsa göndermek için yarıştılar. Bu açıdan Ahbap en başından itibaren hükümetin toplanan paralar üzerinden hedef aldığı bir kuruma dönüştü. Kuruma kayyum atanmaması, toplanan paraya el konmaması, araçlarının kapatılmaması ve yolların açılması; herkesin konuştuğu tek konuydu. Ancak öğrendik ki, yaratıcı ticari akıl ve devletin şiddet tekeli iyi çalışmış. Ahbap toplanan paralarla afetzedelere yardım etmek isterken, Kızılay aracılığıyla paraları kaptırmış. Olanı özetlersek, Ahbap’ın topladığı paranın bir kısmı, zaten Kızılay’ın öncelikli görevini yapmamasının da bahanesi olmuş. Kızılay’dan bir şirketmiş gibi satın alınanları; yine Kızılay değil, gönüllülerce depremzedelere ulaştırılmış. Ömür törpüsü.

Böylelikle iktidarın seçim çalışmalarına gitmesi için yine kaynak yaratılan para, özenli çabalarla bu hedeften kaçırılmaya çalışılan paranın ta kendisi. 

Dahasını da söyleyelim, bildiğiniz gibi Merkez Bankası da depremzedeler için bağışta bulunmuştu. Ancak depremzedenin kendi parasını depremzedeye yeniden bağışlamaktan daha yaratıcı çözümler de ortaya çıktı. Enkazları kaldırmadan bahsi geçen TOKİ konutları, deprem müzesi, kentleri taşıma kararları ve bilimum saçmalık, bir afetin açtığı “fırsatlardan” yeni afetlere yol açacak şekilde yararlanmak anlamına geliyor. 

Bu yüzden dayanışmayı örgütlü bir siyasal yeniden inşa eylemine dönüştürmek, öfkenin yarattığı kurucu politik atmosferi bu iktidardan kurtulmak için örgütlemek bizim için tek yaşam yolu gibi görünüyor. 

Deprem, bu iktidarın ve daha önce iktidarların yarattığı sistemin kent suçları ile ne yazık ki bir kentsel yıkıma dönüştü. Ancak, yıkım yeniden inşayı gerektirir. Yasımız ve öfkemizle, umudumuzla deprem bölgesinin özgünlüklerini yitirmeden, tarihe saygı duyarak ve bir arada durarak. Geçici barınma alanlarından başlayarak kentin hafızasını canlı tutacak ve umudu, neşeyi yeşertecek özgür bir kent ve memleket mümkün. 

 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.