Yolun açık olsun HEDEP

Veysi SARISÖZEN yazdı —

  • İki Eşbaşkan’dan biri Süveydiye’nin Arap-Alevi sosyalisti ve kadın, diğeri Kurdistan’ın Kürt-Sünni yurtseveri, “içindeki erkeği öldürmüş”. Üçüncü Dünya Savaşı’nın Arap ve Kürt coğrafyasında tehlikeli şekilde tırmandığı şu günlerde bu iki insan, Konfederal devrimci süreçte “Kürt-Arap ittifakının” çağrıcılarıdır.
  • Kongre’den benim çıkardığım sonuç HEDEP’in devleti “barışçı, legal” alternatife fena halde zorlayacağı ve bunun da barışa ve demokrasiye hasret Türkiye halkları için hayırlı olacağıdır. Yolunuz açık olsun HEDEP’li Eşbaşkanlar, yöneticiler, HEDEP üyeleri, onun seçmenleri, bileşenleri…

Öcalan tecritte. Yani, Yeşil Sol Parti’nin HEDEP’e dönüşmesinde ve Tülay Hatimoğulları ile Bakırhan’ın Eşbaşkan olmalarında, delegelerin iradesinde, Kongre’nin çizgisinde Başkan Apo’nun hiçbir fiili “karışması” yok. Türk devleti “doğrucu Davut” olduğuna, asla ve kat’a “yalan söylemeyeceğine” inandığımıza göre Türkiye topraklarında Apoculardan da eser yok. Demek ki, Kandil’in de eli kongrenin içinde değil. Geçmişte HDP heyetleri İmralı’yla Kandil arasında, devletin verdiği izinle gidip geliyordu ya! Şimdi nerdeee! Nicesi Türkiye sınırlarının bir milim ötesine bile, “yurtdışı yasağı” yüzünden adım bile atamıyor. Bırakın onu, nicesi evinden çıkamıyor: Ev hapsi yani. Telefon derseniz, ben şahsen tanıklık edebilirim, Duran Kalkan’ı arayayım dediğimde Hevaller bana gülüyor: Kandil’de telefon yokmuş. Belki “postacı güvercinim” varsa, bir not yazabilirmişim. Yani durum böyle.
O halde nasıl oluyor da oluyor, nasıl oluyor da Kongre  Öcalan’ın paradigmalarına sahip çıkıyor?
İşte böyle oluyor. Devletin tecriti ve Apocuları öldürüp, hapse atması iflas etmiş bulunuyor. Kongre devlete diyor ki, “ne yaparsanız yapın, artık iş işten geçti. Apocu program İmralı’dan firar etti, Kandil’den düz ovaya indi, Kongre Tülay Hatimoğulları’nın ağzından sizin parlamentonuzda Konfederalizm bayrağını dalgalandırdı." Bana öyle geliyor ki, Bakırhan’ın da “gizli cebinde” İmralı kapısını açacak bir “maymuncuk” var gibi.
Her kapıyı açacak olan “maymuncuk” Konfederalizmdir. Faşizmin “toplama kampı” haline getirdiği Türkiye’nin kapısını da, “gladyatörlerin vuruşturulduğu arenaya çevrilen” Ortadoğu’nun kapısını da, petrolü Ermeni kanıyla karıştırıp sarhoş olan Azerbaycanlı sergerdelerin Kafkasya kapısını da, minicik toprakta birbiriyle çekişen on devletin yer aldığı Balkanlar’ın kapısını da, çatırdayan ve etrafı mülteci akınına karşı duvarlarla çevrilen Avrupa’nın kapısını da işte bu “maymuncuk” açacaktır. Marks bugün yaşasaydı, “Manifesto”ya şöyle başlardı; Dünyanın semalarında bir hayalet dolaşıyor: Konfederalizm hayaleti. Kurduğu dünya örgütüne de “Komünist enternasyonal” diyeceğine, “Demokratik ulusa” dönüşmeyen “ulusların birliğinden” sosyalizm çıkmadığı için, “Demokratik Ulusların Konfederal Birliği” derdi. O birliğin kapısından şu ana kadar Kurdistan’ın “demokratik ulusa” dönüşen halkları ve bu halklarla iç içe geçen “demokratik ulus olmayan ulusların” öncüleri dışında, muhtemelen hiçbir ulus giremezdi. O kapıdan dünyanın bugünkü haline bakıp da girmek için bekleyenler adım adım “demokratik ulusa” dönüşmekten başka çare olmadığını göreceklerdi.
Konudan saptım.
İki Eşbaşkan’dan biri Süveydiye’nin Arap-Alevi sosyalisti ve kadın, diğeri Kurdistan’ın Kürt-Sünni yurtseveri, “içindeki erkeği öldürmüş”. Üçüncü Dünya Savaşı’nın Arap ve Kürt coğrafyasında tehlikeli şekilde tırmandığı şu günlerde bu iki insan, Konfederal devrimci süreçte “Kürt-Arap ittifakının” çağrıcılarıdır. Daha önemlisi Kürtler ve Arapların, Alevilerle Sünnilerin “demokratik uluslaşma sürecine” girdiklerinin işaretidir. Demokratik uluslaşma “başı dertte olan” ulusların can simididir. Başı dertte olan bu iki ulustur. Birbirlerine düştükleri anda işleri bitecektir. “Başının dertte olduğunu henüz anlamayan” uluslara, yani Türklere ve Perslere gelince, onlar az sonra başlarında dolanan belanın farkına varacak ve “demokratik ulusun” kapısını çalacaklar ve eşikten atladıkları zaman kendilerini Konfederal devrimci sürecin içinde bulacaklar.
Buluyorlar da. Şu anda evlerinin çatısında infilak eden bir tonluk bombalara rağmen Rojava’yı terketmeyen Kürtler, Sünni Müslüman Araplar, Hıristiyan Süryaniler, Ermeniler, Konfederal devrimci süreçte giderek tek bir “demokratik ulusa", kendi milli değerlerini, dilerini, kültürlerini koruyarak, bunları tek bir kültür havuzunda yoğurarak dönüşüyorlar. Mayasında şehitlerin kanı, şehit analarının sütü var.
Kongre bir bakıma Konfederalizm ve demokratik uluslaşma kongresiydi.
Yani Kongre “iyi” bir başlangıç yaptı. Alkışlıyoruz.
“İyi başlangıç” elbette “iyi sonuç” demek değildir. İyi sonuç nasıl alınır? Başkan Apo bu sorunun çözümünü sağlamıştır. İyi sonuç aralarında “organik” hiçbir bağ olmayan Kürt halkının “barışçı, legal hareketini”, onun asıl “silahlı ve illegal hareketinin” karşısına koyduğumuzda buharlaşır, kendi zıddına dönüşür. Tarih böyle tutumlara defalarca şahit olmuştur. Sonu da “kötü” olmuştur. Ancak böyle örneklerin varlığı “barışçı” ve “silahlı” hareketlerin “tek bir programda” birleşmesi “mümkün olmadığı” için yaşanmıştır.
Başkan Apo “legaliteyle illegalite arasındaki program zıtlığını” ortadan kaldırmıştır. Bunu da sadece iki kavramla gerçekleştirmiştir: Ortak Vatan ve Demokratik Ulus. Bu iki kavramı programına alan parti, ister barışçı ve legal parti olsun, isterse silahlı ve illegal parti olsun, “devleti ve milleti bölmekle” suçlanamaz. Onlar vatanı bölmüyorlar, vatanı “toprak bütünlüğü ve sınırlarının dokunulmazlığı” temelinde “ortak vatana” dönüştürmeyi ve “vatanın bölünmezliğini garanti altına” almayı hedefliyorlar. Ulusu da bölmüyorlar. “Ulusun bölünmez bütünlüğünü” o ulusu “demokratik ulusa dönüştürerek” garanti altına alıyorlar. Türkiye “ortak vatan” ve Türk ve Kürt ve diğer etnik gruplar “demokratik ulus” olunca, Türkiye tek milletçi, tek dilci, tek dinci, tek mezhepçi, tek erkekçi ve tek cinsiyetçi faşist bir rejim olmaktan çıkmış, Demokratik Cumhuriyet doğmuş demektir. Bunun diğer parçaların yer aldığı devletler için de geçerli olduğunu ekleyelim. Ekleyelim ki Ortadoğu Konfederalizminin ne olduğu anlaşılsın.
Legal barışçı partiyle, illegal silahlı parti arasında bu programatik çizgi bakımından hiçbir temel fark yoktur, olamaz. Bu programatik çizgi hiçbir Terörle Mücadele Yasası tarafından, eğer bağımsız ve tarafsız yargı söz konusuysa suçlanamaz, yasaklanamaz.
Geriye bu çizginin hangi mücadele yöntemiyle hayata geçeceği sorunu kalıyor. Aklı başında herkes yüz yıllık Türkiye ve Ortadoğu tarihinin bu programatik çizgiyi “barışçı yoldan ve parlamenter mücadeleyle” başarıya ulaştırmanın deveye hendek atlatmak gibi bir şey olduğunu biliyor. Öyle olsa da “dış dinamikler” küçük bir ihtimalle de olsa bu hendeği kapatabilir ve deve de yoluna devam edebilir. Ancak yine aklı başında olan herkes dış dinamiğin getirdiği Tanzimat’tan, Sevr dehşetiyle Saltanat’a ve Hilafet’e son veren Cumhuriyet’ten, İkinci Dünya Savaşı sonunda girilen “çok partili” düzenden, arkasında “dış dinamiklerin” olduğu bilmem kaç askeri darbeden ve dış dinamikle ayakta duran, sonra yıkılan, tekrar kurulan “parlamenter rejimin şimdiki faşizme yol açmasından” aldığı dersle “dış dinamikten” demokrasi beklemenin saçmalığını biliyor. Ama yine de, küçük bir “ihtimaldir”. Dış dinamik içteki seçim dinamiğiyle birleştiğinde “bir şeyler olabilir.”
“Devlet aklından” sıkça söz ediliyor ya, kimsenin aklına “Kürt aklından” söz etmek gelmiyor. Bu akıl Öcalan’ın aklıdır. O, yeni paradigmasıyla devletin önüne hem bu zayıf ihtimali hesaba katarak “silahsız, barışçı, parlamenter” seçeneği   koymuş, hem de “ilk kurşunu atan devlete karşı” “PKK’yi ve HPG’yi” “tercih devletindir” diyerek masaya yerleştirmiştir. Masadaki iki seçeneği ise “tek bir programda” birleştirmiş, böylece “silahsızla silahlıyı birbirine düşürmenin” önünü de kesmiştir. Her iki partinin Önderliği ve programı birdir, mücadele yöntemleri ise farklıdır. Birinin mücadelesi kanuni, diğerinin kanun dışıdır.
Buna rağmen HEDEP ve PKK mücadele yöntemi bakımından birbirine zıt iki alternatif değildir, devlete sunulmuş olan “iki ayrı alternatiftir.” Kürt halkı, devlet bu iki alternatiften hangisini seçerse, o alternatifle yoluna devam edecektir.
HEDEP, Öcalan’ın düşüncesi temelinde bu zayıf barışçı ihtimali hayata geçirecek olan barışçı ve kanuni seçenektir. İşi çok zordur, ama umutsuz değildir.
Kongre’den benim çıkardığım sonuç HEDEP’in devleti “barışçı, legal” alternatife fena halde zorlayacağı ve bunun da barışa ve demokrasiye hasret Türkiye halkları için hayırlı olacağıdır.
Yolunuz açık olsun HEDEP’li Eşbaşkanlar, yöneticiler, HEDEP üyeleri, onun seçmenleri, bileşenleri…
Eğer gerilla “bize de bir iyi dileğin yok mu” diyecek olursa, cevabım şu olur: Sizin yolunuz zaten açıktır.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.