8 Mart’tan 21 Mart’a direniş efsanesi

Sara AKTAŞ yazdı —

  •  “Bugün halkın bayramı olsun. Yaşamın bayramı, ezilen Kürtlerin bayramı. Newroz ateşi, yurdun yüksek dağlarının zirvelerinde ilelebet yansın, bu ateşin alevi haykırsın ve söylesin… kızıl devrimin ilk başkaldırısını! ”

Geçtiğimiz hafta boyunca 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü dolayısıyla dünyanın dört bir yanında kadınlar tarihsel buluşmalar gerçekleştirdi, özgürlük taleplerini haykırdılar. Bu haykırışta kadınların tarih boyunca biriken öfkesi kadar son bir yıldır uğradıkları zulme karşı geliştirdikleri direnişin ruhu da zirveleşti diyebiliriz. Kuşkusuz bu görkemli direniş manzaralarında savaşların yarattığı ağır sonuçlar, yoksulluk, mültecileşme, kadın kırımının en üst seviyeye çıkması, erkek devlet iktidarlarının kadınların kazanımlarına saldırıları oldukça büyük bir etkide bulundu. Söz konusu genel tablo içinde Kürt kadın hareketinin geliştirdiği eylemsellikler ise dünya kadın hareketine öncülük etme rolünü hakkıyla yerine getirdiğinin en anlamlı işaretiydi. Diğer taraftan Kürt kadınları 8 Mart’ı çoktandır 21 Mart’a uzanan bir direniş köprüsü olarak anlamlandırmaktadır. Yani Newroz ateşi ilkin 8 Mart’ta kadınlarca yakılmakta, bir başkaldırı çağrısına dönüşmekte ve direniş ruhu üflenmektedir. Zira 8 Mart’ın hemen ardından, sıra karanlıkla ateşin dansı, baharın, yeniden dirilişin efsanesi, direnişin ve mücadelenin adı Newroz’a hazırlanmaya gelmektedir. 

Newroz, kökeni Babil ve Asur Krallığı'na başkentlik yapan antik Ninova’ya kadar giden bir mitolojiye dayanmaktadır. Mezopotamya'dan Orta Asya'ya kadar geniş bir coğrafyada coşku ile kutlanan Newroz, herkes için farklı anlamlar taşısa da, Kürt halkı açısından mitolojik ve kültürel yönü siyasal mesajlarıyla birleşerek, diriliş, yeniden doğuş, direniş ve zulme karşı başkaldırının zafer günü olarak anlamlanmış ve yeniden güncellenmiştir. Binlerce yıllık bu mitoloji bütün Mezopotamya, İran, Kafkasya, Anadolu ve Asya’nın iç bölgelerinde değişik versiyonlarda asırlardır dile gelsede ben Kürt halkının 50. Newroz’una hazırlandığı bugünlerde Newroz efsanesinin nasıl anlatıldığını bir kez daha hatırlamakta fayda var diye düşünüyorum. 

Bu anlatıya göre; Asur ülkesi Perslerin, Medlerin ve Asurluların birlikte yaşadığı, cennetin iki ırmağı Fırat ve Dicle’nin sınırları içinde aktığı, asi dağlarla çevrili büyük bir ülkedir. Ancak bu muhteşem güzelliklerle donatılmış ülkeye gün gelmiş halklara zülüm eden Dehaq isimli bir kral hükmetmeye başlamış. Bu zalim hükümdar tahtını, halklara korku salarak ve zülümle korurmuş. Bir zaman gelmiş dermansız bir hastalığa yakalanan zalim Dehaq’ın her iki omzunda yılan başı kadar çıbanlar çıkmaya başlamış. Hekimler seferber olmuş, şifa dağıtıcılar ilaç bulmaya çalışmış ama tüm çabaları nafile kalmış, bir türlü iyileşmemiş yılan başlı çıban. En sonunda şeytan ruhlu birisi, yarasına iyi gelecek bir öneriyle çıkmış ortaya. Her gün genç bir kız ve genç bir erkeğin kurban edilerek, beyninin yaraya sürülmesinin çıbanı iyileştireceğini söylemiş. Bunun üzerine Dehaq tez elden fermanını vermiş ve bu duruma uyan her gencin bulundukları ilk yerde öldürülmesini istemiş. Böylece Dehaq için bir bir gencecik insanlar kurban edilmeye başlanmış. 

Diğer taraftan tarihin o büyük diyalektiği işlemeye başlamış. Yani tüm zalimlerin ve zulmün karşısına mutlaka direnenlerin ve direnişinde çıktığı altın kural, Asur’da da çok geçmeden hayat bulmuş. Dehaq, genç insanların beyinlerini yaralarına süre dururken, yoksul bir demirci olan Demirci Kawa çıkmış tarih sahnesine ve gencecik insanların vahşice katledilmesine karşı direnişle yanıt verme kararı almış. Demirci Kawa, demirci elbisesini giyerek, Dehaq'ın huzuruna çıkmak istemiş. Önce içeri alınmasa da, demirci olduğunu ve hükümdarın derdine deva olacak bir ilaç bulduğunu söyleyerek içeri girmeyi başarmış. Demirci Kawa önce yanında getirdiği siyah sakızı göstererek merhem olduğunu söylemiş, sonra kara sakızı örste dövmeye başlamış. Ve Demirci Kawa merhemi sürmesi için eğilen Dehaq’ın boynuna çekicini indirmiş. Böylece kendini ölümsüz gören ve bunu halka zorla kabul ettiren Dehaq, oracıkta ölmüş. Demirci Kawa elinde çekici ve yanan meşalesi olduğu halde, Ninova sarayının en yüksek burcuna gelerek, gür bir ateş yakmış, halka zalim Dehaq’ın öldüğünü duyurmuş. Dağlarda, ovalarda ateşler yükselmiş gökyüzüne. Bir anda Ninova yakılan ateşlerle aydınlanmış, halk ateşin çevresinde halay çekerek, zalim Dehaq’dan kurtuluşunu kutlamış. Demirci Kawa ise, demir dövmeye devam etmiş olsa da yaktığı ateş karanlık çağın en parlak efsanesine dönüşmüş. 

İşte şimdi günümüzün Dehag’larına karşı savaşan çağdaş Kawa’ların damarlarında da aynı isyan ateşi akmaktadır. Çağdaş Kawa Mazlum Doğan’dan Zekiye Alkan’a, Rahşan Demirel’den Sema Yüce’ye Kürt halkının öncüleri Newroz ateşini kendi canıyla, kanıyla harlayarak direniş ruhunu canlandırmakta ve zalim Dehaq’lara meydan okumaktadır.

Son sözü "Kawayê Hesinkar" adlı tiyatro metninde Demirci Kawa'yı konuşturan Şêrko Bêkes’e bırakalım: “Bugün halkın bayramı olsun. Yaşamın bayramı, ezilen Kürtlerin bayramı. Newroz ateşi, yurdun yüksek dağlarının zirvelerinde ilelebet yansın, bu ateşin alevi haykırsın ve söylesin… kızıl devrimin ilk başkaldırısını! ”

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.