Yürümenin özgürlüğü

Sara AKTAŞ yazdı —

  • Geldiğimiz evrede Faşist Türk devletinin soykırım saldırılarını durdurmak için 25 Haziran  günü Düsseldorf’ta yapılacak olan ‘Kürdistanı Savun’ yürüyüşü bu özgürlük yürüyüşünün en önemli eşiklerinden biri olma özelliği taşıyor. Avrupa’daki Kürtler ve dostları böylesi yürüyüşleri ilk kez yapmıyor elbette. 

David Le Breton Yürümeye Övgü isimli kitabında “yürümek dünyaya açılmaktır” der ve aynı zamanda Gandhi ve Mao gibi siyasal muhaliflerin yaptıkları uzun yürüyüşlerden, Hinduculuk ve Buddhacılık’daki Hac yürüyüşlerine kadar bir çok yürüyüş eylemlerinden bahsederek yürümenin siyasal ve felsefi ufkuna açar bizi. Neredeyse tüm kitapta yürüyüşün anlamından bahseder; Yürümek, az gidilen yolu seçmektir, kişi, yürümeyi seçtiği yolun bedelini öder. Yürümek, geri adım atmayı içine sindiremez, sindirmemelidir. Çünkü, yürümek gidebilme cesaretini gösterebilmektir.  Yürümek, bir gün yürüyemeyeceğini bilmektir. Yürümek, ufku geniş olmaktır. Uzlaşmamak, itaat etmemektir. Zira önemli olan yürürken eşiği aşma iradesini göstermektir der.

Benzer şekilde Frederic Gros’da Yürümenin Felsefesi isimli kitabında “Yürümek, bütün büyük kadim bilgeliklere iyi bir girizgahtır”der ve yaşamak için ayağa kalkmanın önemini çarpıcı cümlelerle sıralar. Nietzsche'nin Kara Orman'da yürürken göz çukurlarına dolan mutluluk gözyaşlarından, Rimbaud'nun tahta ayağıyla aşacağı çöllere dair kurduğu düşlerden, göçebelerin, sürgünlerin, kaçakların, hacıların, seyyahların yürüyüşlerinden bahseder. Zira hepsinde de yürümek iki mesafe arasında gidip gelmek değil yaratıcı bir başkaldırı eylemine dönüşür. Çünkü ona göre Yürüyen insan kendi üzerine çöken karanlığı ve kaygıları, gökyüzünün parlaklığı ve yeryüzünün manzaralarının görkemi içinde aşarken kendi sınırlarını da aşmakta ve toplumu dönüştürmektedir. 

Hindistan bağımsızlık hareketinin büyük önderi Gandi, İngiliz yönetiminin ülkesini terk etmesi için 1930 yılında ünlü “Tuz Yürüyüşü”nü gerçekleştirir. Hindistan’da uzun gezilere çıktığı bir on yılın sonunda Gandi, başkaldırmaya karar verir ve direnme seferberliği başlatır. Bu uğurda başlattığı yürüyüşe çok geçmeden binlerce kişi katılır. Hint okyanusu kıyısındaki Dandi köyüne kadar 388 kilometrelik mesafeyi çıplak ayakla 24 günde kat eden Gandi, o tarihte 61 yaşındadır. 6 Nisan sabahı İngiliz polislerinin şaşkın bakışları arasında denize doğru yürür ve çamura karışmış tuzu avuçlarına alıp tatlı suda yıkayarak ufalar. Böylece bir Hintli’nin tuz çıkaramayacağına dair tuz yasasını ihlal eder. Ardından Gandi’nin çağrısına uyan binlerce köylü deniz kıyılarına akın ederek tuz çıkarmaya başlar. Bu eyleme katılan Gandi ve 60 bin eylemci hapse atılır ama yasa da işlemez hale getirilir. Her ne kadar 18 Ocak’ta ziyaretine gelen şair Tagore’a, “Etrafımı çevreleyen gölgeler arasında hiç ışık görmüyorum,” desede, kendi tabiriyle içindeki “küçük ses” çok geçmeden onunla konuşarak, denize yürümesini ve orada tuz toplamasını söyler. Ve Gandi tuz yürüyüşüne karar vererek kendi halkıyla kollektif bir destan yaratır. 

Tıpkı Kürt halkının 1970’lerden sonra başlayan ve giderek görkemli bir direniş destanına dönüşen özgürlük yürüyüşü gibi…Zira eğer her yürüyüşte bir onur varsa, oradaki dik duruşumuz bile insanlık onurumuzun bir ifadesiyse, Kürt halkının kesintisiz olarak sürdürdüğü özgürlük yürüyüşü bunun en görkemli halini ifade etmektedir. Nitekim yürümek artık bir halkın özgürlük eylemine dönüşmüştür. Varolduğunu tüm dünyaya duyurma ve bir irade beyanı olmuştur. Zira Kürt halkının hem üzerine çöken karanlığa itiraz etmeye başladığı hemde kendi varlığını yeniden yarattığı bu yürüyüş Önder Apo’nun liderliğinde 1970’lerde başlamış ve 50 yıllık bir kollektif özgürlük destanına dönüşmüştür. Kürt halkı bu özgürlük yürüyüşünü 1990’lı yıllarda büyük halk yürüyüşleri ile serhıldanlaştırmıştır. “Kendimizi oya sunmadık, seçime sokmadık ama halk, ölümüne ve hiçbir talimat bile almadan, kendi ruhunun derinliklerinde, kendi sezgisiyle nasıl yürüyeceğini, hangi sloganla, haykırışlarla ve tempoyla yürüyeceğini ortaya koymuştur. Demek ki en önemli bir gerçeklik de; önderliksel çıkış kadar, halkın candan katılımıdır. Onaylamaktan da öteye müthiş katılımıdır” derken önder Apo bu özgürlük yürüyüşünün nasıl bir halk yürüyüşüne dönüştüğünü özetler. Zira Önder Apo’nun başlattığı özgürlük yürüyüşü hiç kesintiye uğramadı, daralmadı, gerilemedi. Hep ileriye doğru bir akış, hep özgürlüğe bir adım daha yaklaşma eylemi oldu. Her yürüyüş binlerce şehidin ruhunu taşıdı. Her yürüyüş onurun ve iradenin zaferine, her yürüyüş bir halka yapılan zulmün hesabını sormaya dönüştü. 

Geldiğimiz evrede Faşist Türk devletinin soykırım saldırılarını durdurmak için 25 Haziran  günü Düsseldorf’ta yapılacak olan ‘Kürdistanı Savun’ yürüyüşü bu özgürlük yürüyüşünün en önemli eşiklerinden biri olma özelliği taşıyor. Avrupa’daki Kürtler ve dostları böylesi yürüyüşleri ilk kez yapmıyor elbette. Örneğin 31 Ocak 2012 tarihinde başlattığı Uzun Yürüyüş kesintisiz bir direniş yürüyüşüne dönüşerek sürmüştür. İşte 25 Haziran yürüyüşü de dünya hegemonik güçlerinin kirli ve insanlık dışı savaş politikalarını, ittifaklarını teşhir etmek ve Kürdistan’a yönelik savaş ve imha saldırılarını durdurmak için bir onur yürüyüşüdür. 17 Nisan’dan bu yana Zap, Metîna ve Avaşîn alanlarına yönelik başlatılan işgal ve soykırım saldırılarına karşı gerilla güçlerinin tarihi direnişini sahiplenme eylemidir. Faşist Türk ordusu ve işbirlikçilerinin her türlü kirli savaş politikalarına karşı bir itiraz bir tutumu, soykırımcı TC'ye ve işbirlikçilerine karşı karşı özgürlüğü haykırma yürüyüşüdür. 

Yarın Kürt halkı ve dostları bir kez daha “zulme hayır!” diyerek özgürlüğü için yürüyecek. Ve kuşkusuz bu yürüyüşün vuracağı her durak; güneşe, ışığa ve özgürlüğe giden yol olacak!.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.