Kadınlar neden savaşlara karşıdır? 

Sara AKTAŞ yazdı —

  • Kadınlar tarihin tüm kesitlerinde esas olarak ezilenler cephesinde ve savaş karşıtı cephede olmayı seçmişlerdir. Kadınlar savaş süreçlerinde maruz kaldıkları şiddetin ortadan kaldırılması ve daha eşit bir dünyanın inşası için çok yönlü mücadeleler vermiş, çok çeşitli örgütlenme ve organizasyonlar kurmuşlardır.

Brian Easlea’ya göre: erkek elindekiyle yetinen değil, daha fazla güç ve iktidar isteyen, barış değil savaş peşinde koşan bir bireydir. Virginia Woolf ise erkeklerin doğuştan savaşçı olmadıklarını, eril savaşçılığın yüceltildiği bir toplumsal düzen içinde doğdukları için çoğunun savaşmaya ve öldürmeye programlandığını savunmuştur. Kanımca neden ve sonuç bağlamı hangi kelimelerle kurulursa kurulsun hakikat; tarih boyunca ataerkil toplumsal cinsiyet ilişkilerinin savaşların hem nedenini hem de sonuçlarını belirlediğidir. Geldiğimiz aşamada 3. Dünya Savaşı içinde olmamız dolayısıyla kadınların neden savaşların karşısında olduğuna dair bir kaç notu hatırlatmak isterim.

Kuşkusuz kadınların neden savaş karşıtı cephede yer aldığını değerlendirmek geçmişten günümüze bitmeyen erkek savaşlarının analizini gerektirir ki bu yazıda bu olanaklı değil. Bu bakımdan ilk elden 21. yüzyılın, erkek egemenlikli devletlerin hegemonik dürtülerinin ön plana çıktığı, güç ve iktidar savaşlarının körüklediği, mezhep, etnik grup, din kökenli çatışmaların ve terörün zirve yaptığı bir zaman dilimi olduğunu söyleyebiliriz. Nitekim Orta Doğu kan gölüne dönmüşken, Ukranya’da yeni bir savaşın startı verildi. Henüz barışın sağlanmasının uzak göründüğü dünyanın bir çok yerinde; binlerce insanın yaşamını yitirmesinin yanı sıra, yakılıp yıkılan ülkeler, tüketilen umutlar ve küreselleşen mültecileşme biçiminde giderek ağırlaşan bu tablonun en ağır sonuçlarını kadınlar yaşamaktadır. Orta Doğu’da Kürdistan coğrafyası üzerinde halen süren kirli savaş, Kürt halkının ve Ezidilerin günlük olarak uğradığı barbar saldırılar, İsrail-Filistin çatışmaları, Afrika’da Ruanda’da yaşanan insan kıyımı, Avrupa’da Bosna-Hersek’de yaşanan zülüm, Afganistan ve Ukraynada yaşananlar, harabe yığınına dönen kentler ve kültürel değerler savaşların asla unutulmayacak vahşet manzaraları yarattığını tüm dünyaya göstermektedir. 

Evet, kadınlar savaşlara karşıdır çünkü; savaşın parçaladığı toplumlarda cinsel şiddetin başlıca öznesi olan kadınlar, çatışmadan sonra da kalıcı etkilere maruz kalmaktadır. Savaşın söz konusu olmadığı ortamlarda bile erkekle eşitlik mücadelesi veren kadın, savaşta daha katmerli acıların odağı olmaktadır. Zira savaş ataerkil toplumsal cinsiyet ilişkilerini sürekli beslemekte ve üretmektedir. Çünkü savaşta ataerkillik, milliyetçilik ve militarizm birbirinden güç almaktadır. Milliyetçilik ataerkil düzene ihtiyaç duyduğu erkek profilini doğuracak kadınları sunmaktadır. Ataerkil düzen milliyetçiliğe ve militarizme tam anlamıyla erkeksi erkekler üretmektedir. Dolayısıyla toplumsal cinsiyete dayalı ilişkiler savaş ortamını yaratan ve bu ortamın sürmesini sağlayan sistemin bir parçası olurken sonuçlarını en vahşi biçimiyle yine kadınlar yaşamaktadır. 

Kadınlar savaşlara karşıdır. Çünkü erkek hegemonyası, savaşılan ülkeyi kadına benzetmektedir. Bu nedenle her erkek için kadın bedeni namusun simgesi olup, politik ve cinsel üstünlük açısından önemlidir. Örneğin; işgal edilmiş düşman uluslar kadınsılaştırılarak boyun eğmiş ve hadım edilmiş olarak görülür. Bu nedenle, zafer kazanmak da erkeksileştirilerek değerlendirilir. Erkeklere cesaret, savaşma kabiliyeti, irade ve güç  atfedilirken, kadınlara korku, zayıflık, güçsüzlük özellikleri atfedilmektedir. Cinsiyetçi bakış açısına göre savaş eylemi kadını korumak uğruna gerçekleştirilen bir etkinlik olarak görülmüş, bu nedenle savaş erkeksi değerlerle, zafer ise kadınsı değerlerle özdeşleştirilmiştir. Böylelikle erkeğin tüm cinsiyetçi şiddeti savaş süreçlerinde kadınlara yönelmekte, savaşların sonucunda ortaya çıkan yoksulluk ve mültecileşme ise yine kadınları vurmaktadır.

Dolayısıyla kadınlar tarihin tüm kesitlerinde esas olarak ezilenler cephesinde ve savaş karşıtı cephede olmayı seçmişlerdir. Kadınlar savaş süreçlerinde maruz kaldıkları şiddetin ortadan kaldırılması ve daha eşit bir dünyanın inşası için çok yönlü mücadeleler vermiş, çok çeşitli örgütlenme ve organizasyonlar kurmuşlardır. Örneğin Kolombiya’da kurulan Çatışmaların Siyasal Müzakeresi İçin Kadınların Barışçıl Yolu, kadınların mücadele ettikleri örgütlenmelerden en etkili olanlardan biridir. Yine günümüzde Kürdistanın dört parçasında yürütülen kirli savaşa karşı Kürt kadınlarının geliştirdiği mücadelenin hem kendi meşru yaşam haklarını savunma hem de muazzam bir barışı inşa mücadelesine dönüştüğünü belirtebiliriz. Özellikle Barış Anneleri  ve Barış İçin Kadın Girişimi bu mücadeleyi onlarca yıldır tüm baskı ve zorbalığa karşı sürdürmektedir. Tüm bu örgütlerin temel amacı; dünyada savaşların, zulmün, kanın son bulması, yaşanılır bir başka dünyayı mümkün kılmaktır.

Virginia Woolf’un “bir kadın olarak benim ülkem yoktur, bir kadın olarak bir ülke de istemiyorum, bir kadın olarak tüm dünya benim ülkemdir” sözü değerlendirildiğinde dişil anlayışın, tüm yaşam alanlarını sahiplendiği, eril anlayışın ise tüm yaşam alanlarını kendi özelinde sahiplenmek istediği söylenebilir. Son söz olarak savaşın gölgesinde karşılanan 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü tüm ezilen ve mücadele eden, hem ülkesinde hem de dünyada barış için çaba gösteren tüm kadınlara kutlu olsun diyorum.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.