Akademiler cezaevinden farksız

Dosya Haberleri —

Akademi / Çizim: Burcu MAYIS

Akademi / Çizim: Burcu MAYIS

Cezaevindeki akademisyenler ile Akademi’den Mektuplar serimizin üçüncü bölümünde, akademide tekçiliğin nasıl işletildiğine tanıklık edeceğiz. 

  • “Ne olursan ol yine gel” düsturunu cezaevlerinden daha iyi uygulayan yok elbette. Ve şu da doğru: Giriş standartları bakımından günümüz akademisi, bir cezaevi kadar dahi çeşitliliğe izin vermiyor. Akademiye giriş, her geçen gün ayrımcı ve biatçı bir çizgiye yöneliyor. Etnik, cinsel ve dini kimlik, dışlama araçları olarak kullanılıyor.

MİHEME PORGEBOL

Seneler önce bir arkadaşım aracılığıyla Türkiye'nin saygın üniversitelerinden birinde çalışan bir akademisyenle tanıştım. Tanıştığımızda edebiyat alanında yardımcı doçentti, şimdilerde profesör. Kampüste gezinirken yaptığımız sohbette o güne dek yaptığı çalışmalarından ve bundan sonra yapmak istediklerinden bahsederken Yaşar Kemal üzerine çalışmak istediğini ancak çalışamadığını söylemişti. "Neden?" diye sorduğumda yeni tanıştığı birine ne kadar güvenebileceğini ölçüp tartarcasına duraksayıp Yaşar Kemal'in kimliğini hatırlatmış, akademik esarete dikkat çekmişti. Yaşar Kemal'in kimliği ve edebiyatının işaret ettikleriyle kıyaslayarak tam ifadeleri hatırlamamakla birlikte "Daha hakkıyla Can Yücel çalışamıyoruz, Yaşar Kemal'e mi müsaade edecekler" demişti. 

"Akademiden Mektuplar" başlıklı bu diziye başlarken artık profesör olan o akademisyenin çalışmalarına göz gezdirdim, çalışmaları arasında hâlâ Yaşar Kemal'e dair bir şey yoktu. Bu kısa anı Türkiye akademisinde bilgi üretimi ve araştırmanın koşul ve kriterlerine dair yeterince fikir sahibi olmama yetmişti. Biraz da bu anıdan referansla "Akademiden Mektuplar" dizisi içerisinde en çok tartışılması gereken konunun bilgi üzerindeki tahakküm ve akademik özgürlük olduğunu düşündüm. Bu konuyu anlatması için mektuplaştığım ve birazdan mektubunu okuyacağınız kişi de bir akademisyen/di. "Barış Bildirisi"ne imza attığı için işinden edildi. Mektubunda Türkiye akademisinin bir cezaevine ne kadar benzediğini anlatıyor: 

Saygıdeğer Yeni Özgür Politika okuru; 

Normalde bu mektubu “akademi”den yazmam gerekiyor. Akademi deyince akla muhtemelen Yüksek Öğretim Kanunu kapsamına giren bir yükseköğretim kurumu veya kurumları geliyordur, yani kısaca üniversite. Yükseköğretim kurumlarının da bütün çalışanlarını ve aktörlerini değil, bilhassa öğretim kadrosunda yer alan kişileri düşünürüz akademi dendiğinde. Bu çağrışımıyla öğrenciler ve idari personel dışarıda kalır. Böyle olunca da akademi, genel tabirle “hocalar”dır. Ben bu mektupta size akademiden seslenirken öncelikle aklımda akademinin bu biraz daha dar alanı olacak. Öğrencileri dışarıda bırakan böyle bir bakışı gerekçelendiren muhtemelen o “hocalar” denen kişilerin  kurumlardaki kalıcılıkları ve otoriteleri. İdari personeli dışarıda bırakmanın gerekçesi ise akademi tabirinin bilhassa doğrudan bilgi üretim, öğretim ve paylaşım sürecine atıf yapması. Fakat yine de, yükseköğretim kurumlarıyla resmi bağı olanların biraz dışını da dikkate almak gerekiyor. Bu kurumlarla ücretli çalışan olmak şeklinde bağı olmayan bir grup insan da, gevşek ve tartışmalı sayılabilecek ölçütler dahilinde akademinin içinde görülebilir. Bunlar, yüksek lisans öğrencileri ve mezunları ile bilhassa bunlardan akademik kabul edilen entelektüel faaliyetlere katılanlar. Dolayısıyla güncel siyasetin dışında bir miktar akademik disiplini gözeterek ve akademik çevrelerle münasebeti koruyarak yürütülen entelektüel faaliyetler pekala akademinin içinde kabul edilebilir. Belki de, resmi anlamıyla akademiye olasılığı hukuken tükenmemiş eski bir akademisyen olarak kendimde sizlere akademiden seslenme hakkını görmemi mümkün kılmak için uydurduğum bir genişletmedir bu. Takdir sizin. Ne derseniz deyin, akademiye ilişkin eskimiş tanıklıklarla değil, Barış Bildirisi olarak anılan metni imzaladığı için veya darbe girişimi sonrası muhtelif irtibat, iltisak iddialarıyla akademiden uzaklaştırılan, ilk durumda yüzlerce, ikinci durumda binlerce akademisyen gibi akademiyle geçmişte var olan bağı inkar edilmeme rağmen, akademinin “içinden” yazacağım.

Akademi cezaevi gibi

Anlatacağım şey, kısaca, bilebildiğim kadarıyla yükseköğretim kurumlarıyla resmi bağı olsun olmasın bu akademik şahısların yaptıkları işi nasıl yapmakta oldukları. Bulundukları akademinin ne menem bir yer olduğu. Eğer varsa bir beklentiniz, akademik dünyanın bu beklentiyi karşılayıp karşılayamayacağı.

Farklı seçeneklerden elimde akademinin bugünkü halini anlatmaya en uygun kurum, cezaevi gibi geldi. Teşbihte hata olmaz diyerek affınıza sığınıyorum elbet, çünkü cezaevinin genel yapısı yanındaki hali hazırda uygulanan hukuk ve insanlık dışı politikaların ne çok can yaktığını bilmiyor değilim. Hatta cezaevlerinde pek çok akademi mensubunun olduğunu da biliyorum. Ama akademiyi insani kurumlardan birine benzeteceksek, pek çok ortak özelliği ve pratiğiyle cezaevine benziyor.

Çeşitliliği ifade eder ama...

Akademiyi akademi yapan şeylerden biri, belki de en önemlisi, zenginliği veya çeşitliliğidir. Bu çeşitlilik, akademinin ruhuna düşman olanlar ile akademik beceri ve yetilere asgari düzeyde bile sahip olmayanları dışlamak kaydıyla, akla gelebilecek her türden çeşitliliği ifade eder. Dil, din, ırk, cinsiyet, etnik köken, mezhep, siyasi görüş, kültür; akademide kendine yer bulur. Akademi, mensuplarının bu özelliklerini dışlama amacıyla göremez; ama adil ve hakkaniyetli bir temsil için bu özelliklere de bakar. Kamunun yansıması olan çeşitliliğin görünür hale gelmesini ister ya da istemelidir. Hatta akademi, gündelik hayatta görünemeyen kimliklerin varlığını öncelikle garanti altına alan yerdir. Bilginin konusu da, bilgiye yönelen perspektif de, çeşitliliği yok sayarak tekliğe indirgenemez, indirgenmemelidir. 

Ayrımcı bir çizgiye yöneliyor

Cezaevi, diyerek başlayacağım cümlenin, biraz da espriyle, zaten bu ideal akademi tanımına bir ölçüde uyduğunu söyleyebilirsiniz elbette. Gerçekten de cezaevlerinin kapısı, iktidara biraz olsun kafasını kaldıran, hatta bazı durumlarda kafasını kaldırma potansiyelini barındıran herkese sonuna kadar açık. Cezaevlerinin kabul standartları akademiye oranla çok daha düşük. “Ne olursan ol yine gel” düsturunu cezaevlerinden daha iyi uygulayan yok elbette. Ve şu da doğru: Giriş standartları bakımından günümüz akademisi, bir cezaevi kadar dahi çeşitliliğe izin vermiyor. Akademiye giriş, her geçen gün ayrımcı ve biatçı bir çizgiye yöneliyor. Etnik, cinsel ve dini kimlik, dışlama araçları olarak kullanılıyor. Güvenlik soruşturması, akademiye ilk kez alınanların karşısında Kafka’nın Dava’sı kadar bilinmez ve aleyhe işleyen bir pratik olarak çıkıyor. Akademik yükseltme jürileri, bir zamanların yetersizlikleri sebebiyle ıskartaya çıkartılmış öğretim üyelerinin çoğunluğu sağlayacağı tarzda, ama salt “siyaseten istenmeyeni eleme” esasına göre çalışır tarzda.

Her türlü baskı aygıtı kullanılıyor

Evet, haklısınız, bu noktada kurduğum analoji başarısız. Fakat kurum içi pratik açısından cezaevinin çeşitliliği bastırışı ile akademi arasında hayli benzerlik var. Cezaevinin kapıları müthiş bir çeşitlilik içerisinde herkese açık fakat içeriye girdiğinizde her türlü kimliğinizin bastırılması için usul ve pratikler var. Dışarıda bir ölçüye kadar deneyimleyebildiğiniz özgürlük, içeride kanuna, yönetmeliğe, yönergeye kasten yansıtılmamış durumda. Üstelik “içeride” olmanızın nedeni kimi zaman o kimliğiniz olduğunda, tam da onun inkar edilmesi, bastırılması için özel bir çaba da harcanıyor. Mektubu uzatmamak için, hepimizin bildiği “anadil” yasaklarını anıp geçeyim. Buna bir de, mahpusların okuyabilecekleri kitaplar ve izleyebilecekleri yayınlar üzerindeki kısıtlamaları ekleyeyim. İşte akademi, tam da varlık sebebinin aksi istikamette, sadece bugün veya son yirmi yıldır değil, ama son dönemde çok daha ağır bir şekilde, toplumdaki çeşitliliği kişisel temelde bünyesinde barındırmamak, var olanları da görünmez kılmak için elinden gelen her türlü baskı aygıtını kullanıyor. 

Her zaman mobbing var

Adın kimi zaman konmuş kimi zaman konmamış veya kişiye özel uygulanan dil yasakları, cinsel yönelime yönelik baskılar, mezhep düşmanlıkları, kadınların yükselmesinin önündeki duvarlar, siyasi görüşlerin kimine karşı çok sert, kimine karşı biraz daha müsamahalı ama her zaman mobbinge varan müdahaleler vs. Akademi, bir cezaevi pratiği olarak, kendi standardını Türklükle, Müslümanlıkla, Sünnilikle, sağcılıkla, hetero-erkeklikle belirlediği standardını kendi mensuplarına dayatmaktan çekinmiyor. Bu dayatma, sadece kişilerin akademide yer alma, yani yükseköğretim kurumlarında resmi bir kadroyla veya iş sözleşmesiyle bulunma, akademik toplantılara katılma, akademik kurumlarda yönetici pozisyonunda olma, akademik yükseltme kurullarında görev yapma, bilimsel dergilerin yönetim ve hakem kurullarında yer alma, hatta kimi zaman dergilerde yayın yapma açısından gözetilmiyor. Dayatma aynı zamanda bilimsel/akademik faaliyetin konusuna da yöneliyor. 

Akademinin içi boşaltıldı

Akademik çalışma yürütecek insanlar, eğer bu araştırmayı yükseköğretim kurumlarına bağlı olarak yürütüyorlarsa, karşılarında tez danışmanlarını, tez savunma jürilerini, akademik yükseltme jürilerini, proje birimlerini; hani konuları çalışmayacaklarını kimi zaman açıkça kimi zaman aba altından sopa göstererek işaret eden infaz koruma memurları olarak buluyorlar. Eğer çalışmasını bağımsız bir şekilde yürütmüş ve bir dergide yayımlayacak veya yurtdışında bir üniversitede tez yazmış da denkliğini ilgili kurumdan talep edecekse, ya derginin editör veya hakemi o çalışmanın en hafifinden sakıncalı olduğunu söylüyor yahut da usuller delinerek yürütülen denklik değerlendirme sürecinin sonucunda tezin suç unsuru barındırdığından bahisle suç duyurusunda bulunulabiliyor. İşte cezaevi ve akademi, çeşitliliğin görünmez kılınmasında, hatta farklıların ıslah edilerek tektipleştirilmesine hizmet etmesinde burada birleşiveriyor. Hele bir de bu ıslah ve tektipleştirmenin, akademisyenler hakkında konuşmayı tercih ettiğim için hesaba katmadığım öğrenci boyutundaki etkileri hesaba katılacak olursa, akademi, evinizin oturma odasında, mahalle kahvesinden veya cami önündeki banklardaki kalabalıklardan farksız bir yere dönüşüveriyor.

Psikolojik işkence!

Mektubun başında teşbihte hata olmaz diyerek affınıza sığındığımı hatırlatarak, akademi, cezaevinin veya karakolların dışında yapılabildiği kadarıyla fiziksel olmasa da psikolojik işkencenin de tezahür ettiği yer olarak karşımıza çıkıyor. Akıl almaz soruşturmalar, izan kabul etmez hakaretler, aşağılamalar, atamalar vs. İstenmeyeni, ötekini, farklıyı, standardın dışındakini ya biat etmeye zorlayarak ağır bunalımlara sürüklüyor yahut da akademinin dışına atarak hayatını zorlaştırıyor. KHK’ler rejimiyle birlikte idarenin eline geçirdiği muazzam suçlama ve eleme yetkisi, kimi iktidar için bilinçli bir şekilde, kimi de herhangi bir ilkesi ve ülküsü olmaksızın fırsatçılıkla davranan işbirlikçilerin, çoğunlukla salt bilimsel merak ve hedeflerle akademiye gelmiş insanların hayatlarını çekilmez kılmasına, bunu yaparken de akademinin ideal görünümünden uzaklaşılmasına sebep oluyor.

İhanet ettiler

Sonuç, en iyisinden, hiçbir hakiki merak olmaksızın yürütülen, toplumsal gerçekliğe ve ihtiyaçlara temas etmeyen bilimsel araştırmalar, en kötüsünden de gerçekliği çarpıtmak ve inkar etmek için bilimsel çalışma görüntüsünde üretilen bir kısım zırvalıklardır. Bu zırvalıklar, elbette ki hiçbir bilimsel, rasyonel sebep sonuç ilişkisine ihtiyaç duymadan, akademinin dayandığı hikmeti hükümetin gerekçelendirilmesine bir retorik işlevi de görür. Böylece akademik üretim, gerçek bir toplumsal ihtiyaca karşılık gelmeyen çalışmalar ile devletin basit bir aygıtından öteye gitmeyenler olarak ikiye bölünür. Bunların sahipleri de, içeriği boş olsa da yayın sayısı sayesinde böbürlenenler ile devletin güç odaklarının dikkatini çekmeyi başarırsa daha fazla güce, daha fazla paraya kavuşacağı ümidine taslayanlardır. Her halükarda akademi, çalışanlarıyla, yöneticileriyle ve ürettikleriyle topluma ve hakikate, varlık nedenlerine, kendisini yaratanlara ve hizmet ettiği takdirde varlık iddiasında bulunabileceklerine ihanet etmiştir.

Son söz olarak, mektubumda özgürlük kelimesini sadece bir yerde kullandığımı fark ettim. Sanırım sebebi, akademiyi eleştirirken bile artık özgürlük kelimesini kullanmanın israftan başka bir anlam taşımıyor olması.

Akademinin hal-i pür melali, biraz da budur sevgili okur.

* * * 

Not1: Bu seriye mektup yazan akademisyenlerin mevcut durumları göz önünde bulundurularak güvenlikleri öncelenmiştir. Kendilerine ve kimliklerine dair herhangi bir ipucuya dahi yer verilmemeye özen gösterilmiştir.

Not2: Dosyamızda yer alan çizimler her mektup için özel olarak Burcu Mayıs tarafından hazırlanmıştır. 

 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.