AKP sonrası demokrasiye geçiş programı olmalı

Dosya Haberleri —

Mehmet Bozgeyik

Mehmet Bozgeyik

KESK Eş Genel Başkanı Mehmet Bozgeyik ile Türkiye’de derinleşen ekonomik krizi ve siyasete yansımalarını konuştuk.

  • İktidar ve yandaş medya maaşlardaki artışı ‘müjde’ olarak ifade etse de aslında bir emek hırsızlığı ile karşı karşıyayız. Sonuçta emekçilerin üretmiş olduğu artı değerin çalınarak, sermaye gruplarına, askeri harcamalara kaynak olarak aktarılması, emekçilerin giderek daha fazla yoksullaşmasına neden olmuştur. 
  • Yeni iktidara gelecekler açısından önümüzdeki dönem, AKP’nin yaratmış olduğu talanı, rantı, yargıdaki siyasallaştırmayı, birçok kamu kurumunda oluşturduğu siyasallaşmayı ortadan kaldırılabilmesi ve Türkiye’de demokrasinin yeniden inşa edilebilmesi açısından bir geçiş programı olması gerekiyor. 

MASİS HESKİF/ANKARA

AKP-MHP iktidarının politikaları sonucu büyük krizin yaşadığı Türkiye'de bütçe genel olarak savaşa akarken hükümet bununla övünüyor. Türkiye toplumu derin bir ekonomik kriz yaşıyor ve geçim derdi ile açlık sınırı ülkenin temel gündemi haline geldi. Günden güne gıdadan elektriğe, doğal gazdan birçok ürüne zam gelirken, işçi ve kamu emekçilerinin aldıkları maaş da zamlar karşısında erimiş durumda. Türk-İş’in açıkladığı Haziran ayı açlık ve yoksulluk sınırı verilerine göre, dört kişilik bir ailenin açlık sınırı 6 bin 391 TL, yoksulluk sınırı ise 20 bin 818 TL’ye ulaştı. Türk-İş’in verilerini açıkladığı haftada, AKP lideri ve Türk Cumhurbaşkanı Erdoğan da asgari ücret ile çalışan emekçilerin maaşlarına yüzde 30 zam yapıldığını ve net 5 bin 500 lira olarak belirlendiğini bir müjde gibi açıkladı. Erdoğan’ın açıkladığı asgari ücret tutarı açlık sınırının altında kalırken, asgari ücret rakamının açıklandığı hafta ise birçok ürüne yeniden zam gelerek Temmuz ayı bitmeden asgari ücrete getirilen zam erimiş oldu.

Bakanın sokaktan haberi yok

Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TÜİK) enflasyon oranlarını yüzde 78,62 olarak açıklamasının ardından, memur ve memur emeklilerine yansıyacak enflasyon farkı da belli oldu. Buna göre memur ve memur emeklilerinin toplu sözleşmeye göre alacakları enflasyon farkı yüzde 41,69 oldu. Öte yandan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Bilgin ise, "Türkiye’deki açlık sınırı 3 bin 600 lira ile 4 bin lira arasındadır" açıklamasında bulundu. TÜİK verilerine göre haziranda enflasyon yıllık bazda yüzde 78,62’ye çıktı. 2022 Ocak-Haziran dönemindeki enflasyon ise yüzde 42,35 oldu. ENAG verilerine göre ise yıllık enflasyon yüzde 175,55’ken 6 aylık enflasyon ise 71,44.

Asgari ücret ve memur ve memur emeklilerine yapılan zammı ve emekçilerin yaşam koşullarını Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) Eş Genel Başkanı Mehmet Bozgeyik ile konuştuk.

İktidarın hem memurlar için açıkladığı zam oranları hem de asgari ücret kimseyi memnun etmedi. Emekçiler bu rakamlarla geçinebilecek mi?

Asgari ücretle çalışan milyonlarca işçinin günlük olarak yaşadığı ekonomik krize, yoksullaşmaya baktığımızda TÜİK’in rakamlarının gerçekçi olmadığını net olarak görüyoruz. TÜİK’in o verilere hangi bilimsel ölçütlerle ulaştığını bilmiyoruz. Bugün marketin, pazarın durumu, elektrik, doğalgaz gibi birçok ürüne gelen zamların oranı ortada. Son 1 yıldır gelen zamları düşünmeden bir asgari ücret ve açlık sınırı açıklaması yaptı. Oysa biz biliyoruz ki Türkiye’de Türk-İş’in açıklamış olduğu açlık sınırı oranının da üzerinde bir açlık sınırı var. Neredeyse 9 bin TL’ye yaklaşan bir açlık sınırıyla karşı karşıyayız. Yoksulluk sınırının da 20 bin TL’yi aştığı bir dönemde, asgari ücrete yapılan yüzde 29,3’lük artış işçilerin yaşadığı yoksulluğu gidermediği açıkça ortada. Türkiye’de ekonomik kriz bir yandan, siyasal kriz bir yandan, ekolojik kriz de bir yandan giderek artıyor. Özellikle bölgesel anlamda devam eden savaşlar, çatışmalar, kamusal bütçelerin askeri harcamalara ayrılması nedeniyle işçiler, kamu emekçileri için özellikle merkezi bütçeden ayrılan ödeneklerde sürekli bir azalma oluyor. Doğal olarak da eğitime, sağlığa, yerel yönetimlere, kamusal hizmetlere yeterince bütçe ayrılmaması ekonomik krizi derinleştiriyor. Tabi Türkiye’de bu kriz Avrupa’ya oranla çok daha derin bir yoksulluk sürecine evrilmiş durumda. Erdoğan Avrupa’da da enflasyonun yüzde 2’den yüzde 8’e çıktığını ifade ediyor ama Türkiye’de geçtiğimiz yıl yüzde 14’lerde olan enflasyon bugün yüzde yüz 50’lere ulaşmış durumda. Bu sebeple TÜİK’in açıklamış olduğu yüzde 78,62 oranındaki enflasyon gerçekleri yansıtmıyor.

Memur ve memur emeklilerinin maaşlarına getirilen zamlara gelmeden önce, asgari ücretin en az kaç lira olması gerektiğini düşünüyorsunuz?

Türkiye’de milyonlarca asgari ücretlinin ücretlerinin açlık sınırının üzerine çıkartılması gerekiyor. Şu anda 5.500 TL olan asgari ücret, Türk-İş’in açıklamış olduğu açlık sınırının altında kaldı. Yine işçi emeklileri arasındaki durum da daha kötü. Doğal olarak KESK açısından 4 kişilik bir ailenin açlık sınırı baz alınarak, tabi bu TÜİK’in belirlemiş olduğu açlık sınırı değil bağımsız araştırma şirketleri ve meslek örgütlerinin yayınlamış olduğu açlık, yoksulluk raporlarındaki açlık sınırının üzerine çıkarılması gerekiyor. Bu aydan sonra vergiler de artacak, vergilerin artmasıyla beraber yapılan zamlar alınan vergilerle birlikte bir ay içerisinde erimiş olacak.

TÜİK’in açıkladığı enflasyon rakamına gelecek olursak, TÜİK yüzde 78,62 oranında enflasyon rakamı açıkladı ve memur, memur emeklilerinin maaşları da belirlenmiş oldu. Memur ve memur emeklisi yüzde 41,69; SSK ve BAĞ-KUR emeklileri yüzde 42,35 zam alacak. Bu rakamları nasıl okuyorsunuz? 

TÜİK’in açıkladığı enflasyon rakamlarına baktığımızda aylık yüzde 4,95, 6 aylık yüzde 42,35, yıllık yüzde 78,62 oranında  resmi anlamda enflasyonda artış oldu. Esas itibariyle bizim baz aldığımız gıda ve ulaştırma enflasyonuna gelen artışlar. Bugün Türkiye’de yüzde 95 gıda, ulaştırma enflasyonu açısından baktığımızda ise yüzde 123’ü aşan bir ulaştırma enflasyonu ile karşı karşıyayız. Bağımsız iktisatçılardan oluşan Enflasyon Araştırma Grubu (ENAG) ekiplerinin açıkladığı yıllık enflasyona baktığımızda yüzde 175 oranı gibi Türkiye’de gerçek bir enflasyon rakamından söz ediyoruz. Doğal olarak kamu emekçilerinin de temmuz ayındaki ücret artışlarının TÜİK’in 6 aylık enflasyon hesaplamaları üzerinden yapılması, yaşamış olduğumuz yoksulluğu, maaşlarımızda yaşanan gelir kaybını gidermediğini ifade edebilirim.

AKP, toplumu kurmuş olduğu yandaş medya üzerinden yalan politikalarla yöneterek de bugün Türkiye’de yaşadığımız yoksulluğun üzerini örtmeye çalışıyor. Ancak sokağa, pazara çıktığımızda herkes derin yoksulluktan ve AKP’nin izlediği bu ekonomik politikalarından rahatsız olduğunu, geçinemediğini, barınamadığını ifade ediyor.

Maaşlarda yaşanan gelir kaybını örneklerle açıklar mısınız?

Sadece Haziran 2021 ile Haziran 2022 döneminde ekmekteki fiyat artışı yüzde 192 oldu. Yine makarna ve çeşitlerinde yüzde 118, tavuk etinde yüzde 116, dana etinde yüzde 197, sütte yüzde 137, peynirde yüzde 104, patateste yüzde 243 oranında bir artıştan söz ediyoruz. Buna bir de elektrik, doğalgaz, katı yakıtlar, ulaştırmadaki yakıtlara gelen zamları da ekleyebiliriz. Bir yıl içerisinde benzin ve motorinde yüzde 250 oranında bir artış oldu. Tüm bu veriler ortadayken özellikle kamu emekçilerine bu dönem açısından TÜİK’in vermiş olduğu rakamlar üzerinden ücret artışının yapılması yaşamış olduğumuz yoksulluğu gidermiyor. Sadece işçiler değil, kamu emekçileri de açlık sınırının altında kalmış durumda. İktidar ve yandaş medya maaşlardaki artışı ‘müjde’ olarak ifade etse de aslında bir emek hırsızlığı ile karşı karşıyayız. Sonuçta emekçilerin üretmiş olduğu artı değerin çalınarak, sermaye gruplarına, askeri harcamalara kaynak olarak aktarılması, emekçilerin giderek daha fazla yoksullaşmasına neden olmuştur. Doğal olarak da maaşlarımıza yapılacak yüzde 41,69 oranındaki zam ancak açlık sınırının altında kalmamıza neden olacaktır.

Hem ekonomik hem de sosyal-siyasal krizden kaynaklı yaşam koşullarının ağırlaşması, memurlara dönük baskı politikalarından dolayı size bağlı sendikalarda ve üyelerinizde işten istifalar söz konusu oluyor mu?

Bizde daha çok sağlık sektöründe istifalar oluyor. Sağlıktaki özelleştirme politikaları ve sağlık emekçilerinin taleplerinin karşılanmaması, yaşamış oldukları yoğun stresli çalışma koşulları ve mobbing nedeniyle sağlık emekçilerinde çok yoğun istifa etme ve yurt dışına gitme durumu var. Genel anlamda kamu emekçileri açısından öğretmenler, memur vs. olsun bunların yurt dışına gittiklerinde iş bulma olanakları çok düşük olduğundan onlarda çok yurt dışından söz edemeyiz. 

 Toplumdaki borçlanmalara gelecek olursak; geçtiğimiz günlerde açıklanan bir raporda, son altı haftada yurttaşların borcunun 91 milyar arttığı belirtilirken, icra dosyalarının sayısının son bir yılda 1 milyon 485 bin adet arttığı, 24 Haziran itibariyle 23 milyon 778 bin icra dosyası olduğu öğrenildi. Bu rakamlara ilişkin neler söylersiniz?

Milyonlarca kamu çalışanı açısından da çok yoğun bir borçlanmadan söz edebiliriz. Bu dönem açısından en fazla zenginleşen AKP’ye yakın müteahhitler ve bankalar oldu. Bankaların kârları yüzde 250-300 oranında artmış durumda. Özellikle aldıkları ücretle geçimini sağlayamayan insanlar, bankalardan kredi kullanarak borçlanmakta veya kredi kartı borçlarını ödeyememekten kaynaklı icra gibi çeşitli sorunlarla karşı karşıya kalmaktadır. Aşırı bir borçlanma ve bu borcu ödeyememe krizi var çünkü çekmiş olduğu krediyi aylık aldığı maaşla ödemesi zor. Bunun da giderilebilmesi için bütçede doğru tercihler yapılması gerekiyor. Biz 2022 yılı bütçesi hazırlanırken de özellikle bütçe kayaklarının eğitime, sağlığa, kamu emekçilerine, emeklilere, işçilere, kadınlara, gençlere ayrılmasını savunduk maalesef hükümet var olan bütçeye 6 ay geçmeden yüzde 62’lik bir ek bütçe daha yapmak zorunda kaldı. Doğal olarak bizim yoksulluğumuzun giderilebilmesi için en az yüzde 86 oranında bir ücret artışının yapılması gerekiyor ki yoksulluk sınırının üzerinde bir maaş standardına kavuşmuş olalım.

Dünya’da da ekonomik ve siyasal bir kriz var. Türkiye'de halk bu krizi çok ağır yaşıyor. Türkiye asgari ücret seviyesi olarak Avrupa'da sondan üçüncü sırada yer alarak sadece Arnavutluk ve Bulgaristan’ı geçebildi. Türkiye’nin bu konumda olmasını neye bağlıyorsunuz?

Elbette ki Dünya’daki krizin etkisi var ama AKP’nin de tercih ettiği ekonomik politikaların etkisi de var. AKP faizi sürekli düşük tutup, enflasyonu yükseltiyor. Uzun bir süreden beri Merkez Bankası denetim altına alınmış, bağımsız hareket edemiyor. TÜİK denetim altına alınmış bağımsız hareket edemiyor. İkisi bağımsız hareket edemediği için para politikasında da bir iyileşmeyi göremiyoruz. Dövizde ve altında sürekli bir yükseliş var. Neo-liberal politikalar uygulayarak piyasalaştırma, kamusal kaynakların talan edilmesi durumu var ve yoğun bir yalanla bunu bastırmaya çalışıyorlar. Toplumu kurmuş olduğu yandaş medya üzerinden yalan politikalarla yöneterek de, bugün Türkiye’de yaşadığımız yoksulluğun üzerini örtmeye çalışıyor. Ancak sokağa, pazara çıktığımızda herkes derin yoksulluktan ve AKP’nin izlediği bu ekonomik politikalarından rahatsız olduğunu, geçinemediğini, barınamadığını ifade ediyor. Ağustos-Eylül ayından itibaren de Türkiye’de bir konut krizi açığa çıkacak. Her ne kadar konutlarda yüzde 25 oranında bir düzenleme yapılsa da bugün metropol illerde yüzde yüzü aşan bir kira artışı var. Bu da Eylül ayından itibaren yeniden üniversiteye başlayacak öğrenciler açısından bir barınma krizi yaratacak. Ayrıca kiralık evde yaşayan kamu emekçileri açısından da kirayı ödeyememe gibi sorunlarla karşı karşıya kalacağız. Kısacası Türkiye giderek ekonomik çöküş sürecine girmiş durumda. Aynı zamanda ekonomiyi yönetemediği için siyasal anlamda da bir çöküş süreci yaşıyor.

  • Bugün Türkiye’de işçi ve emekçilerin yaşadığı bu yoksulluğun tek sebebi AKP-MHP değil, bir de yandaş sendikalardır. AKP-MHP’ye yakın sendikalar da özellikle bu izlenen anti-demokratik politikalara, ekonominin çöküş sürecine, kamu emekçilerinin yoksullaşmasına karşı tepkilerini göstermiyorlar çünkü direkt olarak bir parti sendikası haline gelmişler.

Asgari ücrete yapılan son zammın ardından HAK-İŞ Genel Başkanı, AKP'li Erdoğan'ın açıkladığı açlık sınırı altında kalan asgari ücreti olumlu bulduklarını açıkladı. İktidara yakın işçi sendikalarının ekonomik kriz hakkındaki sessizliği ve iktidarın politikalarına destek vermesi sizce krizi ne derece etkiliyor?

Bugün Türkiye’de işçi ve emekçilerin yaşadığı bu yoksulluğun tek sebebi AKP-MHP değil, bir de yandaş sendikalardır. AKP-MHP’ye yakın sendikalar da özellikle bu izlenen anti-demokratik politikalara, ekonominin çöküş sürecine, kamu emekçilerinin yoksullaşmasına karşı tepkilerini göstermiyorlar çünkü direkt olarak bir parti sendikası haline gelmişler. Doğal olarak onlara üye olan emekçilerin de onlara karşı tepkilerini yükselterek birleşik ortak bir mücadele ile ancak Türkiye’deki sorunların çözülebileceğini düşünüyoruz.

Seçim tartışmalarına gelecek olursak: Sizce iktidar değişikliği ile bu krizden kurtulmak mümkün mü? AKP’nin yarattığı bu tahribat ve krizin, kısa sürede aşılacağını düşünüyor musunuz?

Bizce bu ekonomik ve siyasal krizden kurtulmak için geçiş programı oluşturulmalıdır. Yeni iktidara gelecekler açısından önümüzdeki dönem AKP’nin yaratmış olduğu talanı, rantı, yargıdaki siyasallaştırmayı, birçok kamu kurumunda oluşturduğu siyasallaşmayı ortadan kaldırılabilmesi ve Türkiye’de demokrasinin yeniden inşa edilebilmesi açısından bir geçiş programı olması gerekiyor. Bu geçiş programı içinde ekonomik krizi nasıl çözeceklerinin de açıklanması gerekiyor. Toplumsal, demokratik, ortak müştereklerimizin nasıl yönetileceğini, kamu emekçilerinin bu yönetim sürecinde nerede yer alacaklarını belirlemek gerekiyor. İşçiler, kadınlar, gençler bu yönetim sürecinde yer alabilecek mi, ikincisi ise anayasal anlamda çok sorunumuz var. Geçiş programı sürecinde demokratik bir anayasanın oluşturulması, sendikal haklarla ilgili örgütlenme, düşünce, basın ve ifade özgürlüğü ile ilgili birçok sorun var. Bunların hepsini kapsayacak, çoklu kriz olarak tanımladığımız siyasal, ekonomik, ekolojik, kadın ve birçok alanda yaşanan krizi çözecek bir geçiş programıyla ancak bu süreç aşılabilir. Yoksa hiç kimsenin elinde bir sihirli değnek yok. O açıdan da emek meslek örgütleri, demokratik kitle örgütlerinin, toplumun görüşünü alarak önümüzdeki dönemin geçiş programını hep birlikte oluşturmak gerekiyor. Toplumun, emekçilerin, halkın desteklemediği bir geçiş programının da bizim açımızdan çok sahiciliği olmayacağını ifade edebilirim. 

Bahsettiğiniz geçiş programını KESK olarak konuşup muhalefetle paylaştınız mı?

Biz KESK olarak yaz döneminde tutum belgesi hazırlamaya çalışacağız. Önümüzdeki dönem oluşacak seçimde kamu emekçileri olarak ne talep edeceğimizi hazırlayacağız. Taleplerimizin hepsinin konuşulması gerekiyor. Tutum belgemizle birlikte önümüzdeki eylül ayından itibaren tüm siyasi partileri ziyaret ederek, özellikle onlardan beklentilerimizi ifade edeceğiz. AKP ve MHP dışındaki hemen hemen tüm partileri, yine Meclis dışındaki sol-sosyalist partileri, emek meslek örgütlerini, demokratik kitle örgütlerini kadın örgütlerini de dahil ederek çok geniş bir programla emekçilerin de bu sürece dahil olması, birleşik ortak bir mücadelenin geliştirilmesi noktasında üzerimize düşen sorumlulukla katkı sunacağız.

* * * 

Artış cebimize girmeden gidecek

Gelir-gider politikasını nasıl yorumluyorsunuz?

Türkiye’de en büyük sorun gider-gelir vergi politikaları. Özellikle gelir vergisi tarifesinde dilim tavan tabanlarında veya vergi oranlarındaki ek bütçeye paralel artışlar yapılmamıştır. Doğal olarak bunun yapılması gerekiyor. Çünkü aksi durumda maaş artışları cebimize girmeden gelir vergisi olarak tekrar hazinenin bütçesine gidecek. İktidar bütçeyi tek başına belirleyip ardından toplu sözleşme masasında bütçe imkanlarımız el vermiyor diyor. Doğal olarak da bütçe belirlenirken halkın, emekçilerin bütçe yapma hakkı önündeki engellerin kaldırılması gerekiyor. Yine sendikal hakların önündeki engellerin kaldırılması gerekiyor ve bizim açımızdan da demokratik bir toplu sözleşme yasasının yeniden düzenlenmesi gerekiyor.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.