Kültür ve ahlakın temeli toplumsallaşmadır
Dosya Haberleri —

Resim: Lukman AHMAD
- Kültür nedir, nasıl tanımlanabilir? Kültür denildiğinde sadece ‘kültürcüler’ olarak adlandırdığımız insanların yaptıkları mı anlaşılmalıdır? Yoksa bu kültür başka bir şey midir? Ahlak olgusu için de durum kültür kavramından daha karmaşıktır. Ahlak neredeyse unutulan bir değer durumundadır.
CİHAN EREN
Konu başlıkları ve genel tanımlamalar biçiminde kültür ve ahlakı tanımlamak, ne olup olmadıklarını tartışmak, günümüz toplumsal sorunlarının anlaşılması ve çözümleri için önemlidir. Konuyu daha fazla güncel sorunlar bazında değerlendirmek için iki başlık altında ele almak yararlı olabilir. Tartışıldığında da görüleceği gibi, günümüz açısından kültürü devrimcileştirmenin dışında, yine ahlaklı olmanın da devrimci olmaktan başka çaresinin olmadığı görülecektir. Bunun için günümüz kültür ve ahlakına devrimciliği dayatmak gerekir. Aslında günümüz realitesi içinde kültür ve ahlak olgularını tartışıp durumlarını çözümlemekten ziyade, bu iki olgunun daha çok varlar mı yoklar mı tartışması biçiminde ele alınmalarının daha yararlı olabileceğini belirtmek yerinde olur. Güncel planda yaşanan sorunlarla bağlantılı olarak, ‘devrimci kültür ve ahlak’ boyutunun temel ölçülerinin neler olabileceğini ve pratikleşmeleri için karşı zorluklarının nasıl aşılması gerektiğini ortaya koymak insanlık için en kutsal işlerden sayılmalıdır.
"Kültürsüzlük" dayatması!
Bizim iddiamız, toplumsallığın kutsal yaşama kavuşması açısından, Önderlik gerçeğinde somutlaşan yeni yaşamı yaratan özgürlük mücadelemizin bu insanlık değerlerinin günümüzdeki temsili olduğudur. Bunun için de tüm eksikliklerine ve yetmezliklerine rağmen, devrimci kültür ve ahlak olguları çerçevesinde PKK’deki kültürü, ahlakı ve bunların kadro gerçekliğinde gerçekleşme düzeyini ortaya koymak, bu bölüm içerisinde değerlendirmek konunun somutluk kazanması için anlamlı olacaktır.
Bu iki kavram hakkında çok şey dile getirilebilir. Zaten konu kültür olunca, insan dili döndüğü müddetçe konuşabilir. Kültür konusunda şimdiye kadar yazılan tüm kitaplar kültürü öğrenmek için okunabilir. Ama tartışmalar ilerledikçe, kültür konusunda asıl meselenin insanlığın çok zengin bir kültüre sahip olup olmadığı noktasında yattığı anlaşılacaktır. Yani bizim için sorun neyin kültürü tarif ettiğinden çok, bu zenginliğin neden sorun teşkil ettiğidir. Bunca maddi ve manevi kazanıma, zenginliğe ve tecrübeye rağmen, kim “kültürsüzlüğü” insanlara neden dayatıyor? Bizce kültürleşme açısından bu daha anlamlı bir kültürel yaratımdır.
Yalnız bırakılan değer ahlaktır
Ahlak olgusu için de durum kültür kavramından daha karmaşıktır. Ahlak neredeyse unutulan bir değer durumundadır. Manevi bir olgu olarak ahlak sahipsiz bırakılmıştır demek abartı sayılmaz. En fazla yalnız bırakılan değer ahlaktır. En az dile gelen kelime de yine ahlaktır. Ahlak insan maneviyatının en büyük güçlendirici enerjisi iken, günümüz için en zayıf ve zayıflatan bir duruma düşürülmüştür. Sanki günümüz insanının bünyesi ahlakı kaldıramazmış gibi bir durum vardır. Bunun için ahlak toplumsal yaşamdan kovulmuştur. Ahlaklı olmak mevcut güncellik için “ahmaklık, kerizlik” gibi sıfatlarla eşdeğer hale getirilmiştir. Özellikle ahlak konusunda belirtilecek ilk şey, bu olgunun tekrardan insan yaşamına özgürlük ve adaleti hâkim kılması ve paylaşımı getirmesi için devrimci-lik istediğidir. Ahlaklı olmak isteyen insan birçok şeyi göze almak, maddi yaşamın çetrefilli yapısına kanmamak, nefsine karşı mücadele etmek, kısaca dervişler gibi bir yaşamı esas almak durumundadır. Çünkü günümüzde ortaya çıkan ve kökleri beş bin yıl öncesine uzanan ahlaksızlığın hâkim olması için ahlaka giden tüm yollar mayınlanmış, tuzaklarla doldurulmuştur.
Her şey bu dersin konusudur
Kuşkusuz konu ‘kültür ve ahlak’ olunca bunu bir iki gün içerisinde tartışmak, tartışmaları bir iki günlük derse sığdırmak mümkün değildir. Hem kültür, hem de Önder APO’nun toplumun vicdanı olarak tanımladığı ahlak, bizzat toplumun ve insanın gelişimiyle bağlantılı kavramlar oldukları için, bu konuda insana ait ne varsa bu başlıklar altında tartışılabilir. Bunun için tartışma konularımızın kapsamı oldukça geniştir. Konunun tümünü tartışmaya ne gücümüz yeter, ne de bunun için planladığımız zamanımız yeterlidir. Ama tartışmalarımızın sonunda bir çerçeve ortaya çıkaracağımıza inanıyoruz. Arkadaşlar da değerlendirmeleriyle buna katkı sunacaklardır. Biz öyle her şeyi tartışmaktan ziyade, ana başlıklar biçiminde genel bir çerçevede dar, ama somut konular üzerinde tartışmayı uygun buluyoruz. Bu açıdan önce bir kültür ve ahlak tanımlaması yaparak, bunların toplumsal yaşam içerisindeki yerini ve insanla ilişkilerini, kültür ve ahlak denilirken ifade edilmek istenen şeyin ne olduğunu tartışmaya açarak sade bir girişle başlayabiliriz.
Kültür ve kültür ürünlerinin toplumsal yaşam içerisinde kendisini en rafine biçimde dışa vurdukları alanlar vardır. Bunlara değinmek gerekir. İnsanın toplumsal değişim ve dönüşüm süreçlerinde kültür ürünlerini, ahlaki yapının yaşadığı değişim süreçlerini anlatmaya ve tartışmaya çalışacağız. Bunun için dile getirilebilecek insan yaratımı her şey bu dersin konusudur dedik. Dolayısıyla şimdiye kadar yapılan ve bundan sonra da yapılacak ders tartışmalarında dile gelen her şey özü itibariyle bu dersin konusudur. Çünkü kültür denilirken, insanın her şeyi bunun içerisine girer. Bütün olguların tanımlamaları kültür kapsamına girer.
Kültür nedir, nasıl tanımlanabilir?
Bu özelliğinden ötürü, eğitimimizin kendisi de aynı zamanda kültür eğitimi olmuş oluyor, ahlak yaratma eğitimi oluyor. Bu ders açısından bir de böyle bir rahatlık ve genişlik söz konusudur. Bunun için arkadaşların diğer ders tartışmalarının konuları kapsamında dile gelen hususları da kültür ve ahlak açısından ele almalarını ya da en azından bu çerçevenin oluşturulması için çaba harcamaları gerektiğini belirtmek istiyoruz. Böyle yaklaşmak yanlış değildir. Dersi tartışmamızın ana çerçevesi biraz böyle olacaktır. Konumuzun tartışmasına bir soruyla başlayalım. Kültür nedir, nasıl tanımlanabilir? Bu soruya ilişkin değişik gibi görünen, ama özü ifade eden birkaç görüş dile getirilebilir. Kültür denildiğinde sadece ‘kültürcüler’ olarak adlandırdığımız insanların yaptıkları mı anlaşılmalıdır? Yoksa bu kültür başka bir şey midir? Nedir bu kültür dediğimiz şey?
Kültür için genel anlamda, “doğaya rağmen” insanın yarattığı her şeydir denilebilir. Kültür yaşam tarzıdır, kültür kimliktir; kültür bir halkın ya da bir ulusun tarihten bu yana kendini var etme tarzıdır, onun dilidir, ilişkileri ve yaşam tarzıdır. Her halkın ve ulusun tarihten bu yana yarattığı değerler ve bir de bu değerlerle kendisini ifade etmesidir. Bu konuya kafa yoranların her açıdan “Tamam, kültür tanımı işte budur” dedikleri bir tanım yoktur. Araştırmacılar kültüre yönelik 164 tane tanım tespit etmişlerdir. Bu, elbette kültürün tanımlanamayacak bir şey olduğu anlamına gelmez. Kültürün tanımlaması yapılırken, bütün tanımlamalar içerisinde değişmeyen bir unsur vardır. Nedir bu? Burada dört ayrı tanımlama gibi duran vurgularla kültür izah edilemeye çalışıldı. Her dört ifadelendirme de insanla ilişkili bir şeyleri anlatmaya çalışıyor.
İnsanın tarih boyunca yarattığı değerler
‘Doğaya rağmen’ insanın yaratımından, insanın yaşam tarzından, insanın kimliğinden, bir de insanın bir halk olarak tarihte yarattığı şeyler biçiminde birer kavramlaştırma yapılmaya çalışıldı. Önder APO son savunmasında kültürü tanımladı. Kültürel bir bakış açısıyla tarihi ve toplumu değerlendirdi. Kültürün toplumsal yaşam içindeki varlığının ne olduğunu izah etti. Bu tanımlamalardan konumuzu daha iyi anlamlandıracak olanını kısaca hatırlatalım. “Dar anlamda kültür bir toplumun zihniyetini, düşünme kalıplarını, dilini ifadelendirirken, geniş anlamda buna maddi birikimlerinin de (ihtiyaçları gideren tüm araç gereçler, besin üretme, saklama, dönüştürme biçimleri, ulaşım, savunma, tapınma, güzellik araçlarının toplamı) eklenmesini ifade eder.”
Kültür direkt insanla ilişkili bir şeydir. Örneğin bir taş, insana rağmen tanımlanabilir. Toprak insana rağmen tanımlanabilir. Suyu ve ağaçları böyle tanımlamak mümkündür. Nihayetinde yeryüzündeki varlıklardır bunlar. Hayvanları da böyle tanımlayabiliriz. Ama kültür denildiğinde, insanla tanımlama zorunluluğu ortaya çıkıyor. İnsan olgusuyla ilişkilendirilemeyen herhangi bir tanımlama kültürü doğru tanımlayamaz. Bu kadar tanımlamanın geliştiriliyor olması da, kültür denilen şeyin çok kapsamlı bir gerçeklik olmasından kaynağını almaktadır. Burada da dile getirilmeye çalışıldı; kültür insanın yarattığı her şeydir. İnsanlaşma olgusunun ele alındığı süreçle başlayan, bunun içinde devam eden, insanlığın yarattığı maddi ve manevi her şey kültür denilen olguyu ifade eder. Zaten Önderlikten yaptığımız alıntı irdelendiğinde, kültürden kast edilenin insanın tüm tarihi boyunca yarattığı değerleri olduğu iyi anlaşılır.
Maddi ve manevi kazanımlar...
İnsanlık milyonlarca yıllık bir oluşum sürecine dayanır. İnsan on binlerce yıldır toplumsal bir varlık biçiminde bilinçli bir şekilde yaşamaktadır. İnsan o kadar muazzam şeyler yaratmıştır ki, onları getirip bir tanımlama içerisine hapsetmek mümkün değildir. Ama dediğimiz gibi, genel tanımlamalar içerisinde en çok kabul gören tanımlamalar da vardır. Kültürü insanlar yapar, içerisinde insanın emeği vardır. İnsanın değişim ve dönüşüm süreçlerinde yarattığı ürünlerle bunların zaman ve mekân içinde farklılaşmış biçimlerinin hepsi kültür içinde yer alır. O yüzden biz kültür derken, Önderliğin tanımlaması yanında, dile getirmeye çalıştığımız dört ayrı ifade içinden birini de esas alabiliriz. ‘Doğaya rağmen’ demekten çok, doğa içinde veya üzerinde insanın yarattığı her şey kültür kapsamına girer diyebiliriz.
Şimdi burada bir şey daha ortaya çıkıyor: Biz ‘doğaya rağmen’ veya ‘doğa içinde’ dedik. Bu söz ne demektir? Bu, doğanın insanlar karşısında bir duruş, insanların yaratımları karşısında bir engel ya da zorlayıcı unsur olduğu anlamına mı geliyor? Buradan hareketle insan şöyle bir yorumda da bulunabilir: Demek ki, kültürel yaratım denilirken, bunun ilk aşaması, insanın canlı bir varlık olarak yeryüzünde yaşam mücadelesinde ihtiyaç duyduğu bir takım ürünleri sağlayıp kendi varlığını güvenceye almasıdır. Kültür yaratmanın birinci aşamasını yaşamın sürdürülmesine vesile oluşturan bu ürünleri sağlama işinin gerektirdiği arayışlar ve bu arayışlar içinde ortaya çıkan sonuçların neden olduğu maddi ve manevi kazanımlarla başlatmak mümkündür.
Güdülere dayalı yaşam!
Bir varlık olarak insanın yeryüzünde yaşaması için karşılaması gereken temel ihtiyaçlar nelerdir? İnsanın temel güdüleri olarak açlık, korunma ve cinsellik güdüleri vardır. Bu güdülere cevap verilmesi uğraşısı en basit yaşam davranışıdır. Güdülere dayalı yaşam en basit yaşamdır. Örneğin hayvanlar böyle yaşar. Ama insan böyle olamaz. Böyle olmadığı için de kültür yaratması lazımdır. Özellikle açlık ve korunma güdüsü -ki, bunlar insanın en zayıf tarafını da ifade eder- ,bunların neden olduğu biyolojik ihtiyaçlar giderilmeden insan yaşayamaz. İnsanın kültür yaratan bir varlık olmasının temelinde bu güdülere cevap verme uğraşısı vardır. Bir anlamda bu, kültürleşme işinin startı oluyor. Biyolojik olarak insan tespit edilebildiği kadarıyla dünya coğrafyası üzerinde yaşayan en zayıf ve en güçsüz varlıktır. Bu zayıflığın giderilmesi gerekir ki insan denilen varlık yaşayabilsin. İnsan güdülerinin gücü de bu zayıflığın giderilmesinde devreye girmiştir. Güdüler öğretmiştir, yol göstermiştir. Bunun için güdülerin gücünü küçümsemeyelim. İnsan güdülerinin havanlarınkinden farkı vardır. Bu fark anlaşılmadığı zaman ne olur? Kapitalizmin yarattığı “maymunlaşma” gerçeği ortaya çıkar. Bir anlamda güdülerinin özellikleriyle kazanan insan kaybedebilir de. Bu anlamda insanın bu güdülerinin kendi biyolojisinde yarattığı ihtiyacı giderebilmesi için vereceği mücadele insanlaşma mücadelesi oluyor ve bir varlık olarak ancak bu pratikle dönüşebiliyor. İnsanın bu mücadelesi ve bu mücadeleyle yarattıkları ilk kültürleşme olgusudur.
Toplumsallaşma olmadan kültür olmaz
Bu özellikler kültürel bir varlık olmamız için kendi başına yetmez. Bunların kültür yaratması için çok önemli başka bir şeye daha ihtiyaç vardır: Toplumsallaşma. Toplumsallaşma olmadan kültür olmaz. İlerde bu gerçeğe daha kapsamlı değinmeye çalışacağız. Kültürleşmeye neden olan tüm diğer özelliklerimizin toplumsallığımızdan kaynaklandığını belirtmeye çalışacağız. Fakat toplumsallığımızın da zayıflıkların bir sonucu olduğunu belirtmek mümkündür. Yani insan kendini var etmeye yeltenince, diğer canlılardan değişik bir ortam ve ilişkiye muhtaç olduğunu da sanırım ilk defa güdüleriyle hissediyor. Toplumsallaşınca da, bu zayıf yanlarının giderilmesi çabasından edindiği şeyler kendisini acayip bir mecraya sürüklüyor. Gerçekten de insanlık hikâyesi doğada en ilginç, ilginç olduğu kadar anlaşılmaya muhtaç bir hikâyedir. Bu hikâyeyi kültür ve ahlak olgularının anlam ve gelişim süreçleriyle anlatmak en doğrusudur. Tabii insan toplumsal bir varlıktır. Toplumsal varlık olmak, herhangi bir hayvan sürüsü gibi olmak değildir. Değişim ve dönüşüm yaşayan insan, yeryüzündeki herhangi bir varlık ve herhangi bir canlı gibi değildir. Bu farklılıktan ötürü insanların yarattıkları şeylere kültür denilir. Kültür insanın kendisinden doğaya kattığı her şeydir. Kültür dediğimiz yaratım ya da değişim ve dönüşüm, yeryüzünde olmayan, ama insanlar tarafından yeryüzüne mal edilen şeylerdir.
Tabii insan bunları öyle yoktan var etmiyor. Doğa üzerindeki diğer canlılardan yararlanarak ve mevcut diğer maddelerden değiştirip dönüştürdüklerinin katkısıyla kültür yapıyor. İnsanın toplumsallaşma pratiğinde yaşanan derinleşme ilerledikçe, kendi aklının ve zihniyetinin gücüyle yeryüzünde başka benzeri olmayan, adeta sıfırdan yaratım diyebileceğimiz kadar köklü ve güzel ürünler de yapar. Bunun nedeni, varlık olarak insanın kendi toplumsal yapısının ortaya çıkardığı ihtiyaçlardır. Toplumsallık bilinçli bir insan eylemi olduğu için, insanın toplumsallaştıkça yaptıkları toplumsal yapının ihtiyaçlarına göre olur. Demek ki toplumsallığımız güçsüzlüğümüzü giderirken, diğer yandan bizlere yeni görev ve sorumluluklar da yüklüyor. Toplumsallık hem ihtiyaçları gideriyor, hem de yeni ihtiyaçlar yaratıyor. Belki şöyle demek lazım: Toplumsallık yenilmeyecek yeşillikler ve kendisinden kaçan hayvanlarla dolu kocaman bir ovadır. Yenilecek bitkilerin tohumlarıyla doludur. İnsana “Al bunları yetiştir ve yaşa” demektedir. Bu iş için gerekli bilinçlenme olanaklarını da sunarak. Toplumsallığı bu olanakların kullanılma tarzına insanın kendisinin karar vermesini gerektiren bir olanak olarak da formüle etmek mümkündür. Toplumsallıkla edilen bilinçlilik, insanın doğada kendi kurallarının çok önemli bir kısmını kendisinin yapmasına yol açıyor.















