Aleviliğin derisini yüzme projesi

Ava Neşe KALP yazdı —

  • İslam’ın dışında hiçbir din ve inanca saygı duymayan ve yaşama hakkı tanımayan bir siyasal-dinsel kültür içinde Alevilere uygulanan barbarlık, bu anlayışın denetiminde bin yıldır sürdürülmektedir.

Esad’ın Erdoğan için kullandığı “fırsatçı siyasal İslamcı” tanımı bu hareketi en iyi tanımlayan kavramlardan biridir. Gerçekten de siyasal İslamcılar ta Medine Sözleşmesinden bu yana, fırsatçılık konusunda bir dünya markasına dönüşmüş durumdalar. Mazlumdan zalime en hızlı sıçrama yapan kesimdir.
 
İslam ülkelerinde Müslüman olmayanlara, -hatta kendileri gibi Müslüman olmayanlara- her türlü zulmü yapıp, Batı’da herhangi küçük bir olayda mazlumluk edebiyatı ile İslamofobia üzerinden kıyamet koparma konusundaki hızları baş döndürücü. Bunların önemli bir da kısmı akademisyendir. Mazlumluk söylemiyle İslamofobia konusunda cevvalileşen bu kesim, İslam ülkelerinde Müslüman olmayanlara uygulanan barbarlığı görmezden gelme, ya da önemsizleştirme konusunda da büyük bir ustalığa sahipler. 
 
Türkiye’de yüzyıldır -aslında yedi yüz yıldır- sistemli olarak Alevilere uygulanan barbarlıkta gelinen nokta, tüm dünyayı fırıldağından geçiren siyasal İslamcı AKP ve fırıldak çevirmede onlarla at başı yarışan seküler ultra nasyonal sosyalistlerin ortaklığında, yanına aldıkları bir grup işbirlikçi fırıldak ile Aleviliği kontrol altına almanın ince hesaplarını yaptıkları bir aşamaya geldiklerini göstermektedir. 
 
Son proje, yani Alevi Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı’nın kurulmasının en önemli tarafı, Aleviliğin bir din-inanç olmaktan öte, resmi olarak bir kültür olarak tanımlanması ve bunun resmi bir devlet projesi olduğunun alenen ilan edilmesidir. Bu proje bilindiği üzere, yıllar önce solculuk üzerinden uygulamaya konulmuştu. Aleviliğin bir inanç değil, kültür ya da felsefe olduğu -güya yüceltiyormuş gibi yaparak- söylemi, aslında Aleviliğin tıpkı bugün ilan edildiği gibi din olamayacağının tersinden söyletilmesi ve bunun muhalif Alevi kitlesine kabul ettirilmesiydi.  Sol en uygun araç olarak buna payanda edildi. Bu yolla sol üzerinden Aleviliğin genç kuşakları bu inançtan uzaklaştırılırken, inancı da ciddi bir erozyondan geçirip, Alevi bilgisi, felsefesi ve hukukunun kuşaklar arası -sözel- aktarımının kırılması sağlandı. 
 
Geldiğimiz noktada devletin en üst makamınca bu projenin artık son aşamasına gelindiğini ve siyasal İslam’ın kılcal damarları haline getirilen muhtarlık -ve tabi bekçilik- kurumuyla çok radikal bir uygulamaya tabi tutulacağını söylemektedir. Din olarak kabul edilmeyen Aleviliğe “istenmeyen kültür” olarak müdahaleye çalışılmaktadır.
 
Bunun, son yıllarda özellikle Alevi akademisyenlerce Alevilik konusunda devletin yıllardır biçimlendirdiği sahte bilgi üretimini deşifre eden, reddeden ve dolayısıyla da çöpe dönüştüren bilgi üretimi, bu bilgiyi sahiciliği nedeniyle tanıyan ve benimseyen Alevi kitlesinin buluşmasının yarattığı “istenmeyen sonuç”un büyük etkisinin olduğunu belirtmekte yarar var.  Aleviliğin müstakil bir inanç/din olduğu kabulünün yaygınlaşması ile devletin başındaki fırsatçı siyasal İslamcıları ve çakma laikleri daha radikal bir harekete geçme biçimine yönelttiği açıktır. 
 
İslam’ın dışında hiçbir din ve inanca saygı duymayan ve yaşama hakkı tanımayan bir siyasal-dinsel kültür içinde Alevilere uygulanan barbarlık, bu anlayışın denetiminde bin yıldır sürdürülmektedir. Bugün cemevi binasının temeli atılan Karakoçan’da Alevi asimilasyonunun nasıl uygulandığına dair birkaç yıl önce bir arkadaşımın Golan Ilıcalarında karşılaştığı bir olayı çok iyi açıklamaktadır. 
 
Tipik bir Alevi yaşlı kadını ile Dersim ve özellikle Dersim’in Seyid köylerinden gelen arkadaşımla başlayan sohbet, biraz sonra uzun sakal, traşlı bıyık, şalvarlı, takkeli iki genç adam ve başı sıkı sıkıya kapatılmış, uzun pardösülü iki kadının gelişiyle kısa bir kesintiye uğrar. Arkadaşımın şaşkınlığı, bu iki genç dindar görünümlü erkeğin büyük bir saygı ile ellerini uzatıp kendisiyle merhabalaşmalarıyla iki kat artacaktır. Bu şaşkınlık, kendisine “Alevi misin?” sorusuyla daha da artar. Kendisinin “evet” yanıtıyla, yüzündeki ifade hayatında hiç unutamayacağı bir an olacaktır. Tam o anda yaşlı kadın onların iki oğlu ve gelinleri olduğunu söyler. Tabi arkadaş durumu anlamakta gecikmez. Onlara “yoksa döndünüz mü?” diye sorduğunda cevap “mecburen” olur. 
 
İşte “mecburen” olarak adlandırılan o durum, muhtarlar eliyle köylere kadar sarkıtılan, din ve devlet ortaklığındaki, ağır Müslümanlaştırma/asimilasyon baskısıdır. Baskı önce devletin aktive ettiği siviller üzerinden uygulanır. Onların yetmediği yerde de kolluk kuvvetleri, idari mekanizma hatta hukuk devreye girer ve işi tamamlar. Bu, sistematik ve kurumsal bir uygulama olarak, resmî ideolojinin parantezine girmeyenlere uygulanan sıradanlaşmış uygulamalı barbarlığın görünen biçimidir. İslamofobia diye uydurulan kavramla korunan siyasal İslam’ın Müslüman olmayanlara yaptığı bu barbarlığın adı bile yok.
 
“Alevi Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı,” işte bu barbarlığın daha resmi düzeyde tariflenmesi ve uygulamaya konulmasıdır. Artık gizlemeye ve cilalamaya bile ihtiyaç duyulmayan aşama olarak Nesimi ve Hallacı Mansur gibi temsilcilerin değil, Aleviliğin derisinin yüzülme planı, boyun eğdirilme aşamasıdır. 
 
O yüzden Aleviler bu barbarlık projesini püskürtmek için ellerinden geleni değil, ondan daha fazlasını yapmak zorundalar. 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.