Nekropolitik, “mertçe” ve namertçe cinayetler

Ava Neşe KALP yazdı —

  • Akşener’in “mertçe işlenen cinayetler” dediği, kendisinin kayıtlarıyla tehdit edildiği cinayetleri kastediyor. Bu yolla kendi döneminde işlenen cinayetlerle tehdide karşı hem kendisini savunuyor hem de kitlesine bir ön savunma sunuyor.

Kaç gündür tartışılıyor. Tercümesinin devleti ele geçiren çetenin ideolojik çerçevesi olan Türk İslam Sentezine girmeyenlerin imhası olduğu herkesçe malum. Doksan yıldır işgal ettikleri devletteki masonik iktidarlarını devam ettirmenin formülü. Geliştirdikleri ırkçı ideolojinin, Türk İslam Sentezinin, bu ideolojiyi benimsemeyenlerin imhasını hedefleyen “devlet” politikası ve eylemi.

“Mertçe(!) işlenen cinayetler,” ile kastedilen, kendilerinden olmayan nitelikli insanlara karşı devletin gözetiminde Ülkü Ocakları denen yarı-resmi cinayet şebekesine, -zaman zaman daha içeriden kanallarla takviye edilerek, JİTEM, JÖH, PÖH, TİT- ihale edilen resmi cinayetlerdir.  

Namertçe denilenler ise kendilerine yönelen, hatta insanların kendilerini savunmak için verdiği tepkiyle ölenleri sınıflıyorlar. Örneğin İzmir’de üniversite öğrencilerini satırla kovalayan Fırat Yılmaz Çakıroğlu, kendisini savunan bir öğrenci tarafından bıçaklanarak öldürüldüğünde kullanılan sıfat bu.  

Devleti işgal eden çete anlayışına göre etnik, politik ve cinsiyete göre oluşturdukları, kimin ölmesi ve kimin ölmemesi gerektiği üzerine kurulan ideolojik tasnifleme sisteminin tanımıdır da. Yani Mbembe’nin kavramı olan necropolitik/ölüm politikası. Bu ideolojik yapılanmaya yedeklenmeyenler, onların Türklük ve Müslümanlık çerçevesine girmeyen, bu ideolojik versiyonunu kabul etmeyenlerin ya da devletin kaynaklarına çökmelerine ses çıkaranların ölmesi gerekenler olarak tasnif edildiği bir çerçeve.  

Bu çerçeve dikkat edilirse en çok asker ölümlerinde kullanılır… Ölen askerlerin ölümünü “namert,” “alçakça” cinayet olarak tanımlama, bu ölümleri sorgulamaya yol açabilecek her türlü riski bertaraf etmek, bir adım daha da ileriye giderek toplumun militarizasyonunda, yani kışkırtılmasında etkili olarak kullanmak için kullanılan çok işlevsel bir çerçevedir de aynı zamanda.

Hem yoksullukla hem de ırkçı beyin yıkama yollarıyla birkaç maaşa ölüme ikna ettikleri yoksul çocuklarını, “şehit,” “alçakça ölüm” naralarıyla ambalajlayarak, savaş sanayi ve ideolojisini ayakta tutmakta kullanmak “akıllıca” bir yöntemdir. Yani ölümlerin/cinayetlerin paraya çevrildiği bir ambalaj… Dolayısıyla Akşener’in “namertçe ve mertçe” tanımlama kalıbı, bu savaş çetesinin nekro-ekonomisi, yani yoksul ölümlerinin ranta tahvil edildiği çok kârlı bir sistemin adıdır. Silah sanayisinin devleti yönetenlerin elinde olmasının kaçınılmaz sonucu…

Ama asıl burada önemli olan Meral Akşener’e bu cümleyi kurdurtan şey. Bunu şu an üç yüz altmış derece çark ettiği yer ve zamanda söylüyor olmasını da hesaba katarak bu soruyu sormalıyız. 

Belirli iddialarla ayrıldığı bir parti ile aynı yere gelmek çok gönüllü bir durum olmasa gerek. Zira geçmişten gelen ve çözülmemiş olan sürtüşmelerin sürdürüldüğü bir zemindir burası. Çok açık ki bu sadece kendisini sorgulayan kitlesine bir cevap vermek zorunda hissettiği bir durumda ağzından kaçırdığı bir ifade de değildir.

Hatırlayalım genel seçimler öncesinde Altılı Masa’dan çok ani bir şekilde kalkıp geri döndüğünde kurduğu cümle “devletine son hizmet” olmuştu o zaman. Ama belli ki son hizmet son bulmuş değil. Bu cümlenin, benim daha önceki bir yazımda da işaret ettiğim şantaj boyutunu netleştirdiğini düşünüyorum. Bunun anlamı, AKP-MHP -Ergenekon koalisyonun seçimleri garanti edemediği bir konumda, eski kayıtlar hatırlatılarak, Meral Akşener’in yonttuğu milliyetçi parçayı tekrar geri getirmesi talebidir. Çünkü başladıkları ırkçı yapılanmayı yeniden eski gücüyle yerine monte etmek için bu parçaya ihtiyaçları var. Akşener, buna ayak direyince de İçişleri Bakanlığı dönemindeki karanlık cinayetlerinin kayıtlarıyla fabrika ayarlarına dönmesinin sağlandığı açıktır.

İşte bugün “mertçe işlenen cinayetler” dediği, kendisinin kayıtlarıyla tehdit edildiği cinayetleri kastediyor. Bu yolla kendi döneminde işlenen cinayetlerle tehdide karşı hem kendisini savunuyor hem de kitlesine bir ön savunma sunuyor.

Bu savunmanın muhatabı çok açık olarak MHP olduğuna göre, şantajı yapanın da MHP -tabi işbirlikçileri Ergenekon ve AKP olduğu- açık. Gelinen noktada kitlesini hem konsolide etmek hem de tehdide bir sınır çizmek için bu cümleyi kurmak durumunda kaldığı söylenebilir. Ancak gelinen noktada bu sınır çizme planının elinde patladığı, dolayısıyla da çıkmak istediği yerde daha kötü şekilde kapana kısıldığı da açıkça anlaşılmaktadır.  

Ancak bence bizim burada üzerinde durmamız gereken esas konu, artık aleni olarak ortaya saçılmaya başlanmış olan bir topyekûn Kürt imhası ve bunun üzerinden devleti ele geçiren MHP-Ergenekon’un ve de AKP’nin yeniden, eğer mümkünse ayrı ayrı, yoksa beraber, kendilerini daha güçlü bir şekilde konumlandırma ve güçlendirme planıdır. İYİP’i şantajla yanlarına getirmenin anlamı da bu. Buna aynı zamanda AKP- ve MHP-Ergenekon kapışması durumunda da ihtiyaç var. Erdoğan hayatta iken, devletin mekanizmalarına eskisi gibi yerleşmenin tabanı olarak da kullanmak istiyorlar. Tabii aynı şey AKP’nin de gündemi. Her iki taraf da mümkün olursa devlete tek başına çökecek, fırsatını buldukları anda birbirinden kurtulacak bir formülün de peşindeler. Her durumda kesin olan şey, çökmekte olan bu iki kesimin hayatta kalmak için birbirlerine ve acil bir savaşa ihtiyaç duyduklarıdır. Bu da elbette Kürtlere ve Alevilere yönelecek bir savaş olacaktır.

Bu durumda acilen ve yapılması gereken Kürtlerin tüm parçalar, örgütler ve kurumlar arasında bir koordinasyon örgütlemeleri, topyekûn bir savaşa karşı hazırlıklı olmaları. Bu çerçevede uluslararası diyalog ve özellikle Arap birliği ile ilişkilerin de önemli olduğunun altını çizmek gerekir.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.

</