Alıyor, kaybediyor, aklanıyor!

Dün 30 Ağustos Dünya Kayıplar Günü’ydü. Binlerce 'faili meçhul' denilen cinayetin ve gözaltında kaybın gerçek faili olan Türk devleti, sorumluluktan kurtulmak için uluslararası sözleşmelere imza atmıyor, açılabilen davaları ise "zaman aşımı"na bırakarak kapatıyor.

 

ZABEL MİRKAN / İSTANBUL

 

İHD Eşbaşkanı Eren Keskin, devletin özellikle 90’larda zorla kaybedilen insanlarla ilgili hiçbir yüzleşmeye yanaşmadığına işaret ederek, bunun tamamen bir devlet politikası olduğunun altını çizdi.

Türk devleti, 1980 darbesiyle toplumun üzerinden silindir gibi geçti. 1984’te ilk olarak 8 ilde (Bingöl, Amed, Elazığ, Hakkâri, Mardin, Siirt, Dersim ve Van) ilân edilen Olağanüstü Hâl, 1994’e gelindiğinde 14 kentte uygulanmaya başlandı. OHAL, 2002’ye dek devam etti. Bölge valilikleri sınırsız yetkiyle donatıldı. 1985’ten itibaren uygulanmaya başlanan koruculuk sistemiyle de savaş konsepti beslendi. 1980’de başlayan gözaltında kaybetme, 1984’ten itibaren yaygınlaştı; Kürtlere karşı Güreş-Çiler iktidarının özel savaş kapseptinin uygulandığı 1993-1996 yılları arasında ise zirve yaptı. Hakikat Adalet Hafıza Merkezi’nin verilerine göre toplamda bin 352 kişi zorla kaybedildi. İHD verilerine göre 2019’da 7 zorla kaçırma olayı saptandı; 5’i ‘Birleşmiş Milletler Zorla veya İrade Dışı Kaybetmeler Çalışma Grubu’na başvurulduktan sonra sağ olarak bulundu. Diğer kişinin akıbeti ise bilinmiyor.

2016-2020 arasında kaybedilenlerden 24’ü daha sonra ‘bulundu’. Bu kişilerin ‘kayıp oldukları dönemde’ yoğun işkence gördükleri belirlendi. Kaybolanlardan Şimoni Diril'in cesedi de 70 gün sonra köy yakınlarında bulundu. Sunay Elmas, Ayhan Oran, Yusuf Bilge Tunç, Hıdır Çelik, Gülistan Doku, Hürmüz Diril ve Mehmet Bal’dan ise haber alınamıyor.

253 toplu mezar

 Çalışmalar, 253 toplu mezar bulunduğunu, bu mezarlarda 4 binden fazla kişinin gömülü olduğunu gösteriyor. Hafıza Merkezi’nin çalışmaları sonucunda, 344 kişinin dosyalarına ulaşıldı. Bunlardan 218 kişinin kaybedilmesine ilişkin soruşturmaların sürüncemede bırakıldığı (yüzde 63), 24 soruşturmanın zaman aşımı gerekçesiyle sonlandırıldığı (yüzde 7), 18 soruşturmada kovuşturmaya yer olmadığı kararı verildiği (yüzde 5), 84 kişinin zorla kaybedilmesi nedeniyle dava açıldığı (yüzde 24) belirlendi. 84 kişinin zorla kaybedilmesi nedeniyle toplam 15 dava açıldı. Bunlardan 36 kişinin zorla kaybedilmesine ilişkin 8 davada beraat kararı verildi. 46 kişinin kaybedilmesi nedeniyle açılan 5 dava sürüyor. Yalnızca 2 kişiyle ilgili açılan iki davada mahkumiyet kararı verildi.

El birliğiyle aklıyorlar

 Hafıza Merkezi’nin çalışmalarına göre, iç hukuk yollarının sonuç vermemesinin nedenleri şöyle:

l Cumhuriyet Savcıları soruşturma işlemlerini gerektiği gibi yerine getirmiyor, gerçeklerin ortaya çıkmasını sağlayacak nitelikte etkin soruşturma yürütülmüyor. 

* Soruşturmalar yıllarca sürüncemede bırakılıyor ya da takipsizlik kararıyla kapatılıyor.

* ‘Zorla kaybetme’ insanlığa karşı suç olduğu ve zaman aşımına tabi olmadığı halde bu tür olaylar Türkiye’de zaman aşımı riskiyle karşılaşıyor.

* Çok az olayda dava açılıyor, yargı süreçleri çoğunlukla beraat kararıyla sonuçlanıyor.

Cumartesi Anneleri

Zorla kaybetmelere yönelik, yakınları ve çocukları kaybedilenlerin oluşturduğu bir topluluk olan Cumartesi Anneleri, 27 Mayıs 1995'ten bu yana her cumartesi günü Galatasaray Meydanı’nda oturma eylemleri düzenleyerek, gözaltında kaybolan yakınlarını ve yakınlarının faillerini asoruyor. Buluşmalar ve oturma eylemleri, Emine Ocak'ın oğlu Hasan Ocak'ın 21 Mart 1995'te gözaltına alınması ve 58 gün sonra işkenceyle öldürülmüş bedeninin Kimsesizler Mezarlığı'nda bulunmasıyla başladı. Daha sonra Amed ve Batman’da da devam ettirildi. Cumartesi Annelerinin başlıca talepleri kayıpların devlet arşivlerinde kayıtlı akıbetlerinin açıklanması, faillerin yargılanması, Türk Ceza Kanunu'nda zorla kaybetme suçunun insanlığa karşı suç kapsamında zaman aşımına uğramayacak şekilde düzenlenmesi ve Türkiye'nin Birleşmiş Milletler Gözaltında Kayıplar Sözleşmesi'ni imzalaması.

805. hafta

Cumartesi Anneleri, önceki gün eylemlerinin 805'incisini gerçekleştirdi. Salgını nedeniyle eylemlerini sosyal medya hesabı üzerinden yapmak zorunda kalan Cumartesi Anneleri, 30 Ağustos Dünya Kayıplar Günü vesilesiyle gözaltında kaybedilenlerin akıbetini sordu. Bu hafta ilk olarak 19 Ekim 1995’te gözaltında kaybedilen Fehmi Tosun’un kızı Jiyan Tosun’a söz verildi. Yıllardır dile getirdikleri talepleri 30 Ağustos Dünya Kayıplar Günü vesilesiyle bir kez daha dile getirmek istediğini ifade eden Tosun, “Devlet kendi himayesi altındaki suçlarla yüzleşmek istemiyor. Aksine bizzat kaybetme eğiliminde yer alan faillere, kaybetme eğilimine destek veren her türlü hukuksuzluğa göz yumuyor. BM sözleşmesi ise devletin izlediği politikanın tam tersini öngörüyor. Sözleşme kaybetme eğilimini insanlık suçu olarak tanımlıyor. Bizler sorumluların yargı önüne çıkarılması için mücadelemize devam edeceğiz” dedi.

Çoğunun mezarı bile yok

Gözaltına alındığı 20 Şubat 1995’te bir süre sonra cenazesi bulunan Rıdvan Karakoç’un kardeşi Hasan Karakoç da 30 Ağustos Dünya Kayıplar Günü’ne vurgu yaparak, “Bizler kaybettiklerimiz sizler gibi baba, kardeş, eş, dost, akrabaydılar. Evlerinden, otomobillerinden, sokaktan, otobüslerden devlet güçleri tarafından zorla alınıp götürüldüler ve işkence edilerek yok edildiler. Çoğunun bir mezarı bile hala yok. Bizim taleplerimiz açık ve net. Devlet kayıplarımızın akıbetini açıklasın. Sevdiklerimizi kaybedenleri yargı önüne çıkarsın. Kayıplarımızı aramaktan vazgeçmeyeceğiz” şeklinde konuştu.

Türkiye tarafı değil

BM Genel Kurulu, 1992’deki toplantıda kayıplar sorununun evrensel çapta geldiği noktaya cevap olarak “Tüm İnsanların Zorla Kaybedilmekten Korunması Deklarasyonu”nu yayımladı. Bunu 2006’da kabul edilen ve tüm taraf devletler açısından bağlayıcı olan “BM Tüm İnsanların Zorla Kaybedilmekten Korunması Uluslararası Sözleşmesi” izledi. Sözleşme, 2010’dan beri yürürlükte. Bugün dünya çapında 97 ülke sözleşmeyi imzalamış durumda. Türkiye, taraflarından biri değil. Sözleşme’ye taraf olmadığı için “Zorla Kaybedilmeye Karşı Uluslararası Koalisyon”da da herhangi bir katılımcısı bulunmuyor.

30 Ağustos Dünya Kayıplar Günü, 1981’de Kosta Rika’da kurulmuş olan “Latin Amerika Kayıp Aileleri Dernekleri Federasyonu”nun ilân ettiği ve sonrasında BM’nin öncülüğünde kayıplar sorununa dikkat çekmek için her yıl o tarihte etkinlikler düzenlenen özel bir gün.

İmzalamamakta direniyor

İnsan Hakları Derneği (İHD) Eşbaşkanı Eren Keskin, günün ve Sözleşme’nin önemini, zorla kaybetmenin nasıl bir devlet politikası olduğunu gazetemize anlattı: “Dünyada, özellikle çatışma ve savaş yaşanan bölgelerde zorla kaybedilen çok sayıda insan var. Bu nedenle BM, Sözleşme hazırladı. Bizim coğrafyamızda da hem 1915 ve 1938 soykırımlarında, hem de 1990’larda hüküm süren aynı İttihatçı, devletçi baskı politikaları nedeniyle çok sayıda insan gözaltında kaybedildi. Bugüne dek de akıbetleri açıklanmadı. Bu nedenle bugün son derece önemli bir gün. Türkiye, ‘Tüm İnsanların Zorla Kaybedilmekten Korunması Deklarasyonu’nun bir tarafı değil. İmzalamamakta direniyor. Bunun tek nedeni şu: Eğer bu sözleşmeyi imzalarsa işlediği suçlarla ilgili bir zaman aşımı ‘bahanesi’ olamayacak. Ama Türkiye Cumhuriyeti devleti bütün gözaltında kaybetme vakalarıyla ilgili cinayet suçunun, insan öldürme suçunun 20 yıllık zaman aşımına uğraması gerekçesini kullanıyor. 20 yıl süresince diyor ki ‘Ben araştırıyorum,’ ve bildiğimiz, gördüğümüz üzere hiçbir şey araştırmıyor. 20 yılın sonunda da tüm dosyaları ortadan kaldırıyor. İşte sözleşme bunun önüne geçiyor. Türkiye de bu yüzden imzalamıyor."

Sorumluluk devletindir

İktidarlar değişse de devletin sorumluluğunun devam edeceğinin altını çizen Keskin, "Zorla kaybetme bir devlet politikası olduğu için devletin sorumluluğu da ortadan kalkmış olacak. O yüzden hangi iktidar hüküm sürerse sürsün, zorla kaybetme bir devlet politikası olduğu için Sözleşme’ye taraf olmama konusunda Türkiye Cumhuriyeti devleti ısrarcı. Bunda ısrarcı olduğu için Zorla Kaybedilmeye Karşı Uluslararası Koalisyon’da da herhangi bir katılımcısı bulunmuyor" diye ekledi.

Sıfırın altında

Türkiye’nin, özellikle 90’larda ayyuka çıkan kayıplarla yüzleşme konusunda sıfırın altında bir noktada olduğunu söyleyen Keskin, Berfo Kırbayır’a dönemin başbakanı Erdoğan tarafından verilen sözü de hatırlatarak şöyle dedi: “Bundan 10 yıl önce o dönemin başbakanı olan Erdoğan zorla kaybedilenlerin yakınlarıyla, aileleriyle bir araya geldi. Herkes hatırlar Berfo Teyze/Ana olarak bilinen, bizim de müvekkilimiz olan Berfo Kırbayır’a söz verdi; ‘Senin çocuğunun akıbetini ortaya çıkaracağım’ dedi. O dönem Barış Süreci denilen süreçteydik, Cemil Kırbayır dosyasıyla ilgili Meclis İnsan Hakları Komisyonu bir rapor hazırladı. Bu raporda özellikle ‘Cemil Kırbayır’ın gözaltında kaybedildiğine dair fikir oluşmuştur’ diye bir vurgu vardı. Türkiye Cumhuriyeti devleti eski savaş politikalarına geri döndü ve yine hiçbir şeyin değişmediğini gördük. Devlet gerek 1915 ve 1938’de, gerekse sonraki dönemlerde özellikle 90’larda zorla kaybedilen insanlarla ilgili hiçbir yüzleşmeye yanaşmıyor. Bu, tamamen bir devlet politikası, devlet aklı olarak varlığını sürdürüyor.”

Yüzleşme ve hakikatleri araştırma

CHP İstanbul Milletvekili ve Meclis İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanvekili Sezgin Tanrıkulu da Türkiye’de Zorla Kaybedilenler Raporu hazırladı. Geçmişle Yüzleşme ve Hakikatleri Araştırma Komisyonu kurulması gerektiğinin vurgulayan Tanrıkulu, şu talep ve önerilerde bulundu.

* Kayıpların Devlet Arşivlerinde kayıtlı akıbetleri açıklansın, failler yargılansın.

* Zorla kaybetme ‘insanlığa karşı suç’ kapsamında zaman aşımına uğramayacak şekilde düzenlensin.

* Türkiye Birleşmiş Milletler Gözaltında Kayıplar Sözleşmesi’ni imzalasın.

* Zorla kaybettirilenlerin akıbetleri ortaya çıkarılmalı, bulunmaları, faili meçhul cinayetlerde katledilenlerin faillerinin ortaya çıkarılması için devletin tüm arşivlerini açması gerekmektedir.

* Kayıpların akıbetlerinin ortaya çıkarılmasıyla ilgili mezar açma işlemlerinin ilgili uluslararası standartlarda yapılması, mezarların iş makineleri ile özensiz bir biçimde açılarak buluntuların tahrip edilmesinin önüne geçilmesi gerekmektedir.

* AKP Hükümeti, sözleşmeyi imzalamalı ve gereklerini yerine getirmelidir.

* Sistematik cezasızlık politikasından vazgeçilmeli ve uluslararası belgelere göre insanlık suçu olan tüm kayıp vakaları konusunda etkin bir yargılama yürütülerek, uluslararası sözleşmeler uyarınca bu suçlar için zamanaşımı hükümleri dikkate alınmamalıdır. 

* Bu topraklarda bir daha benzer acıların yaşanmaması, hakikatlerin ortaya çıkarılması ve toplumsal barışın tesisi için ‘Geçmişle Yüzleşme ve Hakikatleri Araştırma Komisyonu’ kurulmalıdır.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.