Almanya’nın insan hakları sınavı
Elif SONZAMANCI yazdı —
- Demokratik siyasetin bu kadar derin yara aldığı bir süreçte Türkiye’ye daha ne ikram edilecek merak konusu. Zira Almanya başta olmak üzere Avrupa’nın bu sessizliği, bu suçu, bu kararı desteklemek anlamına geliyor. Dolayısıyla Almanya’nın bu politikalar karşısında alacağı tutum bir insan hakları sınavıdır.
Almanya ve Türkiye ilişkilerini günümüzde belirleyen temel öğelerden biri, tarihsel olarak askeri, ticari ilişkilerin dışında mülteci anlaşmasıdır. Dolayısıyla Almanya’nın Türkiye ile kurduğu bağı daha da stratejik hale getiren bu anlaşma, insan hakları konusunda duyarlılığının da turnusol kağıdıdır.
Öyleyse istatistik verilerle başlayalım.
Birleşmiş Milletler Uluslararası Göç Örgütü’nün yayınladığı 2024 Dünya Göç Raporu’na göre, Türkiye, en fazla mülteci bulunduran ülke. Türkiye’den de Almanya’ya yoğun bir şekilde göç var. Raporda,“Türkiye-Almanya’’ insani koridorunun da dünyada en yoğun göç hareketinin yaşandığı 16. koridor olduğu belirtiliyor.
Avrupa Komisyonu, yeni Göç Anlaşması’nı onayladı. Amaçlarının ise düzensiz göçün önüne geçmek olduğunu belirtiyorlar, ki öyle olmadığını uygulanacak maddelerinden de görebiliyoruz. Bu anlaşmaya göre başvurular hızlıca sonuçlandırılıp, sınır dışılar artacak, mülteciler Türkiye ve Tunus gibi geçiş ülkelerine geri gönderilecek. İlticası reddedilen kişi başka bir ülkeye iltica edemeyecek.
Bildiğiniz üzere AB, 2016 yılında Türkiye ile Mültecilerin Geri Kabülü Anlaşması’nı imzaladı. Dolayısıyla AB ülkeleri ile Türkiye’nin ilişkilerinin şekillenmesinde bu anlaşma önemli bir rol oynadı. Türkiye’de yaşanan ağır insan hakları ihlalleri, iktidarın kendisinden olmayana uyguladığı zorbalık AB için neredeyse bir teferruat olarak görülüyor. Yeni kabul edilen Göç anlaşması ile birlikte bu politikaların devam edeceğini de ön görebiliriz.
Bu durum Avrupa Birliği ülkelerinin motor gücü ülkelerinden olan Almanya için de geçerlidir.
Geçtiğimiz Nisan ayında Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier Almanya ile Türkiye arasındaki diplomatik ilişkilerin 100'üncü yıldönümü vesilesiyle Türkiye’ye bir ziyaret gerçekleştirdi. Türkiye’nin insan hakları karnesi malum, bu konunun Steinmeier tarafından daha açık ve net bir şekilde dile getirilmesi bekleniyordu, beklentiler bir nevi ziyaret sonrası boşa düştü, zira artık gelinen aşamada konuya yönelik dolaylı mesajlar vermek, sorunu görmezden gelmekle eş değerdir.
Sanırım Steinmeier’in verdiği en net mesaj , “Böylesi bir dünyada Türkiye ve Almanya olarak birbirimiz için vazgeçilmez partnerleriz. Birbirimize ihtiyacımız var” sözleriydi.
Burada bir bilgi daha hatırlatalım.
Uluslararası Af Örgütü’nün, 2023 yılı "Dünyada İnsan Haklarının Durumu" başlıklı yıllık raporunda Türkiye’ye beş sayfa ayrılarak insan hakları savunucuları, gazeteciler, muhalif siyasetçiler ve diğerleri hakkında temelsiz soruşturmaların, yargılamaların ve mahkumiyet kararlarının devam etmesini eleştirdi.
Almanya’da siyasetçiler de sık sık Türkiye’deki insan hak ihlallerine dikkat çeken açıklamalar yapıyor. Fakat Steinmeier ziyareti sırasında bunlar dile gelmedi. Steinmeier’in ziyaretinde akılda kalan tek şey ise beraber götürdüğü dönerdi. Dönemin Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun Almanya ziyareti sırasında mevkidaşı Sigmar Gabriel, Çavuşoğlu’nu evinde ağırlayarak, çaydanlıkta çay ikram etmişti. O dönem gazetelerin manşetlerine de bu fotoğraf yansımıştı.
O günden bu yana değişen bir şey olmadı. Türkiye ile Almanya arasında derinleşen askeri, ticari ilişkiler, artan insan hak ihlalleri…
Türkiye’nin en büyük sınavlarından biri Kobanî Davası idi. Kürt siyasetini zapturap altına almak amacıyla kurmaca bir dava süreci yürütülerek siyasetçilere yüzlerce yıl cezalar verildi.
HDP eski Eşbaşkanları Figen Yüksekdağ 30 yıl 3 ay, Selahattin Demirtaş 42 yıl ceza aldı.
Kobanî Davası iktidarın Kürtlere yönelik izleyeceği politikanın aynasıdır. Bu da tasfiye planıdır. İktidar bu dava ile bir kez daha demokratikleşmenin önüne bir set çekerek, savaş siyasetini palazlandıracağını ortaya koymuştur. Çatışma ve çözümsüzlükten beslenen iktidar, barış çağrılarına değil, savaş tamtamlarına sarılmaya devam edeceğini bir kez daha ispatlamıştır.
Öyleki İçişleri Bakan Yardımcısı Bülent Turan dava sonucuna yönelik, “Hesabı sorulur demiştik” cümlelerini salyasını akıta akıta paylaşmaktan çekinmemiştir.
Demokratik siyasetin bu kadar derin yara aldığı bir süreçte Türkiye’ye daha ne ikram edilecek merak konusu. Zira Almanya başta olmak üzere Avrupa’nın bu sessizliği, bu suçu, bu kararı desteklemek anlamına geliyor. İktidar ile yapılacak her işbirliği de savaş politikalarına katkı sunmak anlamına geliyor. Dolayısıyla Almanya’nın bu politikalar karşısında alacağı tutum bir insan hakları sınavıdır.