Anaların yüreği barışın dilidir

Forum Haberleri —

ELİF AKGÜL ATEŞ

Kimi kaynaklarca anneler için yapılan kutlamaların, Sümerler’e kadar uzandığı dile getirilmektedir. Analık kültünün, ilk çağlardan bu yana “İştar”, “Kybele”, “Rhea” ve daha birçok yerel ve dönemsel isimlerle, doğurganlık niteliği ön plana çıkarılarak, doğanın uyandığı bahar mevsimiyle özdeşleştirildiği bilinmektedir.

Tarihteki ilk anneler günü kutlamalarını, antik Yunan’da, tanrıların anası Rhea onuruna düzenlenen bahar kutlamalarına dayandıran kaynaklar da var. Rhea, Gaia ve Uranos’un kızıdır. Tanrıların anası ve dağlık bölgelerin tanrıçası olarak bilinir.

Doğal Toplum süreci olarak tanımlanan Anakadın döneminde, toplumun öncüsü, yürütücüsü olan kadın kutsaldır. Doğurganlığı, doğayla özdeştir. Ürün veren ve bereketli olan her şey, kadıncıl imgelerle bütünleşmiştir. Doğanın, yeniden doğuşun temel elementleri olan su, hava ve toprak, Anatanrıça olan kadında somutlaşmaktadır.

Anneler Günü barış arayışıdır

Tarihsel süreç içinde doğal toplumun, hiyerarşik, sınıflı topluma evrilmesiyle birlikte, Ataerkil sistem, doğal toplum sürecinin tüm değerlerini, tıpkı evrende var olan karadelik misali somurarak, varlığını sürdürdü. Anatanrıça kutsallığı, erkekleştirilen tanrıya devredilmesiyle birlikte, yaşamın tamamen dışına itildi. Ve böylece kadın, kutsal devletin çekirdeği olan, kutsal ailenin zırhlı çemberine hapsedilerek, soyu sürdürmenin aracı olarak, erkeğin hizmetine sunuldu.   

Bilindiği üzere, 1872 yılında Amerikan İç Savaşı esnasında, kocaları ve oğulları askere giderken, evin geçimi için askerlikte köle gibi çalıştırılan kadınlar, oğullarının askere göndermemek için isyan ederek, savaşa karşı direnir ve iktidarın yoğun baskısına maruz kalırlar. Dönemin kadın hakları savunucusu Anna Jarvis, onların daha sıhhi ortamda çalışmasını sağlamak amacıyla, büyük mücadele sürdürür ve bunu başarır.

Julia Ward Howe, Boston’da gerçekleşen yürüyüşle, savaş mağduru annelerin başarıyla sonuçlanan isyanını barışa adanan bir gün olarak, Anneler Günü ilan eder. Daha sonra Birleşmiş Milletler, her yıl Mayıs ayının ikinci haftası, Anneler Günü olarak kutlanmasını kararlaştırır. Dolayısıyla Anneler Günü, barışa adanan bir gün olarak anlam kazanır.

Tarihin tüm süreçlerine damgasının vuran savaşlar, en çok kadını etkilemiştir kuşkusuz. Bu nedenle kutlanmakta olan Anneler Günü’nün, sistemin kadına yönelik geliştirdiği şiddetle ve bunun en ağır boyutu olan militarist şiddetle ilintili ele almak gerektiğini düşünüyorum.

Annelerin acısını görmek hissetmek

Bugün Anna Jarvis’in, ülkesinde tanıklığını ettiği içsavaş koşullarından, çok daha ağır bir süreç hüküm sürüyor dünyada ve özellikle Ortadoğu’da. Ve kadınlar gericiliğin, ırkçılığın, cinsiyetçiliğin, sömürünün, şiddetin her türlüsünü en ağır bir şekilde yaşamaya devam ediyor. Buna rağmen savaşın sorumluları egemen güçler, baskı ve zulüm politikalarıyla halklara cehennem azabı yaşatan diktatörler, Anneler için bir tek barış sözcüğü kullanmadan, anneliğin önemine ve onları mutlu etmek gerektiğine dair konuşmalar yapıyor, nutuklar atıyor.

Erdoğan/AKP-MHP-Ergenekon faşizmi, düşman gördüklerine karşı bir yandan her türden kötülüğü çok radikal bir şekilde uygularken, diğer yandan topluma bulaştırarak normalleştiriyor. Düşman bellenenlere reva görülenler, insanlığın ortak değerlerini çiğnemesi pahasına hayata geçirildikçe, Türkiye toplumu da sessiz kalarak ahlaki çöküşe sürükleniyor.

Mezarlara saldırı, cenazelerin ailelere kargo ile gönderilmesi, defin hakkının engellenmesi, cenazelerin mezardan çıkarılması yalnızca Kürt annelerine ve Kürtlere karşı bir kötülük olarak düşünüldüğü oranda, kabul edilemez olan, kabul edilir duruma gelerek, bir norm halini alacaktır.

Cenazeye saygı ve defin hakkı, insanlığın temel ahlaki ilksesi olup, savaş sözleşmelerinin de temel ilkesi olarak benimsenmiştir.

Yaşlı bir anne olan Hatun Tuğluk’un cenazesinin, mezardan çıkarılış sahnesinin Tv ekranlarından topluma izletilmesi, insanlığın ahlaki ilkelerinin hiçe sayılması yanında kötülüğün normalleştirilmesine yönelik bilinçli bir tutum olup, ırkçı arındırma stratejisinin de adım adım uygulanmasıdır. Böylece yalnızca dirilerin değil, ölülerin de ırksal saflığı bozacağı düşünülerek, defnedilmesi engelleniyor.

Özyönetim direnişi sürecinde ise Taybet Ana’nın cenazesi günlerce sokakta kalmış, Cemile’nin naaşı buzdolabında bekletilmiş, Cizre Bodrumlarında yüzlerce insan yakılarak küle çevrilmiş, ortada cenaze diye bir şey bırakılmamıştı.

Son olarak Halise Annanın gerilla oğlunun kemikleri, kargo paketi içinde kucağına tutuşturuldu. Bu, yalnızca bir ahlaki kuralın çiğnenmesi ve cenazeye hakaret değil; bütün analara yaşatılan bir travmadır. Çünkü etnik kökeni, dini, inancı ne oursa olsun hiç bir anne bunu kaldıramaz.

Erdoğan rejimi zulüm politikalarıyla, annelere acı yaşatmaya devam ederken, estirilen ırkçı, şoven propagandalarla, toplumun farklı kesimlerinin, birbirlerinin acılarını görmesini, anlam vermesini engelliyor. Böylece acılar üzerinden toplumu ayrıştırarak, düşmanlaştırıyor.

Cenazelere neler yapıldığı hatırlardadır

Kürt, annesini görmesin, Kürt annesi de oğlunu, cenazesini, mezarını görmesin diye, şimdilik ağırlıkla Kürtlerin maruz kaldığı bu kötülük karşısında sessiz kalındıkça, günü geldiğinde herkes payına düşeni alacaktır. Bunu görmek, anlamak için, 15 Temmuz döneminde, Fethullah Gülen Cemaati’nin başına gelenlere bakmak yeterli olacaktır. Cemaat mensuplarına ait cenazelere neler yapıldığı hatırlardadır. Oysa F. Gülen’i Kürt düşmanlığı, Kürtlere yönelik siyasal soykırım operasyonları ve başka da pek çok pratiğinden biliyoruz.

Son olarak, ölüm orucunda hayatını kaybeden Grup Yorum Üyesi İbrahim Gökçek’in cenazesi Kayseri’ye götürülürken, ağızlarından kan akan ülkücü çetelerin, “teröristin cenazesini şehrimize getirirlerse mezardan çıkartır, yakarız” diye, nasıl cüretkarca meydan okuduklarını, kanımız donarak izledik.

Bütün bunlar, rejimin stratejik olarak benimsediği kötülüğün, hangi düzeyde seyrettiğinin göstergesidir.

Bu zulüm karşısında önemli olan, kendi dışında yaşanan acıları görebilmek ve anlam verebilmektir. Anneler acılar etrafında bir araya gelebildiği, gözyaşlarını aynı nehre akıtabildiği, çığlıklarını tek yürek olarak koyuverdiği oranda, faşizan saldırganlığın yaşattığı acıların da önüne güçlü bir bariyer oluşturulabilir.

Evet, Anna Jarvis’in, 1872 yılında Amerikan İç Savaşı mağduru annelerin isyanını esin kaynağı alarak yükselttiği çığlık, bugün Kürdistan’da Annaların ruhunda, yüreğinde yankı buluyor ve bulmaya devam edecektir.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.