Anlam arayışından asla vazgeçilemez
Dosya Haberleri —

Ali Haydar Kaytan(Fuat)
- Bilgi potansiyeliniz açığa çıktıkça, anlam gücünde derinleştikçe ne kadar geri olduğunuzu daha iyi kavrıyorsunuz. Anlam arayışı ve kuskusuz onun inşada dillendirilmesi ve yapılandırmasından asla vazgeçmemek gerekiyor. Önderlik bunu dönemsel bir gerçeklik olmaktan çıkarıp, an’a indirgedi. Kendi ifadesiyle neredeyse her an kendini yeniden doğuruyor, kendini yeniden yapılandırıyor, yeniden var ediyor.
- Her hakikat arayışı, haksızlığa karşı mücadeleyle başlar. Önce “hayır” dersin. Önce olumsuzlarsın ve ret edersin. Bugünün dünyasında Kürt dünyasında yaşıyorsan hele o günün koşularındaysan “evet” diyebileceğin bir şey yoktur. Neye evet diyebilirsin? Kendi özgürlük tutkuna, kendi düşünce gücüne, kendi anlam gücüne evet dersin. Temel dayanakların onlar olur.
- Önder Apo açısından sosyalizm nedir, nasıl tanımlanır? Önder Apo, açısından sosyalizm, “Toplumsallaşmanın bilimidir.” Çok çarpıcı bir belirlemesi, “Sosyalizmde Israr, İnsan Olmakta Isrardır” adlı eserinde var. “Sosyalizmden kuşku duymak, insandan ve onun toplumsal gerçekliğinden kuşku duymaktır” dedi. Bizim ideolojik kimliğimiz, demokratik sosyalizmdir.
Ali Haydar KAYTAN
Hakikatten söz ettiğinizde aslında bir inşadan söz ediyorsunuz. Bu inşaya başlamadan önce, inşaya kavramsal ve kuramsal çerçeve çizmek zorundasınız. Hangi kavramlar ve kuramlar ile hareket ettiğinizi ve bunların içeriğinin ne olduğunu ortaya koymak durumumdasınız.
Her bir bilgilenme, cehaletin de farkına varmadır. Sokrat’ın meşhur sözüydü: “Bildiğim tek şey hiç bir şey bilmediğimdir.” Bilgi potansiyeliniz açığa çıktıkça, anlam gücünde derinleştikçe ne kadar geri olduğunuzu daha iyi kavrıyorsunuz. Zaten aydınlanma da böyle oluyor. Hele konu kuantumla bağlantılıysa kesinlikle böyledir. Ama bu anlam arayışının gereksiz olduğu anlamına gelmiyor. Bunun tam tersi doğrudur. Anlam arayışı ve kuskusuz onun inşada dillendirilmesi ve yapılandırmasından asla vazgeçmemek gerekiyor. Önderlik bunu dönemsel bir gerçeklik olmaktan çıkarıp, an’a indirgedi. Kendi ifadesiyle neredeyse her an kendini yeniden doğuruyor, kendini yeniden yapılandırıyor, yeniden var ediyor. Bizim açımızdan da öyledir.
Hakikat üzerinde yoğunlaşmayla birlikte şunun farkına varıyoruz: Üç temel düzlemde kendimizi yeniden yapılandırıyoruz. Toplumsal düzlemde, evrensel düzlemde ve bireysel düzlemde belirginleşen, her üç düzlemde iç içe geçecek şekilde kendimizi yeniden var ediyoruz.
Çok soyut anlatmak yerine, hakikati doğrudan içinde yer aldığımız bir olgu, bizden kopuk olmayan, tam tersine bir yerde öznesi olduğumuz bir olgu olarak görmek gerekiyor. Belki de somut olarak karsımızda demokratik ulusun inşası görevi var. Zaten demokratik ulus inşa edildiğinde hakikat inşa edilmiş oluyor. Ondan çok uzak, ayrı, bağımsız bir hakikatten söz etmiyoruz. Ama buraya nasıl gelindiği ve bunun alt yapısı, tarihsel ve evrensel boyutu önemlidir. Bu konuda yanlış anlayışlar var. Hakikat adına ortaya çıkan, ama sonuçta sistemle bütünleşen ve dolayısıyla yalana dayalı sistemlerin hizmetine giren akımlar var. Bunların içyüzlerinin de deşifre edilmesi gerekiyor.
Yalana karşı hakikatin arayışı
Her hakikat arayışı öncelikle hakiki olmayanın, sahi olmayanın, yalanın ortaya konmasıyla başlar. Yalana karşı mücadele ile birlikte hakikat arayışı başlar. Biz arayışından da söz etmiyoruz, bizim için sorun arayış sorununun ötesindedir. Biz bir Önderlik hareketiyiz. Önderlikte, anlamın cisimleşmiş halidir, hakikattir. O açıdan aradığımız her şey Önderlik gerçeğinin içindedir. Onun düşünce gücüdür, ondaki anlam gücüdür, ondaki yapılanmadır, onun tarzıdır, örgütlenmesidir.
Bizim için gerekli olan, Önderlikte gerçekleşen anlam düzeyine ve onun yapılandırılmasına katılmaktır. Önderlikle bütünleşmek, hakikate yürüme ve hakikat inşasına katılmanın da biricik yoludur denebilir. Önderlik zaten onu çok net ifade etti. “Bu yolda yürümek isteyen insanlara, bütün bir tarihsel süreç içerisinde olumlu anlamda sahip çıkılması, elde edilmesi gereken ne varsa hepsini aldım, sentezledim ve süzülmüş bal kıvamında size sunuyorum” dedi.
Sanat kalıcılaşmalıdır
Özgürlük Hareketi zengin anlam birikimine sahip bir yapılanmadır. İçerik olarak çok güçlü bir içeriği var. Ama bu içerik yapısallaşmadı mı, çok fazla bir değer ifade etmiyor. Örnek verilebilir: Sanatta en önemli yan kalıcılıktır, kalıcılaşma olmadan aslında sanat olmuyor. Kültür alanının en rafine boyutu sanattır. Asla metalaştırılmaması gereken bir alandır ve maneviyat alanıdır. En yoğun manevi alanlar bile, günümüzde maddileşmiş alanlar durumundadır. Sanat alanı, sanatın kendisi endüstrileşmiştir, devasa bir endüstriyel alan haline gelmiştir. Sanatın ürünleri metadırlar, tüketim nesneleridir. Bu sinemada böyledir, dizide böyledir, kapitalizmin müziğinde böyledir. Tümüyle tüketim nesneleridir. Pazara uygun olarak yapılır ve pazarda alıcıları vardır. Günümüzde kalıcılığı esas alan bir sanat yaklaşımı geçmişte olduğu gibi çok fazla yoktur. Görünüşte en değerli müzik parçasının ömrü birkaç aylıktır ya da en fazla bir yıllıktır. Ondan sonra çok fazla dinlenmez. Oysa bir ürünün gerçek anlamda sanat ürünü, dolayısıyla kültürel bir ürün olabilmesi için en azından bir insan ömrünü aşan boyutlarda bir kalıcılık göstermesi, bir dayanıklılık gücünü göstermesi gerekir.
Dilden kopan, kültürden de kopar
Dilin gelişkinliği konusunda Önderliğin son derece çarpıcı belirlemeleri var. “Dil güçlü yaşam gerekçesine sahip olmak demektir” diyor. Bir de adlandırma kadın tarafından oluyor. Genelde nesnelere ad koyan -ki varlığa ad koyan- kadın oluyor. Kelimelerin hep genelde dişil ekler, dişil karakter taşıması onunla da bağlantılıdır. Kuşkusuz bu çok önemli ve onun zihniyetinin bunda payı son derece belirgindir.
Niye öncelikle dile saldırılar var? Dilden kopmak, bir yönden de en önemli unsur olarak kültürden kopmak anlamına geliyor. Eğer dili dar anlamda kültürle özdeşleştiriyorsanız, dilden koptuğunuz an o toplumun temel kültüründen de kopmuş oluyorsunuz. Onun yolunu, önünü açıyorsunuz ve sistem zaten bunu yapıyor.
Kürtlere uygulanan kültürel soykırımın benzeri bir soykırım çok fazla yoktur. O açıdan bir de somutta soykırım ve asimilasyonu yaşayan bir toplum olmamız, kültürel soykırım kıskacında yaşayan bir toplumdan gelmemiz itibariyle, Önderlik bu kavramlar üzerinde daha yoğunluklu olarak duruyor. Yaşamın her alanında soykırım var. “Siyasi soykırım operasyonu” diyoruz. Bunu derken bile çok fazla ağırlığı yoktur. Önemli olan soykırım kavramın sende uyandırdığı duygulardır.
Asimilasyonun kaçınılmaz sonuçları bağlamında ele aldığınız zaman, zaten örgütsüz bir toplum ortaya çıkarmak temel hedefleridir. Kültürel soykırımda zaten belirgin olarak vardır. Kültürel soykırım demek, bir toplumun kültürünün tümden dağıtılması demektir. O toplumun kendi özüne yabancılaşması, ona ait cevherin boşaltılması ve geriye bir maddenin kalmasıdır. Özün gidip, kabuğun kalmasıdır. Bu sürüleşmenin de ötesi bir şeydir.
Toplumun çözülüşü
Günümüzde uygarlık krizi yaşanıyor. Uygarlığın bu kriz ve kaosunda devletçi uygarlık sisteminin çözülüşünü, olumsuz bir gelişme olarak görmek kesinlikle doğru değildir. Tersi doğrudur. Bu Demokratik Uygarlığın gelişimi açısından da bir şans oluyor. Önder Apo, bunu özellikle “Özgürlük Sosyolojisi” adlı kitabında çarpıcı olarak ortaya koyuyor. Günümüz gerçeğine baktığınızda bile, uygarlığın ne anlama geldiğini daha iyi tanımlayabilirsiniz. Hasta bir toplum var, kesinlikle kanserli bir toplumdan söz edilebilir. Bu her türlü hastalığın yayıldığı bir toplumdur. Bir organizma, bir bedeni düşünün. Ölüm nedir? Ölüm aslında bir bedenin çözülüşüdür. Bedende çözülme başladığında çürüme başlar ve çürüyen beden her türlü hastalığın zemini haline gelir. Kapitalist moderniteyi de böyle tanımlamak gerekir. İçinde her türlü hastalık var. Kanser, bedenin çözülüşü ve bazı hücrelerin aşırı ölçüde büyümesi olarak da adlandırılabilir. Ama sosyal planda da toplumsal zeminde de bireyciliğin aşırı ölçüde gelişmesine karşılık, toplumun dağılması kanserleşmeye tekabül edebilir. Böyle de değerlendirilebilir.
Bu uygarlığa karşı tavır, bu uygarlıktan kopuş ve alternatif olarak Demokratik Uygarlığı geliştirmek zaten temel görev oluyor. Modernite nedir? Modernite uygarlığın çağdaş halidir. Böyle değerlendirilebilir. O açıdan “Kapitalist Modernite” diyoruz. Bunun alternatifi, “Demokratik Modernite’dir.” Demokratik Modernite’yi örgütlemek de büyük önem taşıyor. Demokratik Uygarlığın çağdaş halinin inşası gerekiyor. Aslında bir Demokratik Uygarlık da vardır. Sıfırdan bir şey zaten yaratılamaz, bu mümkün değildir. Bir Demokratik Uygarlık ’tan da söz edilebilir. Kalıntıları ve dayandığı unsurlar var. Kültürel unsurlar, direnen akımlar var ve bunların kendi bileşik sistemini oluşturması, Demokratik Modernite’nin de inşası anlamına geliyor.
Toplum ölürse birey de ölür
Toplumun ve insanın öldüğü bir çağda yaşıyoruz. İnsanlığın ölümü, insanlığın mahşeridir. Günümüz dünyasını çok iyi kavramak gerekir. Nietzsche, kapitalizm döneminin peygamberi olarak adlandırılıyor. Onun en önemli belirlemelerinden biri, “Tanrı öldü” diye haykırışıdır. Bu bir sevinç nidası değildir. Aslında Nietzsche’nin onunla anlatmaya çalıştığı şey bellidir. Zaten onun döneminde tanrı, toplumun soyut kimliği olarak adlandırılıyor. Tanrıda dile gelen, aslında toplumun kendisidir. Toplum tanrıda kendisini kutsuyor ve tanrısallık bir toplumsal kimlik özelliğini taşıyor. Aslında bu cümleyle, kapitalizmin toplumu bitirdiğini anlatmaya çalışıyor. Kapitalizm toplumu bitirdi, yok etti diyor. Aradan uzun yıllar geçtikten sonra Michel Faucollt buna ek bir cümle söylüyor. “İnsan da öldü” diyor. Toplum öldüyse, insan da öldü anlamındadır.
Toprak ve su özelleştirilemez
Günümüzde akıl almaz bir biçimde hukuki kurallara bağlanmamış tek bir yaşam alanı bile yoktur. Her şeyden havadan, sudan, ormandan bilmem tohumdan para alıyorlar. Patent diye bir kavram ve olgu var. Patenti olmayan tohumu kullanamazsınız. Bir tohumu kullanırken, başkası patentini almışsa ona para ödemeden kullanamazsınız. Her alanın devletleştirilmesi anlamına da geliyor veya özelleştirilmesi anlamına geliyor. Yaşamın bütün alanları özelleştirilmiştir. Suyun, toprağın özelleştirilmesi gibi bir şey olamaz, toprağa ve suya para ödenemez. Akıl almaz bir olgudur. Su doğanın sana verdiği bir şeydir, ama günümüzde öyle değildir. Şehirde su ücretlidir. Halbuki halk arasında bir deyiştir; “Toprak işleyenin su kullananındır” denir. Toplumsal gerçeklikte, toplumsal yaşamın gerçeğinde doğru olan budur.
Eduardo Galeano’ya bir muhabir, “Küreselleşme nedir?” sorusunu yöneltiyor. “Küreselleşme kapitalizmin her yere girmesidir. Kapitalizmin girmediği tek bir alanın kalmamasıdır. Her yerin ve herkesin, pazar ilişkileri içerisine alınmasıdır. Değerin ölçüsü pazarda belirlenir, pazarda belirlenenin adı fiyattır. Fiyatınız varsa değeriniz vardır, fiyatınız yoksa değeriniz yoktur ve değersiz olan her şeyin yeri de çöp kutusudur” diyor. Küreselleşme budur.
Kapitalizm üzerinde duracaksak, şu nokta üzerinde durmak gerekiyor: Kapitalizm diğer sistemlere göre çok daha naiftir ve her zaman kırılmaya yatkın bir sistemdir. Kapitalizmi güçlü kılan şey ona karşı toplumun doğru savunulmamasıdır. Toplumu savunduğun, toplumsallaşmayı inşa ettiğin zaman, zaten kapitalizmi dışarı atıyorsun. Çünkü kapitalizm ve toplum bir arada olmaz. Sen toplumu topluluklar tarzında örgütlediğin andan itibaren, toplulukları da konfederal örgütlenme tarzında birbirine bağladığında kapitalizm zaten çözülüyor. Devleti yıkmadan gerçekleştirilecek olan bir oluşum oluyor. Sistemin içinde sisteme karşı direniş tarzında gerçekleştireceğin bir yapılanma oluyor.
Yaşamak… Ama nasıl?
Kimliksiz, geçmişsiz yaşamak nedir? Önderlikle tanışmadan önce bazı teorik kitapları okumuştum. Lenin’i biraz okumuştum. Şiirle alakalı Ahmet Arif’in şiirlerini okumuştum ve en önemlisi Ahmet Arif’in şiirlerinin bir yerinde “yaşamak, sadece yaşamak, yosun solucan harcında...” diyordu. Demek ki, bizim pratiğimizin anlamı buydu. Çünkü geçmişiyle fazla bir bağlantısı yoktur. Yüzeysel bir yaşam, yosun solucan harcı bir yaşam. Oysa ben insanım, yosun solucan yaşamının ötesinde bir yaşamımın olması gerekir. İlk manifestomuzun en sonunda şöyle bir cümle var: “Halkımızın içine düşürüldüğü onur kırıcı durumdan duyduğumuz büyük utancı, mücadelemizin en sağlam dayanaklarından biri haline getireceğiz.” Mücadelede en büyük güç kaynağımız, halkımızın içinde yaşadığı onur kırıcı durumdan duyduğumuz utanç duygusu demek oluyor. Bunların hepsi bizim açımızdan çok büyük önem taşıyor.
Neye 'evet' diyoruz?
Özgürlük Hareketi devasa bir harekettir. Biz kendi gücümüzü ne kadar görüyoruz? Bu soru sorulabilir. Özgürlük Hareketi öyle bir güç ki, ama gücün özünün anlam gücü olduğunu bilmek zorundayız. Önderlik, “En güçlü insan, anlamın ve hissin yaşattığı insandır” diyor. Fiziksel güç, anlam gücü karşısında sadece bir gövde gösterisi olarak kalır. Asıl olan anlam ve düşünce gücüdür. O da görme ve hissetme gücüdür, farkındalıktır. O sizde özgürlük tutkusunu ortaya çıkarır, özgürlük bunlarla doğrudan bağlantılıdır.
Her hakikat arayışı, haksızlığa karşı mücadeleyle başlar. Önce “hayır” dersin. Önce olumsuzlarsın ve ret edersin. Bugünün dünyasında Kürt dünyasında yaşıyorsan hele o günün koşularındaysan “evet” diyebileceğin bir şey yoktur. Neye evet diyebilirsin? Kendi özgürlük tutkuna, kendi düşünce gücüne, kendi anlam gücüne evet dersin. Kendinden yola çıkarsın, kendi düşünce dünyandan, duygu dünyandan yola çıkarsın. Temel dayanakların onlar olur.
Aşk yolunun işçiliğini yapmak
Öylesine devasa bir hazinemiz var ki, bu hazineden nasiplenen insanlar var. Bu hazinenin bilincinde, farkında olmak ve Önderlikteki gelişmeye katılmak önemlidir. Ama koşullar da dayatıyor. Düşünsel alanda da anlam ve duygu dünyasında da büyük gelişmeler ortaya çıkabilir. Kadroda, militanda bu yapısallaşabilir, bedenleşebilir. Demokratik ulus tarzında bedenleşme de kazanabilir, zaten kazanmak durumundadır. Çünkü bu yol bir aşk yoludur.
Demokratik ulus inşası konusunda Önderliğin şimdiye kadar yürüttüğü bütün çalışmalar, aşk yolunun isçiliğini yapmak anlamına geliyor. “Ben ve şehit yoldaşlarım aşk yolunun isçiliğini yaptık. Geride kalanlara düşen de bu yolda yürümesini bilmeleridir. Yol açıktır” dedi. Fakat yürüme konusunda sorunlar var. Anlam gücünün hakikatle bağını rahatlıkla görebiliriz. Önderlik, “İnsanlık tarihinde olumlu anlamda gerekli olan ne varsa, süzülmüş bal kıvamında bu yolda yürümek isteyen insana sunulmuştur” dedi.
Önderliğin ortaya çıkardığı o büyük anlam gücü, bütün tarihsel süreçlerin, bütün düşünce güçlerinin bir sentezidir. Bu da Aşık Daimi’nin deyişliyle, “Bin çiçekten bir peteğe bal işleme” tarzındadır. Üstelik süzülmüş bal olarak bize sunuyor. Bizim hakikatle ilişkimiz budur. Sorun burada Önderliğe katılmak, bununla beslenmek ve bunun bedenleşmesine, vücut bulmasına katılım sağlamak ve öylesi bir çalışmaya öncülük yapabilmektir.
Apocu düşünce sosyalist düşüncedir
Önder Apo açısından sosyalizm nedir, nasıl tanımlanır? Önder Apo, açısından sosyalizm, “Toplumsallaşmanın bilimidir.” Çok çarpıcı bir belirlemesi, “Sosyalizmde Israr, İnsan Olmakta Isrardır” adlı eserinde var. “Sosyalizmden kuşku duymak, insandan ve onun toplumsal gerçekliğinden kuşku duymaktır” dedi. İnsan toplumsal bir varlıksa, toplumsallık onun var oluş koşuluysa, o zaman sosyalizm bundan ayrılamaz. Zaten sosyal ile toplumsallık aynıdır. Aslında sosyalizm kelimesini Türkçe'ye çevirirsen karşılığı toplumculuktur. Dolayısıyla sosyalizmi, toplumsallaşmanın bilimi olarak değerlendirmek ve insanın varlığı kadar eskiye dayandırmak yanlış bir ifade değildir. Sosyalizm aslında insanın doğasıdır, sosyal doğadır, insanın doğasının ayrılmaz bir unsurudur. Bizim açımızdan böyle bir bakış açısı sosyalizmi çok anlamlı kılar. Önderlikte, sosyalizm çok belirgin olarak var. Özgürlük Hareketi düşüncesinden, Apocu düşünceden sosyalizmi çıkarırsanız geriye hiç bir şey kalmaz. Apocu düşünce sosyalist düşüncedir, sosyalizm düşüncesidir. Bizim ideolojik kimliğimiz, demokratik sosyalizmdir. Sosyalizmi bu tarzda ele almak, değerlendirmek ve demokratik sosyalizme sürekli vurgu yapmak lazım.
Kadın, iktidar üretmez
Önderlik, “Ben erkeğin tanrısallığına inanmadım ve inanmıyorum” dedi. Aynı şeyi kadın için söylemedi. “Ben kadındaki tanrısallığa inanıyorum” dedi. Kadındaki yaratıcı potansiyele inandığını söyledi. “Jin” ile “jiyan” arasında bağ kurdu. Bu bir kültürdür. Dediğim gibi dille, kültür birbirine bağlıdır. Kadın ve yaşamın nerdeyse özdeş kavramlar olarak kullanılması bile hayatın bu coğrafyada nasıl kurulduğunu gösteriyor. Bundan dolayıdır ki, kadının yaşamdan kopuşu yaşamın kaybedilmesidir. Hakikat yasamla ilgilidir ve kadının kayboluşu yaşamın kayboluşudur. Ürkütücü olan burasıdır.
Hakikat deyince hep olumluluk anlaşılır. Hakikatten söz ettiğinizde kavram olarak aklınıza hiç olumsuzluk gelir mi? Ki, devlet bir gerçektir, ama devletin hakikati yoktur. İçindeki hakikat payı neredeyse sıfırdır. Hakikat onun için hep olumludur. Dolayısıyla kadın ve yaşam hep içinde olumluluk taşıyan şeylerdir. Şunu kanıtlayabiliyoruz. Egemenlik duygusu, devlet ve iktidar düşüncesi kadının doğasından çıkmaz. Kadın doğası bunlara kapalıdır. Kadın bunlara bulaşabilir ama üretmez.
Hedefimiz bir olmaya doğru yürüyüştür
Egemen, kendi gönül rızasıyla egemenliğinden vazgeçmez. Ya çok derinliğine sorgulama yaparak kendisiyle cihat yürüterek aşabilir ya da bir başkası ona karşı savaşır, aştırır. Ama pek de öyle gönüllü olmuyor. Gönüllü olarak egemenliğinden vazgeçmiş bir egemen sınıf yoktur. Kapitalistler vazgeçiyorlar mı, hayır vazgeçmiyorlar. Devlet aslında öyle bir şeydir. Devlet de, eril aklın ürünü ve egemen erkeğin örgütüdür. O nedenle egemenlik düşüncesinin sorgulanması kesinlikle büyük önem taşıyor. Önderlik, “Kadının özgürlük savaşı anayurt savaşlarından çok daha değerlidir” diyor. Bu son derece önemli bir belirlemedir. Bizim gerçekliğimizde neden böyledir. Peki, kadın bu özgürlük savaşını kime karşı yürütecek? Bir sisteme karşı yürütecek. Sistem kimin sistemidir? Demek ki, erkek egemen sisteme karşı yürütecek. Erkek egemen zihniyete karşı direniş, anayurt uğruna direnişten çok daha değerlidir. Çünkü anayurdu kazansan bile öyle bir erkeklikle yine kaybedersin. Özü budur.
Hedefimiz bir olmaya doğru yürüyüştür, hakikat budur. Evrenle bir olmaya doğru yürüyüş, doğayla bir olmaya yürüyüş, kadınla bir olmaya doğru yürüyüş, onunla bütünleşme ve onda tamamlanma hakikattir. Özgürlük eğilimi bir tamamlanma eylemidir. Eksikliğini giderme kendini aşma eylemidir. Bireyin kendisini toplumda tamamlaması, toplumun kendini doğada ve evrende tamamlaması, erkeğin kendini kadında tamamlaması. Çünkü tüme ve bütüne yakın olan kadındır.
Not: Ali Haydar Kaytan’ın değerlendirmelerinden derlenmiştir…