‘Arızalı’ bir iş: Fleabag

Kültür/Sanat Haberleri —

Phoebe Waller-Bridge

Phoebe Waller-Bridge

  • “Gerçek hayatta böylesi büyük ‘arızalar’ bu kadar kolay çözülmez. Ama karakterin ihtiyaç duyduğu sevgi ve güven ilişkisini tesis ettikten sonra bize ihtiyacının kalmaması, buruk da olsa bir sevinç bırakıyor içimizde. Buruk haldeyiz çünkü onun gibi zeki ve eğlenceli birinin ‘en yakın arkadaşı’ olamayacağız bir daha.”

BİLGE AKSU

Son dönemde en çok konuşulan ve beğenilen dizilerden biri, Phoebe Waller-Bridge tarafından yaratılan Fleabag olmuştu. Amazon Prime’da halen izlenebilen bu diziyi böyle çekici kılan birçok unsur bulunsa da temelinde, uzun süre gösterilen ve oldukça sağlam bir metne sahip olan aynı adlı tiyatro oyunundan uyarlanmasının etkisi büyüktü. 2013 yılında sahnelenen bu oyun, yıllar sonra bu hafta, Başka Sinema kapsamında kısa süreliğine gösterime girdi. Kaydedilmiş bir performansı, hem de yıllar sonra izlerken böylesine beğenebileceğini herhalde çoğu kişi düşünmemiştir, diziyi izleyenler hariç…

Söz konusu tek kişilik oyunu izledikten sonra, halihazırda diziyi de çok sevdiğim için üzerine bir şeyler yazma ihtiyacı hissettim. Çünkü bu hikaye, yalnızca iyi kotarılmış bir yapım olmanın çok ötesinde bir yerde duruyor. Sinemaya ilişkin teknikleri, psikanalitik çözümlemeleri ve karakterlerinin derinliğiyle, oldukça katmanlı ve derin bir iş var karşımızda.

Dördüncü duvarın yıkılması

Birçok izlenimin yoğunlaştığı nokta, dizide kullanılan bir tekniğe ilişkin oldu hep. Başkarakteri canlandıran Bridge’in sürekli olarak dönüp seyirciyle temas ve diyalog kurması, dördüncü duvarın yıkılması diye nitelendirilen eski bir tekniği ifade ediyordu. Geçmişte Woody Allen gibi yönetmenlerle sıkça anılan, tiyatro alanında ise Brecht’in bazı teknikleriyle benzetilen bu yöntem, son zamanlarda birçok dizide kullanılıyordu zaten. Modern Family ya da The Office gibi ‘mockumentary’ janrına giren komedi yapımlarında bu iş, doğrudan seyirciye ya da onu temsil eden görünmez bir karaktere karşı yapılan konuşmalar üzerinden ilerliyordu. Fleabag’de ise bu, diğer örneklerden oldukça farklı biçimde yerine getiriliyor.

Dizinin giriş sekansında başkarakterimizi nefes nefese kalmış haldeyken görüyoruz. Çok kısa süren bu görüntünün hemen ardından karakter birden bize dönüp o anda içinde bulunduğu durumu anlatmaya başlıyor. Bir erkeği evine davet ettikten sonra ona çok da ‘ezik’ görünmemek için, dışarıdan yeni gelmiş de bu yüzden nefes nefese kalmış gibi davrandığını açıklıyor. Bu girişin ardından hikaye ilerledikçe sıklıkla karakterle göz göze geliyor; bazen anlamlı bir bakışmaya, bazen ilk örnekteki gibi açıklamalara, bazen de herhangi bir şeyden şikayet edildiğine şahit oluyoruz. Anlatının akışını zaman zaman durduran bir duruma kadar ilerliyor bu.

Fleabag’de buna bu kadar sık rastlamamızın belli sebepleri var tabii. Bir kere bu karakter, birçok konuda başkalarının onayını önemseyen biri. Geçmişten gelen bir takım problemlerin çıktılarından biri olarak görebileceğimiz bu davranış, karakterin seyirci onayına da ihtiyaç duyduğunu düşündürüyor bize. Ki bunu ilk sezonun son kısmında ortaya çıkan, arkadaşı Boo’nun ölümüne ilişkin ayrıntıları öğrendiğimizde daha net görüyoruz. O ana kadar birçok konuda bizimle işbirliği yapıp herkesle dalga geçen bu karakter, ani bir suçluluk duygusuna kapılıyor ve yepyeni bir durum yaratıp, gözlerini bizden kaçırmaya çalışır hale geliyor. Böylece anlıyoruz ki, basit manada bir teknikten öte, karakterin psikolojik durumunu da anlatmaya yarıyor bu bakışlar.