Barış sürecinin tiyatrosunu mu izliyoruz?

Hüseyin GEDİK yazdı —

  • Rojava’ya savaş dayatılarak barış sağlanmayacağı açıktır. Hatta barış sürecinin bitirilmesidir. Devletten istenilen ve beklenilen somut adımlar atılmazsa, İmralı tecridi kalkmazsa, hukuki ve siyasi zemin yaratılmazsa süreci bu şekilde uzatarak devam ettirmek zorlaşacaktır. Hatta daha net söylemek gerekirse imkânsız hale gelecektir.
  • Türkiye’deki Siyasi İslam’ın 23 yıllık kesintisiz iktidarları boyunca edindikleri kurnazlıkları her alanda sergiliyorlar. Her şeyi mubah sayıyorlar. İktidar çıkarları uğruna yapamayacakları hokkabazlık yoktur.

Barış sürecinin kapısı aralanır gibi gösterildi ama bir türlü açılmadı. Taraflar barışa dair niyetlerini ortaya koydu. İmralı ile ilişki, diyalog, müzakere derken heyetlerin adaya gidiş gelişi, aile ziyareti, bir kereye mahsus avukat görüşünün önü açıldı.

Önder Apo’nun görüntülü mesajı, fesih ve silah yakma pratiği barışa dair inancı perçinledi. Sürecin ruhuna uygun adımlar atıldı, toplumda karşılığını bulan, güven yaratan "Barış ve Demokratik Toplum" çağrısı sahiplenilmiş oldu. Tecrit koşullarında aranan barış, İmralı’da tek taraflı atılan adımlarla sınırlı kaldı.

Bütün bunların yapılması için Önder Apo’nun çalışma koşullarında iyileşme ve İmralı tecridi kalkar gibi oldu. Oysa ki görünen sadece bir seraptan ibaretmiş. Ne koşullar düzeldi ne de tecrit kalktı. Devletin ihtiyaç duydukları adımların atılması için İmralı’ya tolerans tanıyorlar, ardından da zindanın kapısını sürgülüyorlar.

 Süreç başladıktan sonra barışa dair çok laf tüketildi. Hatta kendisinden hiç beklenmeyen ezber bozan lafları da Devlet Bahçeli sarf etti. Umut yarattı, inandırıcı olmaya çalıştı. Herkes, Bahçeli’nin ağzına bakarak acaba bu sefer ne diyecek diye merakla bekler oldu. Doğrusu medyanın ilgi odağı olmayı sürdürdü. Sanki temsil ettiği gelenekten sıyrılmış bir barış havarisi gibi prim yaptı. Asla ve kat’a değişmeyen kemikleşmiş bir ülkünün soy damarından geldiği unutulmamalıdır.

Kimin ne söylediğinden ziyade kim tarafından söylendiği daha çok önemlidir. ‘Aynası iştir kişinin lafa bakılmaz’ diye bir söz vardır. Devlet Bahçeli’nin ne dediğinden ziyade ne yapmak istediği ve nereye varmak istediği daha önem taşımaktadır. Önder Apo’dan ‘Kurucu lider, Gelsin mecliste konuşsun, Umut hakkı’ gibi ağza bir parmak bal çalmanın ötesine geçmedi. Devlet Bahçeli’nin barış sürecine ilişkin samimiyeti bu aşamadan sonra sorgulanması gerekir kanaatindeyiz.

Erdoğan’ın Rojava’ya kılıçlı tehdit mesajı, Bahçeli tarafından da sahiplenildi. SDG, Şam ile entegre olmazsa (yani teslim olmazsa demeye getiriyor) savaş olur demesi, Bahçeli’nin asıl niyetini dışa vurmasıdır. Rojava hal olmazsa barış süreci akamete uğrayacaktır şeklinde ifadesini bulmuştur. Demek ki, Bahçeli ve Erdoğan’ın aklındaki çözüm reçetesi Rojava’nın İmralı tarafından tasfiye edilmesini sağlamakmış meğer.

Meclis Başkanı inisiyatifinde iyi kötü bir komisyon kuruldu. Komisyon’un çalışmalarında beklenen somut sonuç çıkmadı ama beklenti yaratarak oyalamaya devam ediyor. Tam bir Marko Paşa misali herkesi dinlemeyle yetiniyor. Halihazırda, derdini anlatanların terapisine dönüşen bir komisyon haline geldi. "Milli Birlik, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu" adıyla çalışmasına başladığından beri Türkiye tarihinde görülmemiş en anti demokratik uygulamalara tanık olmaktayız. CHP’ye dönük siyasi yargı mekaniği devrededir. Muhalefet cephesini tümden tasfiyesine doğru giden bir süreç başlamıştır.

Barış sürecini boşa çıkaran çok sayıda sözlü ve pratik işaret vardır. Bahçeli ve Erdoğan, Cumhur ittifakının geleceğini sağlama almak, iktidarını devam ettirmek için barış sürecini siyasi çıkarlarına malzeme yapmanın dışında hiçbir inandırıcılığı kalmamıştır. Bahçeli’nin iyi niyetine yorduğumuz sözlerin maksadı meğer farklıymış. Kürtlere de CHP’ye de cehennemi gösteren yolun taşlarını iyi niyetlerle döşemenin dışında hiçbir anlamı kalmamıştır.

Rojava’ya savaş dayatılarak barış sağlanmayacağı açıktır. Hatta barış sürecinin bitirilmesidir. Devletten istenilen ve beklenilen somut adımlar atılmazsa, İmralı tecridi kalkmazsa, hukuki ve siyasi zemin yaratılmazsa süreci bu şekilde uzatarak devam ettirmek zorlaşacaktır. Hatta daha net söylemek gerekirse imkânsız hale gelecektir.

Somut adımlar atılmadığı taktirde, bu saatten sonra Bahçeli’nin ve İktidar cenahının söyleyeceği her şey aldatmacadan ibaret olduğunun teyidi olacaktır. İktidar varını yoğunu, bütün imkanlarını büyük bir kumara yatırmıştır. Kürtleri aldatmak için gerekirse Komisyon’un tümünü İmralı’ya gönderme kararını da alabilirler. Eğer Rojava Kürtlerine katliam tehdidi devam ederse, ülke içinde siyasi operasyonlara hız kesmeden sürdürürlerse, söylenen her söz laf-u güzaf olmaktan öteye geçmeyecektir.

Bu süreç hakkında başından beri ihtiyatlı yaklaştığımız, kuşkulu iyimserlik olarak değerlendirdiğimiz algılarımızda yanılmayı çok isterdik. İktidar cephesinde yaşanan pratiklere bakılırsa düşüncelerimizde pek de yanılmadığımız açığa çıkmaktadır.

Barış sürecinin tiyatrosunu izliyoruz. Her şey bir mizansenden ibaretmiş gibi çarpıyor gözümüze. Türkiye’deki Siyasi İslam’ın 23 yıllık kesintisiz iktidarları boyunca edindikleri kurnazlıkları her alanda sergiliyorlar. Her şeyi mubah sayıyorlar. İktidar çıkarları uğruna yapamayacakları hokkabazlık yoktur. Şark kurnazlığı yaparak, basit hesaplar üzerine kurulmuş siyasi çıkarlara halkların yüzyıllık geleceğini heba ediyorlar.

Kürtleri kılıçtan geçirerek, muhalefeti hukukun sopasıyla hizaya getirerek, halkları birbirine kırdırıp ezeli düşman haline getirerek toplumsal gelecek inşa edilemez. Barış, kardeşlik, demokrasi gibi kavramlar bu iktidarın lügatinde yoktur ve olmayacaktır. Türkiye halkları daha fazla boş hayallerle kendilerini avutmasının bir manası da yoktur. Uzun lafın kısası bu lanetten bir an önce kurtulmak gerekir.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.