Bazen kaybolanlar çocuklar değildir: Eve Dönmenin Yolları

Kültür/Sanat Haberleri —

Alejandro Zambra

Alejandro Zambra

  • İlk kitabı Bonzai’yle epey ses getirdikten sonra, Ağaçların Özel Hayatı ve Eve Dönmenin Yolları adlı kitapları, Alejandro Zambra’nın serüvenindeki mihenk taşları oldu. Ancak en çok dikkat çeken kitabı, Eve Dönmenin Yolları. Çünkü bu kitapta Şili’nin yakın tarihinin kocaman bir panoraması var.

BİLGE AKSU

Güney Amerika’nın edebiyatla bağını birçok klasik yazar üzerinden biliriz. Başta Marquez olmak üzere Borges, Cortazar, Neruda gibi isimlerin edebiyat okurları arasında hem popülerliği hem de beğenisi epey fazladır. Edebiyatın dışına çıktığımızda da, örneğin sinemadan bahsediyorsak, çoğu sinefilmin bir çırpıda sayacağı pek çok Güney Amerika filmi bulunur. Bunun sebepleri üzerinde durmaya gerek yok ama kabaca, sanatsal üretim için gerekli sosyolojik koşulları fazlasıyla taşıdığını belirtip geçelim.

Söz konusu koşullar arasında elbette ekonomik ve siyasi bir takım meseleler var. Bir kere bu kıta insanları, aynı kıtanın kuzeyindeki beyaz ve batılı bireyler arasında sayılmıyor. Her ne kadar tarihsel olarak benzer dönemlerde ve benzer emellerle bu kıtaya yayılmış olsalar da, geldiğimiz noktada onların torunları artık pek öyle makbul sayılmıyorlar. Darbeler, iç savaşlar, depremler ve ekonomik buhranlar, tıpkı Türkiye benzeri ülkelerde olduğu gibi, hatta çok daha fazlasıyla, bu kıtanın üzerine çökmüş durumda.

 

 

‘Eve Dönmenin Yolları’

Bu melankolik coğrafyanın yetiştirdiği son yazar, Alejandro Zambra, tam da böylesi bir arka plana sahip olmanın bilinciyle karşımıza çıkıyor. 1975 doğumlu bu genç kuşak yazarın eserleri Türkçeye epeydir çevriliyor. Notos Kitap tarafından, Çiğdem Öztürk’ün çevirisiyle tarafımıza sunulan eserleri arasında ödüllü kısa romanlar da var, edebiyat üzerine denemeler de. Şili’li yazarın, daha genç yaşlardayken aldığı, ‘gelecek vaat eden yazar’ ödüllerinin olduğunu da belirtmeden geçmeyelim.

İlk kitabı Bonzai’yle epey ses getirdikten sonra, Ağaçların Özel Hayatı ve Eve Dönmenin Yolları adlı kitapları, bu yazarın serüvenindeki mihenk taşları oldu. Yazdıklarında muhakkak kendisini de gördüğümüz, hatta kurgusal bir karakter dahi olsa, mutlak surette yazarlıkla uğraşan duygusal bir genç adama rastladığımız bu kitaplarda, kendine ait bir evren kuruyor Zambra. Eserler, bir öncekilere kesinlikle atıf içeriyor. Bu kimi zaman açık açık, kimi zaman üstü örtülü yapılıyor. Zambra’nın bu tarz kurgusal oyunları sevdiğini vurgulamak şart.

Yazarın en çok dikkat çeken kitabı, Eve Dönmenin Yolları. Bunda son derece akıcı ve bir o kadar da vurucu parçaların birleşmesinin etkisi var. Ama bundan öte, Eve Dönmenin Yolları’nda, Şili’nin yakın tarihinin kocaman bir panoraması var.

Kitabın girişi, aslında örtük şekilde ince ince işlenen temayı ve temel duyguyu da içeriyor. Şöyle diyor Zambra:

“Bir keresinde kayboldum. Altı ya da yedi yaşındaydım. Aklım başka yere gitmişti, birden annemle babamı kaybettim. Korktum ama sonra yolumu buldum ve eve onlardan önce vardım – ümitsizlik içinde beni arıyorlardı. Ama bence o akşamüstü asıl onlar kaybolmuştu. Çünkü ben eve dönmeyi biliyordum ama onlar bilmiyordu.”

‘Ağaçların Özel Hayatı’

Bu son derece basit ve tuhaf giriş, tam da 6-7 yaşlarında bir çocuğun üslubuna sahip. Bu çocuksu taraf, kitap boyunca peşimizi bırakmayacak ve aslında son derece acıklı durumların üst üste geldiği kısımlarda, hepimizi tuhaf, anlaşılmaz bir tekinsizliğe sürükleyecek. Zambra’nın bütün meselesi, işte bu. Ağaçların Özel Hayatı’nda, bir gece eve dönmeyen sevgilisini bekleyen Julian’ın o gergin bekleyişinin arasında da var bu tekinsizlik. Sevgilisinin kızı Daniela’yı oyalamak için uydurduğu ‘Ağaçların Özel Hayatı’ adlı hikaye, bir noktadan sonra üst kurmacayla kitabın kendisine dönüşecek ve elbette ufacık bir kızı değil, anlatıcının kendisini oyalama hikayesine evrilecek. Bütün okurlarıyla birlikte, Zambra ve biz, hepimiz o odaya doluşacağız ve Daniela’nın dönmesini bekleyeceğiz.

Eve Dönmenin Yolları, tamamıyla politik bir hikaye. 1973’te ABD destekli bir operasyonla başa getirilen Pinochet rejiminin bütün etkilerine rastlamak mümkün. Anlatıcı, ilk olarak 1985’teki bir deprem gecesini hatırlıyor; insanların sokaklara indiğini, çadırların kurulduğunu ve esasen birbirini hiç tanımayan komşuların, o alanda mecburen tanıştığını. Bunun en büyük sebebi, diktatörlüğün onlar arasına çektiği görünmez sınırlar. Sıradan koşullarda insanlar, evlerinin duvarları arasında kaybolan ve fikirlerini değil yüksek perdeden, fısıltıyla bile aktaramayan bir konumdalar. Haliyle depremin yarattığı kaos, evlerin duvarlarını sembolik manada yıkıyor ve ‘olmaması gereken şeyler’ olmaya başlıyor.

Çocuksu gerilim

Anlatıcının daha sonra sık sık bahsedeceği Claudia ve Raul de işte burada karşımıza çıkıyor. Claudia kahramanımızdan birkaç yaş büyük, akıllı bir kız. Raul ise aslında kızın babası fakat ilk tanışmada dayısıymış gibi davranıyor. Çünkü kendisi Şilili komünistlerden biri ve arandığı için kimliğini değiştirmek zorunda kalmış. Claudia’nın bu sırrı bize söylemeden, kahramanımızı babasının peşine takıp onu gözetletmesi, anlatıdaki ilk aksiyonları oluşturuyor. Tabii henüz ufak bir çocuk olan anlatıcımızın bu işi büyük bir ciddiyetle yerine getirmesi, bazı noktalarda peşine takıldıklarının gerçekten tedirgin olması, biraz evvel bahsettiğim o tuhaf çocuksu gerilimi yaratan unsurlardan biri oluyor.

Zambra bu kitabını geleneksel bir anlatının çok uzağında konumlamış. Dört bölümden oluşan hikayede bazı kısımlar günlük formatındayken, bazı kısımlar daha klasik bir öyküleme içeriyor. Klasiğe yakın olan kısımlarda, aynı zamanda üst kurmacayı görüyoruz. Eme adlı bir kadınla yaşayan yazarımız, bir yandan bu kitabı oluşturmaya çalışıyor. Geçmişin silik izlerine ulaşmak için olabildiğince çağrışım dolu uğraşlar ediniyor kendine. Günlük formatındaysa, geçmişin izlerini daha yakından takip ediyoruz. Bu kısımlarda da iki ayrı odağımız var. İlki Claudia’yla yaşanan aşkın öncesi ve sonrasıyken, ikincisi anlatıcımızın kendi ailesiyle olan anıları.

Claudia’yla olan diyaloglarda, anlatıcının bazı noktalarda utanç duyduğunu görüyoruz. Bunun en büyük sebebi, kendisine açıklayamasa da, Claudia’nın ve babası Raul’ün komünist olmaları. Başka bir deyişle, kabullenemediği bir diktatörlüğe karşı çıkma iradesini onların gösterebilmesine karşın, kendisinin gösterememesi. Bunun için sık sık ailesini suçluyor. Özellikle sonlara doğru, yetişkin hallerindeyken Claudia’yla birlikte gittiği aile ziyaretinin olduğu akşam, bunu oldukça detaylı görüyoruz. O zamanlar adını Roberto zannettikleri Raul’den bahsederken annesiyle şöyle bir diyalogları var:

“(…)Roberto. Siyasetle ilgilendiğini seziyordum.”

“Herkes siyasetle ilgileniyordu anne. Siz de. Sizler de. Hiçbir şeye karışmayarak…”

Yine Claudia’nın solcu bir ailede büyümüş olmasına gıpta ettiğini de, “Ama benim ailemde ne ölüler ne de kitaplar vardı.” dediği noktada seziyoruz.

Evrensel bir figür: ‘Ortayolcu’

Otobiyografik unsurların bulunduğu anlatıda, Zambra’nın geçmişe dair bazı pişmanlıklarının olduğu çok açık. Bunu anlamak da epey olası. Şili gibi bir ülkede, tarihin en kanlı darbelerinden biriyle başa geçmiş korkunç bir diktatörün varlığında, vicdani yönü gelişmiş bir çocuğun olup bitenler karşısında çaresiz hissetmesi çok olağan. Hele ki onun gibi bir ailesi varsa… Oldukça evrensel bir figür olan ‘ortayolcu’ ailelerin, etliye sütlüye karışmadan standart bir hayat sürme çabasını her yerde görürüz. Türkiye özeli için bu, 80’lerde doğan kuşağın memur ailesinde cisimleşir. Darbe sonrası apolitizasyonun en temel enstrümanlarından biriyle, ihbar kültürüyle sarmalanmış bu aileler öyle bir irade geliştirir ki, söz konusu rejimin en büyük sac ayaklarından birine dönüştüklerini fark etmezler. Onlar artık Orwell’ın alegorisindeki köpekler sınıfına mensuptur. Güce sahip değillerdir ama güç onları belli şartları sağladıkları sürece koruyup kollar. Ve elbette bu durumun devamı için onların kendilerini kanıtlamaya devam etmeleri gerekir. Komşusunu ihbar etmek, bunu yapamıyorsa bile ondan uzak durup yalnızlaştırmak, kendi çocuklarını yetiştirirken kime benzemeyeceklerine dair örnekleri o sakıncalı komşular üzerinden vermek, böylesi ailelerin en temel davranış örüntülerindendir.

‘Okumak yüzünü kapamaktır’

Zambra’nın bu kitapta yaptığı şeyi buradan okumayı tercih ediyorum. Ortada karşı çıkılması gereken bir rejim varken, buna karşı çıkmayı becerememiş yetişkinlerin utancını ve günahını üstlenen bir çocuk var karşımızda. Tam da bu yüzden, kitabın giriş sekansında asıl kaybolanın kendisi değil de anne-babası olduğunu vurguluyor.

Bir noktada fark edip şaşırdığı, ailesinin evinde bulunan okuma kitaplarının artışıyla ilgili de teorisi var. Yine benzer bir yerden:

“Okumak yüzünü kapamaktır, diye düşündüm.

Okumak yüzünü kapamaktır. Yazmaksa yüzünü göstermek.”

Duyarlı, sorumlu ve vicdanlı bir çocuksanız, bir şeyler size bazen tuhaf, bazen ürkütücü gelebilir. Yakınlarınızın sessizliği ve düzenin ritmiyle olan uyumları, size bazen şanslı hissettirse de, belirli bir bilinç seviyesine ulaştıktan sonra aslında şanssız olduğunuzu dahi düşünebilirsiniz. O noktada, tam da Zambra’nın dediğini yapmak, yüzünü göstermeye başlamak gerekiyor.

“Çünkü cümleler bizi korumak istemez. Müziksiz ve sözsüz bir hayat. Ve bulutsuz bir gökyüzü…

Tıpkı şimdiki gibi…”

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.