Berlinale’de İran filmleri

Kültür/Sanat Haberleri —

“La Sirene” filmi

“La Sirene” filmi

  • Bu sene Berlinale’de İran’dan çok sayıda film yer alıyor. Sepideh Farsi’nin “La Sirene” isimli uzun metraj filmi ise festivalin panorama bölümünün açılışını yaptı.

SUSAN WEİNBLATT/BERLİN

Bu sene Berlinale’de İran’dan çok sayıda film yer alıyor. Sepideh Farsi’nin “La Sirene” isimli uzun metraj filmi ise festivalin panorama bölümünün açılışını yaptı. Film, 1980-1988 yılları arasında İran-Irak savaşı olarak anılan ve yaklaşık bir milyon kişinin ölümüne yol açan savaşa odaklanıyor. Abadan şehrindeki petrol rafineri merkezine bombaların düşmesinin ardından şehir adım adım yıkıma ve ölüme doğru sürükleniyor. Şehirdeki erkekler savaşa katılırken kalanlar da bombaların arasında yaşam mücadelesi veriyor. Bütün yaşananlar bombaların düştüğü sırada top oynayan çocuklarken savaş sırasında genç erkeklere dönüşen Omid ve arkadaşlarının gözünden anlatılıyor. Omid babasını kaybetmiş bir çocukken savaşta abisini de kaybediyor, annesi ve küçük kardeşleri şehri terk ediyor ve Omid şehrini terk etmeyen inatçı dedesiyle kalıyor. Küçük kardeş şehri terk ederken elindeki “Küçük Kara Balık” kitabı dikkat çekiyor, Omid de bu filmde küçük kara balık gibi akıntının tersine giderek insanları birbirine bağlayan ve savaşa karşı anti militarist bir tutum takınan bir hikayeye giriyor.

Film yapısını Ortadoğu’da çok iyi bilinen masal formlarından alıyor: Bir karakter sorununu çözmek için türlü türlü adrese başvurmalı, her başvurduğu adreste bir görevi yerine getirmeli ve adım adım sorunun çözümüne yaklaşmaya çalışırken bin türlü başka hikayenin ve karakterin içine girmelidir. Omid de bu görevleri yerine getirirken bizlere Abadan’da var olan farklı yaşantıları gösteriyor: Elaleh, İran devrimi öncesi herkesin hayran olduğu bir sanatçı, George, Yunan bir fotoğrafçı, Kutsal Meryem’lerini kilisede bırakmak istemedikleri için şehri terkedemeyen Ermeniler… Filmin animasyonu Zaven Najjar tarafından yapılmış. Animasyonda renk ve desen tasarımı, şehir tasarımı oldukça beğenildi.

Resmi sinema ile artık olmaz

Filmin yönetmeni Sepideh Farsi ise Berlinale’nin İran bağımsız sineması ile yaptığı iş birliğinin önemine dikkat çekti. Farsi, İran rejimi ve onun resmi sineması ile artık bir arada durulmamasının bir değişimi simgelediğini söyledi. İran-Irak savaşı zamanında hükümet propagandasının ne kadar yoğun olduğunu hatırlatarak, bağımsız anlatıların, kendi tarihimizi yazmamızın çok önemli olduğunu ve animasyonun bu anlatıları hayal gücüyle birleştirme noktasına birçok olanak sunduğunu belirtti.

Allah’ın Olmadığı Yer

Forum bölümünde ise zıtlık yaratan filmleriyle ünlü Mehran Tamadon’un “Where God is Not” filmi yer aldı. Mehran Tamadon festivalde iki filmle yer alıyor: “My Worst Enemy” isimli filmi Encounters bölümünde gösteriliyor.

“Where God is Not (Allah’ın olmadığı yer)”, İran’daki hapishaneleri tanımlamak için işkencecilerin kullandığı bir söylem. Bu filmde yönetmen, İran’ın çeşitli zindanlarında kalmış ve işkenceler görmüş üç ayrı karakterle Paris’te bir araya gelerek onlara hapishanede kaldıkları mekanları, işkence objelerini ve işkencecileri yeniden canlandırarak anlatmalarını istiyor. Yönetmenin kendi bakış açısını ve kendi perspektifini bizzat kendi fiziksel varlığıyla filmin içerisine sokması ise işkence mağduru kimselerle normalde yapılan filmlerde “mağdurla seyircinin arasına en az girme eğilimi”nin tam tersini gösteriyor. Bu da zaten oldukça rahatsız edici olan filmi daha da rahatsız hale getiriyor. Yönetmen, faillerin neler hissedeceği veya failin vicdanı var mı yok mu gibi sorulara yoğun bir biçimde odaklanmış ve filmdeki röportajlarında insanların paylaşımlarına rağmen konuyu buraya getirmeye çalışıyor. Karakterler ise işkence için kullanılan yöntemleri, bunu psikosomatik olarak hala bedenlerinde nasıl hissettiklerini, işkenceye nasıl direndiklerini ve kendilerini nasıl sorguladıklarını anlatıyorlar. Karakterlerle yönetmen arasında bir güven ilişkisi olduğu, çekilen sahnelerin önden belirlenen senaryolara göre çekilmiş olmasından ve karakterlerin zor anlar yaşamalarına rağmen film için devam etmek istemelerinden belli oluyor.

İşkencecilerin vicdanı var mı?

İran devletinden gördüğü baskılar nedeniyle diasporada, Paris’te yaşayan yönetmenin bütün işleri benzer bir tutkudan yola çıkıyor. İran rejiminin savunucusu dört erkeği kendi annesinin evine çağırdığı ve onlarla politik meseleleri tartıştığı filmleri gibi. Bu filmde de herhangi bir anlaşmaya varılamasa da yönetmen insanların bir arada var olabileceklerini, demokrasinin mümkün olabileceğini göstermeye çalışıyor ancak çok zorlanıyor. “Where God is Not” filmi ise, odağı işkence gerçeğinden yönetmenin varlığına ve kafasındaki sorulara fazla kaydırıyor ancak “işkencecilerin vicdanı olup olmadığı” gündemine dair yanıt vermeyi başaramıyor.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.