Bilim, cinsiyetçilik ve kadın mücadelesi

Forum Haberleri —

  • Toplumsal cinsiyet eşitsizliği, binlerce yıldır hayatın her alanında çok derinden yaşanıyor. Bu eşitsizliğe karşı gelişen Kadın Hareketlerinin mücadele tarihi ise sadece 200 yıllık bir geçmişe sahip.
  • Buna rağmen Klara Zetkin’in ilan ettiği, ‘Kadınların Uluslararası Birlik Dayanışma ve Mücadele Günü her 8 Mart’ta daha da büyüyerek gelişmeye devam ediyor.

ELİF AKGÜL ATEŞ

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan toplumsal cinsiyeti şöyle betimler: "Günümüzde kadın, içine doğduğu ilişkiler ağının seçimleri doğrultusunda çizilen bir kaderi yaşar. Kadın olmak, doğumdan itibaren sınırları çizili bir cinsiyet kimliğini giymeyi öğrenmek ve cinsler arasında var olan hiyerarşiyi içselleştirmek demektir. Bu öğrenme süreci hayatın her alanını kuşatan, şekillendiren ritüellerle donatan cinsiyet kimliğini öğrenme sürecidir."

İnsanlığın uygarlaşmasının ilk tohumlarının atıldığı doğal toplumda kadının yaratıcılığı, doğurganlığı, üreticiliği doğayla özdeştir. İnsanın ilk ruhsal, kültürel, ahlaki ve toplumsal  şekillenişi, Anakadın öncülüğünde doğal ve demokratik sistemle yaşamsallaşmıştır. Paylaşımcıdır Anakadın; bilgiyi doğayla kurduğu diyalogla sağlar, toplumun hizmetine sunar. İlk doktor, ilk psikolog, ilk mühendis, ilk sosyologdur, doğadan aldığı bu güçle. Toplumun yaşam güvencesi, ürün veren, bereketin sembolü, kutsalıdır Anakadın.

Bilginin el değiştirerek iktidarlaşması

Neolitik toplumda gittikçe büyüyen ve karmaşıklaşan toplum yapısı, erkek egemenlikli zihniyetin şekillendirdiği kurumlaşmaları da beraberinde getirir. Doğal toplumda var olan cinsler arası eşitlik ekseni, eşitsizliğe doğru kaymaya başlar. Toplumsal birlik, bütünlük eşit paylaşım, ahlaki, kültürel değerler büyük sarsıntı geçirir.

Bilginin, gücün erkekte toplanmaya başladığı bu dönemde, kadının yarattığı üretim araçları, kültür ve toplumsal ahlak, erkeğin denetimine alınarak yeniden şekillendirilir. Artık eşit paylaşım, eşit görev ve iş dağılımı niteliğini tamamen yitirmeye başlar.

Bu dönem tanrıça kültü ve onu ifade eden mitoloji büyük bir gerilemeye uğrar. Kadının toplumsal statüsü geriler, erkek egemenliği, toplum ve devlet yapısına hâkim olmaya başlar. Neolitik dönemin devrimsel nitelikteki keşifleri, artık kadını ikincileştirmenin kaynağı olur.

Böylece kadının yarattığı maddi ve manevi değerler bir bir elinden alınır. Rahipler, tanrı krallar, Ana Tanrıça tarafından üretilen bilgiyi kendi denetimine alarak, erkek egemenlikli hiyerarşik sistemi inşa etmeye başlarlar. Ana soyluluktan baba soyluluğa geçiş sürecinde, kadınlar cinsel olarak sınırlandırılarak, ekonomik olarak ikincilleştirilir. Daha sonraki medeniyetler bunu zırha büründürerek varlığını sürdürür.

Antik Çağ’dan Orta Çağ’a bilim felsefesi ve cinsiyetçilik

Antik Yunan çağı insanlık tarihinde bilimin, felsefenin ilk temellerinin şekillendiği çağ olarak geçmiştir tarihe. Sokrates, Platon ve Aristo bu dönemin dehalarıdır. Bu dönem felsefesi,  evreni, uzlaşmaz karşıtlıklar üzerine kurulu olduğu şeklinde tanımlar. Buna göre aydınlık-karanlık, iyi-kötü, sınırsızlık-sınırlılık, akıl-duygu, ruh-beden ve eril-dişil gibi karşıtlıklar  vardır. Kuşkusuz bu tanımlama diyalektik materyalizmin temel ilkeleri ile örtüşmektedir.

Ancak felsefecilerin, karşıtlıkları birbirleriyle bir denge ve eşitlik ilişkisi içinde değil, hiyerarşik bir ilişki içinde değerlendirmeleri bilimsellikten uzak, tamamen erkek egemen zihniyetin temelini yaratan bir safsatadan öte bir şey değildi.

Yunan felsefeciler cinsler arası çelişkiyi yorumlarken, erili birincil ve ölümsüzlüğün simgesi görmekte, dişil ise ikincil olarak değerlendirilmektedir. Bu bakış açısı, kadının insan olup olmadığı tartışmalarına kadar vardırılır. Bundandır ki Aristo, "insan erkektir. Kadın sakat doğan erkektir. Kadın ruhsuz ve maneviyatsız bir doğurma makinesidir" der.

İnsanlık tarihinin kültürel şekilleniş süreçlerinde mitoslar, destanlar, edebiyat, sanat, kültür, inanç bu klişelerle öylesine işlenmiştir ki, adeta etle tırnak misali birbirinden ayırmak imkasızlaştırılmıştır.

Sümer rahip devletinde üretilen Havva'nın Adem’in kaburgasından yaratıldığı miti’nin, tek tanrılı dinler tarafından da kabul edilmesi, kadının düşürülüşünün de dönüm noktası olacaktı.

Ortaçağ karanlığında, Hıristiyan Kilisesi’nin kadının yaratıcılığının, bilgeliğinin devamı olan doğal kadın doktorların, hemşirelerin cadı olarak ilan edilerek katledilmeleri, aslında bir bakıma kadının insanlığını sorgulayan, asla bilimsel bilgi üretemeyeceği zihniyetiyle örtüşmektedir.

Ne yazık ki bilim ve sanat tarihinde mihenk taşı olarak bilinen dönemin aydınları, filozofları bile, kadına yönelik bu vahşeti onaylayacaklardı. Kopernik devriminin zaferi, modern bilimin doğuşu, felsefe ve bilimsel rasyonalizmin gelişimine şahit olan Bacon, Kepler, Galileo, Shakespeare, Pascal, Descartes gibi dahilerin çağında, ‘Cadı Avı’ tartışma konularından biri olmuştur.

Nihayetinde yargıçlar, avukatlar, devlet adamları, felsefeciler, bilim adamları, teologlar bu vahşeti onaylayan broşürler yazmış, kadının cadı olduğunu ve cezalandırılması gerektiğini ilan etmişlerdir.

Modern çağda ise bu zihniyet kılıf değiştirerek, farklı boyutlarda sürdürülmüş ve günümüzde hala sürmektedir.

Modern bilim ‘dehaları’ ve cinsiyetçilik

.

Bilimsel rönesansın gerçekleştiği 20. yüzyılın başlarına kadar, bilim alanında varlık gösteren kadın sayısı bir elin parmaklarını geçmiyordu.

Kadın bilimsel alanlardan yalıtılırken, özellikle doğa bilimlerinin kadınlara göre olmadığı yargısı, deha olarak bilinen, bilim erkeklerinin bile görüşünü oluşturmuştur. Immanuel Kant, kadınların matematikle ilgilenmesi ile alay ederek, "Madem güzel kafalarını geometriyle meşgul edecekler, sakal da bırakabilirler." diyecekti.

Fizik dehası Max Planck, "Doğanın kadının mesleğini anne ve ev kadını olarak gösterdiğini ve doğal kanunların ihmal edilmesinin ciddi zararlara yol açacağını" belirterek bir kadının derslere katılmasına karşı inatla direnecekti.

Bu dönem çalışmalarıyla kimya alanında bir çığır açan Maria Curie, iki dalda Nobel Fizik Ödülü'nü alan ilk kadın olmuştur. 1948 yılında doğan Elizabeth Helen Blackburn moleküler biyoloji alanında çalışmalar yapmış, Szostak ile birlikte Nobel Fizyoloji ve Tıp Ödülü'nü kazanmıştır. Fizikçi Lise Meitner, 1944 Nobel’in nükleer fisyonu keşfi ödülünü kaybetti, bunun yerine ödül ortağı Otto Hahn’a gitti.

Bu anlayış günümüzde hala bilim eğitimindeki cinsiyet eşitsizliğine, meslek alanlarına yansımaya devam ediyor. Bugün dünya genelinde kadınlar bilim insanlarının üçte birinden daha azını oluşturuyor.

Bilim alanıyla ilgili sunulan örneklerden de anlaşıldığı üzere toplumsal cinsiyet eşitsizliği, binlerce yıldır hayatın her alanında çok derinden yaşanıyor. Bu eşitsizliğe karşı gelişen Kadın Hareketlerinin mücadele tarihi ise sadece 200 yıllık bir geçmişe sahip.

Buna rağmen Klara Zetkin’in ilan ettiği, ‘Kadınların Uluslararası Birlik Dayanışma ve Mücadele Günü her 8 Mart’ta daha da büyüyerek gelişmeye devam ediyor.

 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.