Bir zamanlar Qamişlo ‘Cîran’ Filmi
Dosya Haberleri —
- Tüm filmlerim Kürt meselesi üzerinedir. Ben Kürtlüğüm, dilim, kültürüm, kimliğim ve sanatım için mecbur kalıp ülkemi terk ettim. Çekoslavakya’da sinema eğitimimi tamamladıktan sonra ülkeme dönüp halkımın içinde film yapmayı ve sanatımı geliştirmeyi istemiştim.
SUNA ALAN
Yönetmenliğini ve prodüktörlüğünü Rojavalı yönetmen Mano Xelîl’in yaptığı ve ‘25 yıllık hayalimdi’ dediği Cîran (Komşu) filmi, İsviçre Ulusal Film Festivali’ne seçilerek “Prix du Soleure” ödülünü almaya hak kazandı.
80’li yılların Rojava’sında, Kürt, Asuri, Ermeni, Yahudi ve Müslüman toplumlarının gündelik hayatını, Baas öncesi ve Baas dönemi komşuluk ilişkilerini irdeleyen filmin yönetmeni Xelîl, gazetemizin sorularını yanıtladı.
Film fikri nasıl ortaya çıktı ve gelişti?
Bugüne kadar birçok film yaptım. Çekoslavakya’da sinema okulunu bitirdikten sonra Rojava’ya döndüm. 1992’de ‘Tanrı'nın Uyuduğu Yer’ (The Place Where God Sleeps) isimli bir filmi ancak çekebildim. Çünkü rejimin engellemeleri nedeni ile ülkeden ayrılarak İsviçre’ye ilticacı etmek zorunda kaldım.
Hemen herkes başka bir ülkeye nasıl iltica edildiğini biliyor. Kimse sizi havaalanında çiçeklerle karşılamıyor. Kimse sizi beklemiyor. Kimse “gel buyur, biz de seni bekliyorduk” demiyor. İltica ettiğin ülkede bir rakamdan ibaretsin. Bir rakam olmaktan çıkıp insan sınıfına girebilmen için uzun bir süre gerekiyor. Tekrardan film çekmeye başlayana kadar birçok zorlukla karşılaştım. Çok zahmetli bir süreç oldu.
Burada bir de şunu belirtmek isterim; insan inatçı olmalı. Bir insan ülkesini terk etmek zorunda kalıyor ve halkı için bir şeyler yapmak istiyorsa, inatçı olmalı. Başkaldırışından çabuk vazgeçmemeli. Yeniden film yapabilmek için her şeyi yaptım. Ben bu ülkede çok film yaptım. Tüm filmlerim Kürt meselesi üzerinedir. Ben Kürtlüğüm, dilim, kültürüm, kimliğim ve sanatım için mecbur kalıp ülkemi terk ettim.
Çekoslavakya’da okulu bitirdikten sonra ülkeme dönüp halkımın içinde film yapmayı ve sanatımı geliştirmeyi istemiştim.
Maalesef Kürdistan, dört parçada da dört faşist rejim tarafından işgal edilmiş durumdadır. Yine Kürt halkına zulüm ediyorlar. Sadece dört rejim değil, o coğrafyanın Arap, Türk, Farsları da Kürtleri düşman gibi görüyordu. Kürtlerle savaşıyorlardı. Bu üç halk birbirlerine düşmanlık yapıyor, fakat mesele Kürtler olunca, Kürt’e karşı birlik olmaktan çekinmiyorlardı. Hafızalarına, beyinlerine faşizm ve ırkçılık işlenmiş.
Bu filme konu olan hikayeyi yirmibeş yıl önce yazmıştım. Bu, Qamişlo’nun hikayesidir; Rojava’nın hikayesidir. Kürdistan’ın dört ülke arasında bölünmesinin hikayesidir. Sınırın aşağısı ve yukarısının (Serxet û Binxet) hikayesidir. Sınırın aşağısı yani Kürdistan’ın batısı Suriye, yukarısı yani kuzeyi Türk devletinin işgali altındadır. Annem Mardinli, babam Qamişlo’dandır. Bu sınır, ailem arasına çekilen bir sınırdır. Ailemin kimisi sınırın aşağısında, kimisi yukarısında kaldı. Filmin hikayesini o zamanlar yazdım. Bu filmi çekebilmek için yıllarca imkanların oluşmasını bekledim ve ancak çekebildim. Deyim yerindeyse, bu film ile 25 yıllık bir hayalim gerçekleşti.
Filmin adı neden 'Cîran' (Komşu)?
Çünkü bu meselede iki sembol var: Birincisi Kürt halkı Arap, Fars ve Türklerin komşusudur. Bu halklar bizim komşumuzdur. İstesek de istemesek de birlikte yaşasak da yaşamasak da komşularımızdır. Türkler, Araplar, Farslar isteseler de Kürt halkını yok edemezler. Nasıl onların bizi yok edemediyse bizler de onları yok edemeyiz. Biz kendi topraklarımız üzerindeyiz ve öyle de kalacağız. Bu halklarla artık birlikte mi yaşayacağız, yoksa herkes kendi ülkesinde mi yaşayacak? Sonuçta komşu olacağız. “Komşu” burada sembol olmaktan ziyade bir gerçek olarak kurgulandı.
Qamişlo’da bir çok inanç, dil, kültür birlikte yaşıyor. Kürt, Asuri, Ermeni, Yahudi ve Müslümanlar var. Yıllarca bu inançlar ve halklar birlikte dostça ve huzur içinde yaşadılar. Ta ki faşist Baas rejimi gelene kadar. Baas rejimi Nazi faşizmini, şovenizmini iktidar yaptı. Rejim yaklaşık 300 bin Kürt’ün kimliğini elinden alarak, Arapları Kürdistan’a getirip yerleştirerek demografik yapıyla oynamak halkın birlikte yaşamını bozmak istedi. Her iki Kürt köyü arasına bir Arap köyü kurdu. Yahudilerin kimliklerini ellerinden alarak Kürtlere ve Yahudilere karşı faşizm furyasını başlattı.
Filmimiz altı yaşındaki “Şêro” adlı bir Kürt çocuğun hikayesini anlatıyor. Komşuları Yahudidir. Okullarına Arap bir öğretmen geldir ve ardından ana dilleri Kürtçe ile konuşmalarını yasaklar. Çocukları köle eğitir gibi eğitiyor. Onlara Yahudi karşıtlığı aşılayıp kışkırtarak düşmanlaştırmak istiyor. Bu öğretmenin işi eğitim değil, çocukları köle ruhlu insanlara dönüştürmek istiyor. Verdiği eğitimle çocukların, diktatörlüğün kölesi ve Baas Nazi rejiminin askerleri olmasını istiyor. Cîran adı işte bu hikayeden ortaya çıktı.
Bu filmde bir mesaj var. Nedir bu mesaj?
Her filmde, her işte olduğu gibi her sanatsal çalışmada da bir mesaj vardır. Bu film ile kuru propaganda şeklinde, sloganvari ve özden uzak bir mesaj verilmesini istemedim. Bir başka anlatımla kendimi halkın peygamberi yerine koyup izleyicilere yanlış mesajalar vermek istemedim. İnsani, hümaniter bir mesaj olsun istedim. Film insanlık onuru için konuşuyor. İnsan birçok trajediyi yaşayabilir. Ölüm, hastalık, açlık gibi... Her şey unutulabilir fakat insan onuru bir defa kaybedilirse, unutulmaz.
Kürt halkına yapılan zorbalıklar, ırkçı rejimler tarafından bilinçli olarak yürütüldü. Aynı şekilde bu zorbalık Suriye’deki Yahudilere de yapıldı. 70 bin Yahudiden hiç biri kalmadı. Hepsi evlerini topraklarını bırakıp kaçtı, dünyaya dağıldılar. Suriye rejimi bu kötülüğü herkese yapıyordu. Baas rejimini kabul etmeyen Araplara da yaptı. İster Kürt olsun, ister olmasın bu film esaret altında olan bir insanın sesidir. Bu film birlikte yaşamın sesidir. Bu film ile Rojava Kürdistan’ında Kürt halkına yapılan haksızlık ve zulmü, açık bir şekilde gözler önüne seriyoruz. Ben Kürt halkı derken nasyonalist bir şekilde söylemiyorum.
Dediğim gibi, bu film hümanist bir filmdir. Filmde insanlık ve saygı büyük rol oynuyor. Bu film, bir halkın üzerinde ne kadar zulüm ve barbarlık olsa da ne kadar karanlıkta bırakılsalar da, umutlarını kaybetmediklerini ve ellerindeki mum ile karanlığa ışık tuttuklarını göstermektedir. Vaclav Havel'in dediği gibi “gerçek ve sevgi, yalan ve nefrete her zaman üstün gelecek!”