Boğaziçi direnişi ve düşündürdükleri

Sara AKTAŞ yazdı —

  • Bu hafta AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Melih Bulu’yu Boğaziçi Üniversitesi’ne kayyum rektör olarak atamasını takiben tüm bileşenleriyle birlikte direnişe geçen Boğaziçi Üniversitesi’ne ve ona destek veren tüm kesimlere dönük baskı, gözaltı ve operasyonlara tanık olduk. 

Dozajı yükselen tüm baskılara rağmen Boğaziçi Üniversitesi’nde devam eden ve kapsamı giderek genişleyen bu bükülmeyen irade karşısında gelişen faşist şiddet, bu direnişi hem tarihsel hem güncel nedenleri ile birlikte daha kapsamlı okumayı gerekli kılıyor. Peki Boğaziçi Üniversitesi ve öğrencilerini bu denli hedef haline getiren mücadele birikimi ve güncel nedenleri nasıl yorumlamak gerekiyor?

Mücadele birikimi açısından baktığımızda; kurulduğu 1971 yılından bugüne hep direnişin, özgürlük talebinin akademideki kalelerinden birisi olan Boğaziçi Üniversitesi’nin direnişlerinin yeni olmadığını söyleyebiliriz. Örneğin 1960’lı yılların sonunda o dönemki ismiyle Robert College, dönemin politik atmosferinin dışında kalmamış, gerçekleştirilen eylemler ve boykotlar kolejin 1971’de Boğaziçi Üniversitesi adını alarak kuruluşuna önayak olmuştur. 12 Eylül sonrası 1982’de kurum dışı ilk rektör atamasının gerçekleşmesi ise yeni bir mücadele sürecine neden olur. 1980’lerde verilmeye başlanan bu mücadelenin 1992’de kazanımla sonuçlanması sonrası Boğaziçi Üniversitesi kendi rektörünü kendisi belirlemeye başlar. Böylelikle Boğaziçi sadece kendi kurumuna değil, diğer üniversitelere de seçim sisteminin getirilmesinin önünü açar. Akabinde 1990’lardan ve 2000’lere kadar artan öğrenci sayısı ve akademik üretimine bağlı olarak üniversite daha da güçlenir. Öğrenciler hemen hemen her soruna kendi geliştirdikleri öz örgütlenme araçları ve öğrenci kulüpleri aracılığıyla dahil olmaya çalışır ve özgür düşünce üretimini sürdürür.

2016’da ise gerçekleştirilen seçimlerde Gülay Barbarosoğlu yüzde 86 gibi rekor bir oy almasına rağmen Cumhurbaşkanı Erdoğan seçimlerde aday dahi olmayan Mehmed Özkan’ı rektör atadığında AKP’nin tüm ülkede kendini gösteren baskı rejiminden ne yazık ki Boğaziçi’de nasibini alır. Nitekim 2016’dan sonra siyasi iktidarın Boğaziçi’ni sık sık hedef gösterdiğini de unutmamak gerekir. Özellikle öğrenci kulüplerinin etkinlikleri medyada hedef olur. Örneğin 2018’de Efrîn’e yönelik askeri operasyonları protesto eden öğrencilerin Erdoğan tarafından bizzat hedef gösterilmesiyle birlikte öğrencilere dönük büyük bir gözaltı dalgası başlatılır. Üniversite haftalarca polis tarafından abluka altında kalır.

Boğaziçi Üniversitesi’nin hedef haline gelmesinin diğer önemli bir nedeni ise çok boyutlu krizler yaşayan iktidarın gençlik ve öğrenci hareketlerinden duyduğu büyük korku olarak belirtebiliriz. 60’lı ve 70’li yılların gençlik hareketlerinin yarattığı devrimci sinerjinin bilgisinin iktidarın belleğinde taptaze olduğunu belirtmekte yanlış olmayacaktır. Nitekim geldiğimiz aşamada iktidarın hizaya ve nizama getirilmiş, biat ettirilmiş toplum tahayyülünü Boğaziçi öncülüğünde başlayan öğrenci direnişleri iflas ettirmektedir. Kuşkusuz bu direnişle Boğaziçi’nin korumaya çalıştığı şey öncelikle özgürlükçü, demokratik ve eleştirel kurumsal ilkeler olmakla birlikte, katılımcılık ve çoğulculuk ilkeleri bağlamında tüm ülkenin demokratik değerleridir.

Boğaziçi gençliği Türkiye’de çoktandır unutulmuş ancak her kurumun savunması gereken değerlere sahip çıkıyor. Dolayısıyla Boğaziçi’nin akademiyi özgünlüğün, yaratıcılığın ve eleştirel aklın korunduğu bir alan olarak görmesi, okul dışı kamusal alandan kopmadan farklılıklarla bir arada yaşayarak üniversite eğitimi sunabilmesi ve üniversite işleyişine öğrenci katılımının yüksek olması Boğaziçi’ni iktidarlar için tehlikeli kılmaktadır. Bu bakımdan Boğaziçi’nin bugün Melih Bulu’nun atanmasına gösterdiği yaygın tepkiyi okulun onlarca yıllık mücadele geçmişiyle ve günümüzün koyu faşizm koşullarıyla birlikte okumak gerekmektedir.

Bugün kayyum rektöre karşı demokratik üniversiteyi savunmak için bir araya gelmiş olan öğrencilerin, kendi doğal zeminlerinde gençliğin durumunu tartışarak sürece yeni açılımlar sağlaması da olasıdır. Bugünkü eylemlilikleri sadece dar bir grup öğrencinin inisiyatifinde şekillenen eylemler olarak görmekte yanıltıcı ve dar olacaktır. Zira bu direniş yaygın üniversite bileşenleriyle birlikte faşizmden bıkmış ezilen tüm halk tabanından da destek almaktadır. Bu yönüyle Boğaziçi Üniversitesi direnişinin ülkede faşizmin baskılarından ve sömürülerinden rahatsız olan diğer tüm kesimlerin katılımıyla beslenmesi ve büyütülmesi oldukça hayatidir. Dolayısıyla faşizme karşı savaşan tüm kesimlerin bu direnişin destekçisi değil kendi zemininde bizzat öznesi olması gerekmektedir. Erdoğan faşizminin ömrünü kısaltacak, hakettiği sona kavuşturacak olanda budur.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.