Cezaevi direnişlerinin yarattığı tarihsellik

Sara AKTAŞ yazdı —

  • İşte bugün Türkiyede zindandaki binlerin sürekli şekil değiştiren ama bitmeyen direnişleri oldukça tarihsel ve oldukça sade bir hakikati, geçmişin mücadelelerinden alacağımız en önemli öğretiyi, unutulmaması gerekeni hatırlatır bizlere; direniş en koyu faşizmi de, köleliği de, iradesizliği de alt edebilir. Direniş tarihsel kişiler yaratır, tarihsel anlara müdahale gücü olur. 

Öncelikle cezaevleri, devletlerin zora dayanan gücünü doğrudan gösterdiği, kendi sistemini korumak ve düzenini hakim kılmak için ihtiyaç duyduğu stratejik kurumlardır. Bu nedenle devletin toplumsal yaşam alanına müdahalesinin somutlaşmış hali cezaevleridir. Bir başka ifadeyle bir ülkenin cezaevlerine bakıp, o ülkeyi yöneten iktidarın ve devletin fotoğrafını çekmek mümkündür. Dolayısıyla dünyanın farklı bölgelerinde, toplumsal, politik, ekonomik sorunlara bağlı olarak cezaevlerinde tutsaklar, iktidarların çeşitli yöntemleri ile geçmişten günümüze sürekli baskı ve işkence ile yüz yüze kalmıştır. Bu bakımdan hapsedilenlerin bedeni, Foucault’un Hapishanenin Doğuşu’nda belirttiği üzere, işkencecilerin ve cellatların gücünü pratik ettikleri yerdir. Daha net belirtmek gerekirse, işkence bedenlerin ve zihinlerin hem denetim altına alınması hem eğitilmesi çabasıdır. Bu anlamda, işkence, iktidarın kudretinin sergilendiği alan, bir nevi intikamıdır. Diğer taraftan hapsedilmenin tarihi iktidarların işkence tarihi olduğu kadar her yönüyle kapatılanların tarihselleşen direnişleri üzerinden de okunabilecek bir tarihtir.

Zira savaşların, yıkımların, zulmün en dehşetli manzaralarının bile sıradanlaştığı zamanlarda  direnenlerin ‘başka bir dünya mümkün’ ve ‘direnerek kazanacağız’ sloganları her zaman apayrı tarihsel bir değer kazanmıştır. Zira dünyamızı baştan başa saran kandan atmosfere ve içinden çıkılmaz değer kaybına nereden bakarsak bakalım hepside insani değerlerin yitimiyle ilgili görünürken adaleti ve özgürlük hakkını koruma sorunu, çoğunlukla ahlaksal ve siyasal bir sorun olarak cezaevlerinde yükselen direnişlerle çokça karşımıza çıkmıştır. Zira ölüm evlerine dönüştürülen cezaevlerinin, özgürlük tutsaklarınca direniş evlerine dönüştürüldüğüne tarihsel bir çok örnekte tanık oluyoruz. Faşizm ideolojisinin altın çağını yaşadığı yirminci yüzyılda, Hitler’in Almanya’sı, Mussolini’nin İtalya’sı, Franco’nun İspanya’sı, Pinochet’ nin Şilisinde, 1980’lerin ve günümüzün Erdoğan’lı Türkiyesinde tam da yaşanan budur. Her biri farklı coğrafyalarda yer almasına ve farklı kültürel-etnik özelliklere sahip olmalarına karşın hepsinde ortak olan cezaevlerinin işkence ve ölüm merkezlerine dönüştürülmesidir. Ve hepsinde ortak olan bir diğer hakikat ise; faşizmin zulmü büyüttükçe tarihsel değerdeki direnişleri de büyüttüğüdür. 

Bu bakımdan tarihte cezaevi direnişleri, mücadelenin önemli oranda ulusal mücadeleye bükülmüş olduğu pratiklerde ve işgal altındaki ülkelerde önderlerin başvurmuş olduğu eylem biçimleri ve siyasal tutsakların iradi tavırları olarak karşımıza çıkmaktadır. Zira iktidarla mücadele salt dışarıda değil, cezaevi duvarları arasında da sürdürülmüştür. Bu nedenle, cezaevlerindeki direnişler, pasif değil, aktif eylemler olarak direnişçilerin siyasal tutumlarını ifade etmiştir. Cezaevleri tarihinde teorik ve pratik olarak direnişçilerin kanları, canları pahasına oluşan devrimci otorite, bu tarihsel direnişlerle tesis edilmiş, tanınmıştır. Örneğin Türkiye ve Kürdistan’da devrimci tutsakları zindanlara hapsetmeyi bir irade kırma ve siyasal denetim aracına dönüştüren faşist iktidarın bu mekanları nasıl bir işkence merkezi haline getirdiğine yabancı olmadığımız gibi aynı mekanların nasıl bir direniş merkezine dönüştürüldüğüne de yabancı değiliz. Bu bakımdan Diyarbakır 5 No’lu Askeri Cezaevi tüyler ürperten gerçekliği ile Türkiye yakın tarihinin kara lekelerinden biriyken, Kürt Özgürlük Hareketi açısından ise bir direniş belleği oluşturan 14 Temmuz Ruhu’nu yaratmış, tarihselleşmiştir. Akıl almaz işkence tezgahlarının kurulduğu, insanı dehşete düşüren işkence metotlarının uygulandığı bu cehennemde, yaratılan tarihsel direniş ahlakı ve geleneği bugün tüm cezaevlerinde siyasi tutsakların, başlattığı açlık grevlerinde sürmüş, zaman aktıkça tarihsel değeri artmış azalmamıştır.

İşte bugün Türkiyede zindandaki binlerin sürekli şekil değiştiren ama bitmeyen direnişleri oldukça tarihsel ve oldukça sade bir hakikati, geçmişin mücadelelerinden alacağımız en önemli öğretiyi, unutulmaması gerekeni hatırlatır bizlere; direniş en koyu faşizmi de, köleliği de, iradesizliği de alt edebilir. Direniş tarihsel kişiler yaratır, tarihsel anlara müdahale gücü olur. Tıpkı Mazlum’ların Ferhat’ların Sema’ların tarihe yön veren müdahaleleri gibi! Groce’nin sözleriyle söylersek; en büyük kötülüğün direnme yoksunluğundan geldiğini hatırlatır bizlere. Özgürlük kapısının beklemekle değil, ancak mücedele ile açılacağını asla aklımızdan çıkarmamamız gerektiğini hatırlatır bizlere.

Bu vesileyle Türkiye de 12 Eylül faşizminin en koyu karanlığında Amed zindanını yaktıkları ateşle aydınlatan, dirhem dirhem bedenini eriterek hakikati ete kemiğe bürüyen Kemal’lerin Hayri’lerin Sara’ların şahsında bizlere bir direniş geleneği, ahlakı ve felsefesi miras bırakan tüm devrimcileri bir kez daha saygıyla minnetle anıyorum.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.