Cihan’ım unutulmasın
Dosya Haberleri —

Cihan’ın annesi Katibe Bilgin
Rojava'da Türk devletinin SİHA saldırısında şehit düşen gazeteci Cihan Bilgin’i ailesi anlattı:
- Cihan, benim küçüğüm, güzelim, canımın bir parçasıydı. Cihan evimizin neşesiydi, sesiydi. Onu anlatmak zor ama herkes Cihan’ı, onun hikayesini bilsin, tanısın, unutmasın istiyorum. Kelimelere, cümlelere sığdıramadığım Cihan’ı herkes duysun istiyorum.
- Gitmeden önce eve geldi. Elinde yine bir xeftan vardı. ‘Anne, kalk giy de seninle bir fotoğraf çekelim’ dedi. ‘Ne acelen var? Düğün değil, ben şimdi niye giyeyim’ dedim. Ama illa tutturdu. Onu kırmamak için kalkıp xeftanı giydim. Sarıldı bana, birlikte fotoğraf çektik. Sonra, ‘Anne, ma beni öpmeyeceksin’ dedi. Çok duygulandım, sıkı sıkı sarıldım, defalarca öptüm.
- Cihan’ın kalemi yerde kalmamalı, barışa dair umudu yarım kalmamalı. Bir mezarı olsun, bana aldığı xeftanı giyip, ‘Cihan’ım, çok istedin ama göremedin; bak, barış geldi’ diyeyim. Ona baharı, tüm güzellikleri müjdeleyeyim.
AZİZ ORUÇ
Cihan Bilgin’in gazeteciliğe başladığı ve Amed’deki büroya ilk geldiği günü hiç unutmuyorum. O ilk güne dair çektiğimiz fotoğraf, yıllar geçse de onun heyecanını ve çekingenliğini bugüne taşıyor. Daha sonrasında defalarca görüşüp zaman geçirsek de hafızamda hep o ilk günkü haliyle canlanır.
Cihan’ı anlatmanın zor olduğu kadar, ardından haberini yapmak da bir o kadar zor. Anne ve babasından Cihan’ı dinlerken, geçmişe dair anılar gözlerimin önünde geçip gitti. Şimdi ona dair bu cümleleri, hep çok sevdiği fotoğraf makinesine, kamerasına, kalemine sahip çıkacağımızın bilinciyle ve sözüyle yazıyorum.
Evimizin neşesiydi
Cihan’ın annesi Katibe Bilgin, ilk cümlelerini az bildiği Türkçeyle kuruyor. Ancak hemen ardından, Cihan’ın, yanında olsaydı kendisine “Anne, neden kendi dilinle konuşmuyorsun?” diyerek sitem edeceğini söylüyor. Bu düşünceyle Kürtçe devam ediyor: “Cihan da Kürtçeyi çok güzel konuşurdu. Kendini bu konuda çok geliştirdi. Ben de şimdi onu, kendi dilimizle anlatmak istiyorum. Benim kızım iyi biriydi, sevgi doluydu. Hangi güzel kelime onu anlatır bilmiyorum. Cihan, benim küçüğüm, güzelim, canımın bir parçasıydı. Cihan evimizin neşesiydi, sesiydi. Onu anlatmak zor ama herkes Cihan’ı, onun hikayesini bilsin, tanısın, unutmasın istiyorum. Kelimelere, cümlelere sığdıramadığım Cihan’ı herkes duysun istiyorum.”
Kalbim Cihan’la atıyor
Cihan’ın sadece kendisinin değil, halkının da kızı ve sesi olduğunu vurgulayan Katibe Bilgin, sözlerini şöyle sürdürüyor:
“Zulme boyun eğmeyerek, halkının sesi olmak için canını verdi. Onun ardından her anım, onun özlemiyle geçiyor. Her an, her nefeste, kalbimin her atışı Cihan’la birlikte atıyor.”
Cihan ismi gibiydi…
Anne Katibe Bilgin, Cihan’ın Midyat'ta küçük bir evde dünyaya geldiğini anlatarak şöyle devam ediyor: “Çok ağır bir hamilelik dönemi geçirdim. O süreçte bana iyi bakan, iğne yapan ve belki de kızımın sağlıklı doğmasını sağlayan Cihan adında genç bir kız vardı. Yurtseverdi ve ailesinden birçok kişi mücadelede yaşamını yitirmişti. Sürekli onunla Kürt mücadelesini, Kürt halkının yaşadığı zulmü konuşuyorduk. Onu dinledikçe kendimi daha iyi hissediyordum.”
Sağlıklı bir doğum yaptıktan sonra hiç düşünmeden kızına, bu genç kızın adını verdiğini söyleyen Katibe Bilgin, “Adını Cihan koydum. Çünkü Cihan, ismi gibi benim dünyamdı. İsmi Cihan’dı ama o, bu dünyaya sığmadı” diyor.
Beyaz tülbent takacağına söz ver
“Dört kızım daha vardı ama Cihan hep çok farklıydı” diyen anne Bilgin, onun çalışkan, özverili, mütevazı ve herkesi seven biri olduğunu söylüyor. Cihan’ın kendisine çok düşkün olduğunu vurgulayan anne Bilgin, kızının harçlıklarını biriktirip sık sık kendisine xeftan aldığını anlatıyor. Cihan’ın gitmeden kendisine bir söz verdirmek istediğini belirten anne Bilgin, o anları şöyle anlatıyor: “Bir gün bana, ‘Anne, eğer ben bir gün şehit düşersem başına barışı simgeleyen bembeyaz tülbentini takacağına söz ver’ dedi. O an çok kızdım. ‘Sen ne söylüyorsun’ dedim. Gitmek istediğini biliyordum, kızmamın sebebi oydu.”
Cihan’dan hediye: Xeftan
Cihan’ın vedasından hemen önceki günü de şu sözlerle aktarıyor: “Gitmeden önce eve geldi. Elinde yine bir xeftan vardı. ‘Anne, kalk giy de seninle bir fotoğraf çekelim’ dedi. ‘Ne acelen var? Düğün değil, ben şimdi niye giyeyim’ dedim. Ama illa tutturdu. Onu kırmamak için kalkıp xeftanı giydim. Sarıldı bana, birlikte fotoğraf çektik. Sonra, ‘Anne, ma beni öpmeyeceksin’ dedi. Çok duygulandım, sıkı sıkı sarıldım, defalarca öptüm. Cihan’dan kalan en değerli hatıra o fotoğraf oldu. Sürekli ona bakıp duruyorum. ‘Cihanım, küçüğüm’ deyip gözyaşı döküyorum. Cihan, bir gün sonra çıktı gitti ve bir daha hiç gelmedi. Geriye bana aldığı xeftan ve beyaz tülbent kaldı.”
Barış da Cihan da gelsin
Rojava’ya gittikten kısa bir süre sonra Cihan’da haber almaya başladıklarını belirten anne Bilgin, kızının kendilerini sık sık aradığını söylüyor. “Cihan, Rojava’yı çok seviyordu” diyen anne Bilgin, telefon görüşmelerinde kızının sık sık oradaki halktan, kadınlardan ve yaşananlardan bahsettiğini anlatıyor. “Cihan’ım, sen ne zaman geleceksin?” diye sorduğunda, Cihan’ın her seferinde “Yadê, merak etme, az kaldı. Rojava özgürleşince, ülkeye barış gelince söz, ben de gelirim” dediğini söyleyen Bilgin, “Ben de hep, barış da Cihan da gelsin diye dua ediyordum” diyor.
Bu vahşeti anlatmam gerekiyor
DAİŞ saldırılarının yoğunlaştığı dönemlerde ise bazen aylarca haber alamadıklarını belirten anne, Cihan’ın gazeteciliğe olan tutkusunu şöyle anlatıyor: “Cihan gazeteciliği çok seviyordu. Kimi zaman, ‘Kızım kendine dikkat et, sen gitme’ dediğimde bana, ‘Yadê, Reqa’da, Tebqa’da, Minbic’te DAİŞ’in vahşetini gördüm. Kadınların yaşadıklarını birebir yaşadım. Benim bunu anlatmam, onların sesi olmam gerek’ diyordu.”
O gülüşleri ölümü unutturuyordu
Cihan’ın küçükken de hikayelere çok meraklı olduğunu belirten anne Bilgin, bu ilgisinin yıllar sonra da sürdüğünü dile getiriyor: “Bazen, ‘Yadê, hamledeyiz, arkadaşlarla oturuyoruz. Hadi bize hikaye anlat, biraz gülelim’ derdi. Ben de ‘Yekê dîn hebû. Dil ketibû keçikek xweşik. Delal delal memkê te şekirê zelal. Min fîncanek jê vexwar, ji dile min re bû derman’ diyordum. Öyle dediğimde hep birlikte kahkahalara boğulurlardı. Kimi zaman arkadan silah sesleri geliyordu ama onların o gülüşleri hem ölümü hem silah seslerini unutturuyordu.”
Aileye polis baskısı
Cihan, Rojava’ya gittikten sonra evlerine sık sık polislerin geldiğini anlatan Katibe Bilgin, kızları hakkında sürekli soru sorulduğunu belirtiyor: “Eşim de defalarca emniyete çağrıldı. Babasına hep ‘Cihan nerede?’ diye soruyorlardı. Eşim de her seferinde ‘Nerede olduğunu bilmiyorum’ diyordu. Bir seferinde polisler, eşime Cihan’ın Rojava’daki fotoğraflarını gösterip, ‘Bu senin kızın değil mi’ diye sormuşlar. Eşim de ‘Evet, kızım’ demiş. Bunun üzerine, ‘Git kızını getir’ demişler. Yıllarca bu tür baskılara maruz kaldık.”
Cihan Tişrîn’de, anne ekran karşısında
Son zamanlarda Cihan’la telefonla görüşemediklerini belirten Bilgin, kızını günler sonra televizyonda, saldırıların yoğunlaştığı Tişrîn Barajı’nda gördüğünü söylüyor. “Cihan’ı görebilmek için elim yüreğimde televizyona bakıyordum” diyen anne Bilgin, “Sivillere saldırılar yapılıyor, katliamlar yaşanıyordu. Cihan’a bir şey olmasın diye sürekli dua ediyordum. Her an yüreğim ağzımdaydı” sözleriyle yaşadığı endişeyi dile getiriyor.
Anne Bilgin, herkesin korkup gerçekleri gizlediği bir ortamda Cihan’ın kararlılıkla çalıştığını vurguluyor: “Barajın üstünde yürüyüp yaşananları anlatırken kendi kendime, ‘Kızım, sen korkmuyor musun’ diyordum. Sonra da, ‘Cihan korkmaz ki… Cihan, DAİŞ’in vahşetinden korkmadı, yine haber yaptı, yaşananları anlattı’ diye kendimi teselli ediyordum.”
Ev birden kalabalıklaştı…
Cihan’ın yaşamını yitirdiği günü anlatırken, Katibe Bilgin’in sesi titriyor, kelimeler boğazında düğümleniyor. O anları şöyle aktarıyor: “Oğlum hastaydı, İstanbul’a gitmiştik. Akşam saatlerinde ablam, akrabalar geldi. Ben misafirliğe geldiklerini sandım. Kürtçede ‘Xwediyê miriyan kor e’ derler, yani ‘ölüm sahibini kör eder’, işte o hali yaşadım. Ev birden kalabalıklaştı. ‘Misafir var’ diye kalkıp çay yapacaktım ama herkes önüme geçip, ‘Hayır, yapma, istemiyoruz’ dedi. Ardından ev sessizliğe büründü. Sonra biri, kim olduğunu bile hatırlamıyorum, ‘Cihan şehit düştü’ dedi.”
Kalbim, beynim durdu!
Katibe Bilgin, duyduğu bu cümleyi ilk anda kabul edemediğini, sanki hiç söylenmemiş gibi hissettiğini söylüyor: “Kalbim, beynim durmuş gibiydi. Bağırmak, haykırmak, Kürtçe ağıtlar yakmak istedim ama sadece kendi kendime ‘Em li bajarê Tirkan e. Ji axa xwe dûr in. Ax keçamin, ax kezaba min’ (Biz Türklerin şehrindeyiz. Toprağımızdan uzağız. Ah kızım, ah ciğerim) dedim. Sabah nasıl kalktım, ne yaptım, ne yedim bilmiyorum. Sadece o büyük, kalabalık, bana yabancı İstanbul’dan bir an önce çıkmak istedim. Hiç değilse Cihan’ın doğduğu topraklara, Midyat’a gitmek istedim. Sabah ilk iş kalkıp yola çıktık.”
Cenazesini değil, elbiselerini verdiler
Bilgin, kızının ardından yalnızca yas değil, aynı zamanda derin bir öfke de yaşıyor. Kızının cenazesine bile ulaşamamanın acısını ise şöyle anlatıyor: “Ne zulümmüş ki Cihan’ımı katletmeleri yetmezmiş gibi, cenazesini de vermediler. ‘Sağken sarılamadım, bari ölüsüne sarılayım’ deyip durdum. Yıllarca saçlarını taramadım, kokusunu içime çekemedim. Son bir kez görmeyi istedim, onu da yapamadım. Günlerce gitmediğimiz yer kalmadı. Sonunda kapıya kadar gittik ama yine de cenazemizi vermediler. Cihan’ı ve Nazım’ı Qamişlo’da yan yana toprağa verdiler. Bir anne için bu hem zulüm hem ölümdür”. Anneye yalnızca Cihan’ın birkaç kişisel eşyası teslim edilmiş: “Bana sadece elbiselerini verdiler. Kokladım, sarıldım, ağladım. Ama elbiselerin içi boştu. Cihan yoktu. Aylar geçti, hâlâ gelmedi. Barış diyorlar… Bizimle barışacaklarsa önce Cihan’ımı versinler. Bir mezarı olsun. Cihan’ın da vasiyetiydi ‘Bir gün şehit düşersem, beni halkların mozaiği olan Midyat’a gömün’ demişti.”
Cihan’a hikayeler anlatmak istiyorum
Anne Bilgin, Cihan’ın kendisine “Anne, barış olacak. Ben de gelip Midyat’ta seninle birlikte gezeceğim” dediğini anlatıyor. Bugün hala o cümleyi hatırlayarak yaşadığını dile getiren anne, şöyle devam ediyor: “Cihan barışı görmeden şehit düştü. Onun ve on binlerin özlemi olan barış olsun diye her gün dua ediyorum. Ben Cihan’ın, Murat’ın annesiyim. Barış için ne gerekiyorsa yapmaya hazırım. Cihan’ın kalemi yerde kalmamalı, barışa dair umudu yarım kalmamalı. Bir mezarı olsun, başına bir ağaç dikeyim. Bana aldığı xeftanı giyip, ona hikâyeler anlatmak, ağıt yakmak istiyorum. Yıllardır içime dert olan her şeyi anlatayım. ‘Cihan’ım, sen çok istedin ama göremedin; bak, barış geldi’ diyeyim. Bahar gelsin, çiçekler açılsın… Gidip, Cihan’a baharı, tüm güzellikleri müjdeleyeyim istiyorum.”
***
Mezarı Midyat’ta olsun
- Ben ölmeden Cihan’ın cenazesine kavuşmak istiyorum. Onu doğduğu topraklara, Midyat’a getirmek istiyoruz. Cihan, Nazım ve on binlerce şehit için barış istiyoruz. Ölümün olmadığı yarınlar istiyoruz.
Cihan Bilgin’in babası Mehmet Nesim Bilgin ise kızının kişiliğini şu sözlerle anlatıyor: “Cihan cana yakın, güler yüzlü biriydi. Ama en önemli özelliği, yurtseverliğiydi. Halkına ve davasına bağlıydı. Evde de dışarıda da paylaşmayı çok severdi. Cihan bir dünyaydı ve bu dünyaya sığmayacak kadar çok şey yaşadı.”
Cihan’ın büyüdüğü coğrafyanın da onun kişiliğine şekil verdiğini anlatan baba Bilgin, Midyat’taki çok kültürlü yaşamın onun dünyasında nasıl yer bulduğunu şöyle ifade ediyor: “Cihan, Kürt, Arap, Ermeni, Süryani halklarının birlikte yaşadığı Midyat'ta büyüdü. Bu mozaiği kendi içinde taşıdı. Tüm halkları, inançları hayatında yaşattı ve bu yolculukta büyük bir hazine biriktirdi.”
Hakikatin peşindeydi
Cihan’ın gazetecilik anlayışını ve mücadelesine de değinen Bilgin, onun hakikate bağlılığını şöyle anlatıyor: “Gazeteciliği çok seviyordu. Hakikat mücadelesini hayatının merkezine koymuştu. DAİŞ’in saldırıları arttığında, kadınları ve çocukları katlettiklerinde çok etkilendi. Kobanê’ye gitti, yaşananları gördü ve asla kabul etmedi. Nerede bir haber, bir kadın, çocuk ya da ezilen varsa Cihan oraya giderdi. Reqa’da da Tişrîn’de de yaşananları anlattı. Cihan’ın farkı, korkusuz olması değildi. Onun asıl özelliği hakikate olan inancıydı. O hep hakikatin peşindeydi; zulmün, işkencenin ve zalimin karşısındaydı. Ona, ‘Kendine dikkat et, sana bir şey olmasın,’ dediğimizde hep gülerek ama bizi de kırmadan, ‘Baba, bu yaşananları biri gidip yazmalı. Ben yazmasam vicdanım kabul etmez. Rojava özgürleşecek, o gün gelene kadar ne gerekiyorsa yapacağım. Barış gelecek, yarınlar Kürt halkı için güzel olacak’ derdi hep.”
Kalemi yerde kalmasın
Mezarsızlık acısının sürdüğünü söyleyen Bilgin, tek isteğinin kızına kavuşmak olduğunu dile getiriyor: “Ben ölmeden Cihan’ın cenazesine kavuşmak istiyorum. Onu doğduğu topraklara, Midyat’a getirmek istiyoruz. Cihan, Nazım ve on binlerce şehit için barış istiyoruz. Ölümün olmadığı yarınlar istiyoruz.”
Mehmet Nesim Bilgin, son olarak hem Kürt halkına hem de gazetecilere bir çağrıda bulunuyor: “Cihan çok sevdiği gazetecilik için canını verdi. Şimdi halkımız da gazeteci arkadaşları da onu, onun fedakarlığını ve heyecanını unutmamalı. Kalemini, kamerasını, fotoğraf makinesini yerde bırakmamalı.”
***
Türk SİHA’sıyla katledildi
Cihan Bilgin, 27 Ekim 1995’te Mardin’in Midyat ilçesinde, yedi kardeşin beşincisi olarak yurtsever bir ailede dünyaya geldi. 1990’lı yıllarda Bilgin ailesi de birçok Kürt ailesi gibi devlet baskısına maruz kaldı. Cihan, bu baskılarla daha çocuk yaşta tanıştı. Eğitimini Midyat’ta tamamladıktan sonra Diyarbakır Dicle Üniversitesi Adalet Bölümü’nü kazandı. Gazetecilik yolculuğu ise 2014 yılında başladı. Amed’de Azadîya Welat ve Özgür Gündem gazetelerinde dağıtımcılık yaparak mesleğe adım attı. Aralık 2017’de Kobanê’ye geçerek Hawar Haber Ajansı’nda (ANHA) muhabirliğe başladı. 19 Aralık 2024’te SİHA saldırısıyla katledilene dek, Kuzey ve Doğu Suriye’de savaş, çatışma ve direnişleri sahada takip etti; halkın yaşadıklarını belgeleyerek dünyaya duyurdu.















