Daha çok yazmalıyız

Elif SONZAMANCI yazdı —

  • Alman devletinin harekete geçmesi için listelerin ayyuka çıkması, birilerine saldırılması, tehditler savurulması bir şey ifade etmiyor anlaşılan. Kaldı ki zaten bu yaşananların koşullarını Almanya-Türkiye ilişkileri oluşturmuyor mu?

 

Organize suç örgütü lideri Sedat Peker devletle değil ama iktidar ile olan çelişkilerinden dolayı boşa düşünce, ifşa videoları yayınladı.  Söylediklerinin çoğu, özellikle zaten muhalifler tarafından sık sık dile getiriliyordu, fakat çoğu kez abartılı bulunarak tozlu raflarda unutulmaya bırakıldı. Peki Peker’in bayatlamış bu kadar bilgiyi ortaya sermesi neden bu kadar ilgi çekti? Herkesin de bildiği üzere o pisliğin, kokuşmuşluğun önemli bir figüranıydı. Figüran diyorum çünkü, anlattığı kadarıyla mafya-siyaset-medya ilişkiler ağında bir mercimek tanesi kadardı belki de.

Peker konuştu, iktidar sustu, halk dinledi. Birinci elden zaman mekan paylaşarak yapılan ifşalar oldukça önemliydi.

İktidarını Kürt düşmanlığı üzerinden pekiştiren, Kürtlere karşı ağzından salyalar akarak tehditler savurdukça koltuğu sağlamlaşan Soylu, televizyon programında Peker’e karşı bir ifşaat ortaya attı ve ‘her ay 10 bin dolar alan siyasetçi kim?’ sorusunu dile getirdi. Bu sorunun cevabı  AKP’nin özellikle Avrupa’daki çeteleri nasıl beslediğini de yanıtlayacak bir soruydu.

Peker bu soruya kaçamak cevaplar vermeyi tercih etti, fakat anlattıklarından önemli bir husus tekrar gündeme geldi ve birinci ağızdan teyit edilmiş oldu.

Sedat Peker, Külünk'ün kendisinden Almanya'daki bazı derneklere para göndermesini rica ettiğini ve el altından bu derneklere para gönderdiğini söyledi. Almanya’daki bu çetelerin nasıl örgütlendiğini, Kürtlere, Alevilere, sol ve sosyalistlere, bir bütünen muhaliflere karşı nasıl silahlandırıldığını artık ezberledik. Osmanien Germania denen çetenin merkezindeki isim ise bildiğiniz üzere Metin Külünk. Peker bu isim karşısında belli ki hassastı ve yardımlarını büyük bir kahramanlıkla anlatıyordu.

Peker’in ifşaalarını sosyal medya üzerinden yorumlayan gazeteciler, özellikle Avrupa’da bu çetelerin aktif hale getirilerek, onlara saldırıp gözdağı verilmek istendiği bilgisini paylaşmıştı. Zaten uzun bir süredir başta Kürtler olmak üzere muhaliflere yönelik saldırıların bu çeteler aracılığıyla gerçekleştirildiği biliniyor.

Bu tartışmalar henüz soğumamışken gazeteci Erk Acarer yaşadığı binanın avlusunda saldırıya uğradı ve saldıranların kendisini ‘yazmayacaksın ulan’ diye tehdit ettiğini aktardı. Mesaj net. Avrupa’nın göbeğinde, Berlin gibi büyük bir metropolde, üstelik bir gazetecinin yaşadığı evin önünde saldırıya uğraması, çetelerden beslenen devletin elinin kolunun nereye kadar uzandığını ve ne kadar rahat örgütlenebildiklerini bir kez daha ortaya koymuş oldu.

Garo Paylan’ın başta Almanya olmak üzere, Avrupa’da yaşayan Alevilere, Ermenilere ve Kürdistanlı, Türkiyeli gazetecilere suikast yapılacağı yönünde duyum aldıkları paylaşımlarını hatırlarsak, adresin bizi çok farklı bir yere götürmediğini görürüz.

Buradaki kilit soruyu bir kez daha tekrar edelim: Almanya’nın göbeğinde bir gazeteci nasıl böyle rahat bir şekilde tehdit edilip, yaşadığı evin önünde saldırıya uğrayabiliyor? Açık adresine bu kadar nasıl rahat ulaşılabiliyor? 

Saldırganları bulmak için bir soruşturma yürütülüyor, yetkililer tarafından kınama açıklamalarının gelmesi de olası. Durum basit bir kriminal vaka olarak da yansıtılmak istenebilir. Oysa biz bu saldırının münferit bir olay olmadığını, tamamen organizeli bir şekilde ve bizzat kimler tarafından yürütüldüğünü tahmin edebiliyoruz.

Şunu da artık deneyimledik: Eğer anlattıklarınla, yazdıklarınla iktidar ve çevresinde öfke ve panik yaratıyorsan, doğruları anlatıyorsun, doğruları yazıyorsun.

Yazmayacaksın mesajı elbette sadece Erk Acarer’e  verilmiş bir mesaj değil, o minvalle yazan çizen herkese de bir mesaj vermiş çete iktidarı.  

Burada aktardığımız/aktaracağımız hiçbir bilgi yeni değil, artık dillendire dinlendire eskimiş pörsümüş şeyler. Fakat delilleri ile dile getirilenlere Alman devleti kulak tıkamaya devam ediyor.

Alman devletinin harekete geçmesi için listelerin ayyuka çıkması, birilerine saldırılması, tehditler savurulması bir şey ifade etmiyor anlaşılan. Kaldı ki zaten bu yaşananların koşullarını Almanya-Türkiye ilişkileri oluşturmuyor mu?

Kürtler, Aleviler, sosyalistler, gazeteciler, yazarlar, akademisyenler… neden Avrupa’ya gelmek zorunda kaldılar?

Bunun sorumlularından biri de Erdoğan rejimine destek veren Almanya değil midir?

Daha geçenlerde eski Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel’in Kürtler hakkında yaptığı açıklamaları hatırlarsak, Merkel’in her dara düştüğünde Erdoğan’ın yardımına yetiştiğini hatırlarsak, mülteci anlaşması adı altında Avrupa olarak baskı politikalarını görmemezlikten geldiğini hatırlarsak, MİT’in, çetelerin Almanya’da örgütlenme imkanlarını hatırlarsak,yine Kürdistan’a giden Barış aktivistlerini Almanya’nın nasıl yaka paça gözaltına aldığını hatırlarsak,Almanya’nın Türkiye’ye nerelerde kullanıldığı bilindiği halde, silah satmaya devam ettiğini hatırlarsak, Afrin’e Alman tankları ile nasıl girildiğini, bu savaşlarda kaç sivilin katledildiğini hatırlarsak, Türkiye’nin paramiliter güçlerini nasıl bu alanlarda konuşlandırdığını ve Almanya başta olmak üzere Avrupa’nın buna göz yumduğunu hatırlarsak, NATO Zirvesi’nde Türkiye’ye yeni bölgesel sorumluluklar yüklendiğini ve bunun için hangi tavizlerin verildiğini hatırlarsak... bir çok gelişme sürpriz olarak karşımıza çıkmıyor.

O nedenle toplumsal dinamiklere zarar veren adımlar kınama mesajları ile geçiştirilemez.

Özcesi; yazmaya, konuşmaya, mücadeleye devam...

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.