Derin devletten mafyalaşan devlete

Sara AKTAŞ yazdı —

  • Türkiye halklarının, devlet-siyaset-mafya ortaklığında işlenen suçların ortalığa saçılmasına bir kez daha tanık olduğu son süreçte salt mafyayı kullanan değil, mafyalaşan bir devlet yapısıyla karşı karşıyayız. 

Mafya ve siyaset ilişkisi sadece bir siyasi anlayışın mafyadan beslenmesi değildir, aynı zamanda kirli işlerin mafya eliyle yaptırılması gibi bir anlam da taşımaktadır. Bu bakımdan Türk devleti, ‘derin devlet’ organizasyonları oluşturmada oldukça köklü bir geçmişe sahip olup, devlet geleneği bünyesinde gizli yapılanmalara ‘devlet yararı ve bekası’ adı altında her zaman özel bir yer vermiştir.

Nitekim Türkiye’deki derin devlet yapılarının ve gayri nizami kirli ilişki ağlarının gelişiminin üç tarihsel süreçten beslendiğini belirtmek yanlış olmayacaktır. Bunlardan birincisi; İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin faaliyetleriyle yakından ilgilidir. Örgüt Türk tarihinin en iyi bilinen ve gizli ilişkiler ağına sahip olduğu düşünülen örgütüdür. 1905’te resmi kuruluşunun çok öncelerinde başlayan gizli faaliyetleri ve sonraki iktidar yıllarında pek çok karanlık olayları bizzat organize etmiştir. 1913 yılında Teşkilat-ı Mahsusa isimli gizli örgütünü kurmuş, örgüt Osmanlı’nın yıkılışına kadar, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında etkin olmuştur. Yine bu örgütün bakiyesi üzerine Cumhuriyet Türkiye’sinin derin devletinin inşa edildiği kabul edilmektedir.

İkincisi, devlet elitlerinin faaliyetleridir. Askeri bürokratik elitler, Osmanlı’nın Tanzimat’la başlayan döneminden itibaren devlet yönetiminde etkin olmuşlardır. Özellikle İmparatorluğun son kırk yılında tamamen idareyi ele almışlardır. Askeri-bürokratik elitler, İttihatçı anlayışını Cumhuriyet döneminde de sürdürmüş, seçilmişler ile iktidar mücadelesine girişmiş ve devlet mekanizması üzerinde bürokratik vesayeti kurumsallaştırmışlardır. Ortaya çıkan durum “vesayetçi demokrasi” olmuştur. Daha sonraki yıllarda bu bürokratların etkisiyle Türkiye siyaseti 27 Mayıs darbesi ile darbe ve müdahaleler zincirinin ilk halkasını tecrübe etmiştir. 27 Mayıs darbesi ile başlayan süreç ve ardından 1961 ve 1982 Anayasaları ile vesayet sistemi kurumsallaştırılmıştır. 

Üçüncü tarihsel süreç ise 1950’li yıllarda başlayıp günümüze kadar sürmektedir. NATO bünyesinde Türkiye ve diğer üye ülkelerde de kurulan özel askeri birlikler anti-komünist faaliyetler adı altında Gladyo tarzı örgütlenmeleri geliştirmiştir. Türkiye ve diğer NATO üyesi ülkelerde kurulan bu anti-komünist ve anti-gerilla özel birliklerin beyni NATO karargâhı ve CIA ve MI6 olmuştur. Dolayısıyla NATO bünyesinde pek çok üye ülkede, kurulan özel birlikler kamuoyu tarafından, ‘Gladyo’ olarak adlandırılmışlardır. Bu örgütler, zamanla Türkiye ve diğer ülkelerde pek çok karanlık olaya ve katliama imza atmıştır. Nitekim 6-7 Eylül 1955 yılında İstanbul merkezli meydana gelen olaylar Türk Kontrgerillasının ilk faaliyeti olarak kabul edilmektedir. Sonraki dönemde de Kontrgerilla dolaylı ya da doğrudan şiddet olaylarını organize edip, şiddeti tırmandırarak darbelere gerekçe oluşturmuştur.

1952’de Seferberlik Tetkik Kurulu adıyla kurulan Türk Gladyosu, 1960 yılında Özel Harp Dairesi ismini almıştır. ÖHD bünyesinde yetiştirilen kontra gerilla, MİT ve JİTEM’nın personel kaynağını oluşturmuştur. Kürt düşmanlığı ve soykırımı stratejisine sıkı sıkı bağlı kalan bu zihniyet Kürdistan’da binlerce cinayete, pek çok katliama yol açmış, MHP ve Ülkü Ocakları kontrgerillanın sivil görünümlü kolları olarak devletin kirli işlerini yapmışlardır. 90’larda Susurluk olayı patlak verdiğinde bu kirli ilişkiler ortaya dökülmüş, siyaset, mafya, devlet ilişkisinin iç içeliğinin en çıplak resmi ortaya çıkmıştır.

Sonuç olarak, bu derin yapıların bir ahtapotun kolları gibi tüm devlet yapısını sardığını ve artık devletin kendisi haline geldiğini Sedat Peker’in açıklamaları ile bir kez daha görüyoruz. Bunun başlıca nedenlerinden biri Kürt soykırımı stratejisi olup, devlet içerisindeki derin illegal yapıların yıllar içinde oluşturmuş olduğu, özellikle çıkar grupları ile kurduğu kurumsal ilişkiler ağıdır. Mafyaların devleti ele geçirdiği bu ağ içinde kirli ittifaklar ve gasp düzeni siyasallaşmış yargı ve iktidara bağlı hukuk sistemi tarafından bizzat korunmuş ve kollanmıştır. Bunun en çarpıcı örneği Alaattin Çakıcı isimli çete liderinin bizzat cumhurbaşkanlığı affı ile cezaevinden bir kahraman gibi çıkarılmasıdır.

Dolayısıyla bu ittifakları var eden siyasi, iktisadi ve toplumsal düzen değişmeden Türkiye halklarının nefes alamayacağı bir aşamaya gelmiş bulunuyoruz. Kuşkusuz bir suç örgütüne dönüşmüş bu devlet sistemi ile mücadele etmek; halklar ve kadınlar için yaşam ve gelecek anlamına gelmektedir. Bu talan düzenine karşı toplumsal itirazı, mücadeleyi büyütmek ve tüm gerçekleri ortaya çıkarmak için Türkiye halkları başta olmak üzere siyasi partilere, sendikalara, demokratik kitle örgütlerine ve toplumsal dinamiklerin tümüne büyük bir rol düşmektedir. K.Marks’ın dediği gibi; “İnsan kalmanın tek yolu, insanlık dışı bu sisteme karşı savaşmaktır”.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.