Dünyanın Sonundaki Umut: Kuru Kız

Kültür/Sanat Haberleri —

Ayfer Tunç

Ayfer Tunç

  • Ayfer Tunç’un son kitabı Kuru Kız, geçtiğimiz günlerde Can Yayınları etiketiyle okuyucu karşısına çıktı. Kuru Kız, birçok yönüyle dikkat çekici ve etkileyici bir kitap. Ayfer Tunç’un bazılarını ilk kez denediği kurguya dayalı teknikler, büyük ölçüde eseri yukarı taşıyan hamleler.

BİLGE AKSU

Ayfer Tunç’un son kitabı Kuru Kız, geçtiğimiz günlerde Can Yayınları etiketiyle okuyucu karşısına çıktı. En son 2020’de, Kapak Kızı’yla başlayıp Yeşil Peri Gecesi’yle devam eden hikayenin son kitabı olan Osman yayınlanmıştı. Yayın süreci dahi yaklaşık otuz yılı kapsayan bu üçleme, Tunç’un en etkileyici ve en zor eserleri arasında sayılıyordu. Ki kendisinin, hazmı zor birçok kitabının bulunduğunu müdavim okurları oldukça iyi biliyor.

Kuru Kız, arka kapağındaki tanıtım yazısında da değinildiği üzere, dünyanın bir ucuna götürüyor bizi. Bu açıdan, önceki eserlerine göre epey farklı bir izlenim veriyor. Zira sadık okurlarının da onda bulmayı sevdiği üzere Ayfer Tunç, bütün eserlerinde Türkiye’yi ve Anadolu’yu işleyen bir yazar. Bir ucu Lübnan’a uzanan Aziz Bey Hadisesi’nde ya da ABD’ye uzanan Aşıklar Delidir’de dahi olayların düğüm noktası hep Türkiye’ydi. Kuru Kız’ın böyle bir tanıtımla piyasaya çıkması, tam da bu yüzden epey merak uyandırdı.

Farklı bir Ayfer Tunç romanı

Kitap, ‘dünyanın ucu’ olarak bilinen, Arjantin’deki Ushuaia kentinde başlıyor. Bu kent, coğrafi açıdan önemli bir nokta. Dünyadaki en güney yerleşim olarak geçiyor. Daha aşağısında yalnızca Antarktika ve bazı askeri/bilimsel üsler mevcut. Tam da bu yüzden oraya dünyanın ucu yakıştırması yapılmış. Kentte bu ünvanı pekiştirmek ve turist çekmek amaçlı birçok mekan, bu tamlamayla birlikte kullanılıyor. Kitabımızın kahramanı ‘kuru kız’, işte 40’ından sonra buraya yerleşmeye karar vermiş biri.

Bu giriş, yukarıda da değindiğim gibi, farklı bir Ayfer Tunç romanıyla karşılaşacağımızı düşündürüyor bize. Ama çok geçmeden, hikayenin Anadolu’ya bağlandığını görüyoruz. Bu şehre yerleşen karakterimiz, esasen son derece zorlu bir hayat yaşamış ve ödediği bedeller katlanarak arttıkça, kendini bir yere atmak istemiş. Kendisi açısından oldukça büyük bir karar alıp geldiği bu yerde hayatının her yönüyle olumlu biçimde değiştiğini anlıyoruz. İzlemeyi çok sevdiği gezgin kanallarında adını sıkça duyduğu bu şehri seçmesinde ise bazı sebepler var, ona birazdan değineceğiz.

Kahramanımızın herhangi bir adı yok. Birçok eserde rastladığımız bir şey bu. İsimsizlik, kimliksizlik nevinden türlü çıkarımlar yapılabilir. Ama onun, doğduğunda bahşedilen aile isminden daha etkili ve akılda kalıcı bir ismi var zaten. Türkiye gibi bir ülkede, ‘hilkat garibesi’ tanımına sokulacak denli uzun boyu ve buna tezat zayıflığı sebebiyle, etrafındakiler ona kuru kız demeyi tercih etmiş. Tabii bir ifadenin, ilerlemiş yaşına rağmen evlenmemiş olmasından ötürü ‘kız kurusu’ deyimiyle harmanlanmış olduğunu da belirtmek gerek.

Herhangi bir Anadolu şehri

Kuru kız, neresi olduğu tam olarak belirtilmeyen, orta ölçekli bir Anadolu şehrine mensup. Ailesi, çevredeki köylerden birinden çıkıp bu şehre gelmiş. Açık bir ifade olmadığı için pek bir önemi yok lakin eserde geçen bazı ipuçları sebebiyle bu şehrin Sivas olması muhtemel. Her ne kadar Ayfer Tunç, böyle bir hikayeyi Sivas’ta geçiriyorsa eğer, muhakkak Madımak’tan da bahsederdi diye düşünsem de bu hususta net bir şey söylemenin anlamı olmadığı için, okurken üzerinde de durmadım. Zaten yaşanan olaylar, ‘herhangi’ bir Anadolu şehrinin gündelik hayat gailesinden ibaret.

Eserin dikkat çeken yönü, kurgusu. Arjantin’de başlayan eserin zaman aralığı yaklaşık 30 yıla yayılıyor. Evvela sondan başa gidiyormuşuz gibi görünse de, ilerleyince öyle olmadığını da fark ediyoruz. Anlatının zaman akışında belirgin sıçramalar mevcut. Oldukça kısa bölümlerden oluşan hikayede bazen çocukluğa iniyor, bazen günümüze yaklaşıyor, bazen tam ortada bir yerde, oldukça büyük travmaların etrafında dönüp duruyoruz. Son dönemde neredeyse bütün çağdaş yazarların tercih ettiği kısa bölümleme tekniği sayesinde hikayenin içine çok hızlı giriyor, yorulmadan ve kopmadan, bütün yaşananları bir çırpıda okuyoruz.

Kuru kız, henüz 11 yaşındayken annesini kaybetmiş. Zaten ne olduysa bundan sonra olmuş. Bir erkek kardeş ve babayla hayatına devam eden karakterimizin erken büyüyen (iki anlamda da) çocuklardan olduğu aşikar. Annesi hayattayken dahi, ilkokul yıllarında etrafındakiler onun uzun boyuyla dalga geçer dururmuş. Okuldan bu sebeple nefret etmiş, öğretmenlerinin onu yargıladığını hissetmiş. Mahalledekilerin dedikodu aşkıyla dilinden onu düşürmemesi de cabası olmuş. Bütün bunlar, karakterimizde derin bir özgüven problemi yaratmış. Zamanla, özellikle annesinin kaybından sonra bu özgüven problemiyle kendi içinde barışmış. Tam da öyle görünmeyi bir silah olarak seçmiş kendine. Mahalle sakinlerinin gözünde, kafası pek basmayan zavallı bir kız kurusu olma payesini bile isteye o seçmiş.

Hayalperest ve zeki

Evde iki erkeği çekip çevirme çabasındaki karakterimiz esasen oldukça meraklı, gözlemci, hayalperest ve zeki biri. Bunu tabii kimseye yansıtmıyor, biz onu ‘tanrısıyla’ konuştuğu anlarda ve mahalledeki ilk akıllı telefona sahip oluşu gibi ayrıntılarda görüyoruz. Etraftakilerin yakıştırmalarına aldırmadan, tamamıyla görünmez olmayı düstur edindiği için, olup biten her şeyin farkında. Anadolu ailelerinde, kafası ortalamadan biraz fazla çalışan kız çocuklarının kaderini yaşıyor esasen. Halihazırda ‘tuhaf’ fiziği zaten onu görünür kıldığından, bir de ortalama düzeyde dahi becerilerinin olmaması gerektiğini düşünüyor. Ki bu konudaki haklılığını hikayenin ilerlediği noktada defalarca kez görüyoruz. Ufak bir zeka emaresinin, onu toplumun gözünde edindiği grotesk durumdan çıkarıp, ciddiye alınacak bir tehlikeye, belki bir ‘canavar’a dönüştürmesi epey önemli bir imge. Komşunun demir doğramacı kocası da bunu böyle hissediyor, has be has kendi abisi de…

Ayfer Tunç’un vazgeçmediği bir unsur olarak toplumun çeşitli katmanları arasındaki karmaşık ilişkiler ağı bu eserde de oldukça önem taşıyor. Baba ve abinin elektrik ustası olmaları, belirli bir duvarın içinde, küçük bir hayatı kabullenmiş şekilde yaşamalarını da beraberinde getiriyor. İlişki kurdukları kişiler ya kendileri gibi alt sınıf mensupları ya da onlara ‘ekmek kapısı’ olan küçük zenginler. Bunun dışında, yeni sayılabilecek bir mahallede ortaya çıkan insan sirkülasyonu da göz önünde bulundurulmuş. Kimi orta halli, kimi yoksul; kimi zorba, kimi sinsi ama hemen hepsi ‘kötücül’ kimseler bunlar. Hani şöyle bakınca, eserin içinde karakterimizden başka ‘iyi’ birine rastlamak neredeyse imkansız. Kimi zaman adı geçen bazı figürler ise ya uzak bir geçmişin hatırası ya da ulaşılamayacak derecede başka hayatlar yaşayan kişiler. Bu açıdan anlatıyla ilgili en mühim olumsuzluk, sanıyorum bunlar. Çünkü iyi-kötü çatışmasına meyleden böylesi bir hikayede, alışkın olunduğu üzere, karakter(ler)in derinleşmesi de oluşacak çatışmaya bağlı. Ayfer Tunç, tanrısal anlatıcıyla sınırlı gözlemci anlatıcı arasında gidip gelirken, arada bir mahalleliyi bize üst perdeden anlatma yoluna girerek, çok güçlü olmasa da bazı peşin hükümlere ulaşmamızı istiyor gibi. Hal böyle olunca da, zaman zaman anlatımın akışına yansımasa da ufak aksaklıklar meydana gelebiliyor.

Kurguya dayalı teknikler

Anlatının girişi ve bitişinde gördüğümüz ‘dünyanın sonu’ imgesi, yukarıda saydığım yöntemlerle güçlendirilmeye çalışılmış. Başlangıçta yalnızca coğrafi bir anekdot olan bu imge, yaşanan türlü olaydan sonra, karakterimizin çıkış noktasının kalmadığı bir yerde, kendi bildiği dünyasının sonunu getirme hamlesine dönüşüyor. Dedikoducu kadınlar, bakımsız ama iştahlı erkekler, açgözlü akrabalar, anlayışsız aile fertleri ve kasvet dolu bir şehrin iç içe geçip büyüyerek üzerine geldiği kahramanımız, belirgin bir değişim ve dönüşümden geçerek, bildiği dünyanın sınır kapısından geçiyor ve olmak istediği yerde, gerçekten de dünyanın sonu sayılan Ushuaia’da buluyor kendini. Hatta bu son hamleden önce, bir sinema filmi izlermişiz gibi, hatta filmin ‘climax’ine gelmişiz gibi, kitap boyu adı geçip de kendini pek görmediğimiz büyük kötücül karakter olan dayı figürüyle evin kapısında olan didişme, bu sembolü tamamıyla somut hale getiriyor ve başlangıçta kurulan imgeyi, başı sonu net bir çerçeveye oturtuyor.

Kuru Kız, birçok yönüyle epey dikkat çekici ve etkileyici bir kitap. Ayfer Tunç’un bazılarını ilk kez denediği kurguya dayalı teknikler, büyük ölçüde eseri yukarı taşıyan hamleler. Kolay okunan, karakterin yaşantısını oldukça canlı biçimde okuyucu gözünde canlandıran ve elbette alışılageldiği üzere, Türkiye toplumunun farklı tabakalarını son derece vurucu şekilde bir araya getiren bu kitabı, bazı aksaklıklarına rağmen uzun yıllar beğenmeye devam edeceğimiz aşikar.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.