Ekonomik çöküşe dair birkaç not

Sara AKTAŞ yazdı —

  • Küçülen, yoksullaşan Türkiye ekonomisi, yayılmacı siyaset ve savaş yöntemiyle kurtarılmaya çalışılmakta, güncellenen bir tür “fetih ve ganimet ekonomisi” devreye konmaktadır. Bu yönüyle ekonomik krizi yayılmacı siyaset ve savaş ile aşmak isteyen iktidar, aslında kendi çevresindeki sermayedarları kurtarırken, Türkiye halklarının sırtına ağır bir ekonomik maliyet yüklemektedir.

Türkiye tarihinin en büyük ekonomik krizlerinden birini yaşıyor.

Türkiye halkları gittikçe derinleşen ekonomik, siyasal ve toplumsal krizlerden derin bir şekilde etkileniyor.

Ancak döviz kuru rekorlarını işsizlik ve yoksullukta zirve seviyeler izlemeye devam etse de, AKP iktidarı yaşanan büyük krizi basitçe kur artışı olarak adlandırıp, sebebini dış güçlere bağlamakta, baskı ve şiddetle yaşanan çöküşü örtbas etmeye çalışmaktadır.

Buna karşın enflasyondan işsizliğe, yoksullaşmadan ekonomik durgunluğa kadar insanların hayatlarını kabusa çeviren ve politikalarıyla ekonomik krizi derinleştiren iktidara karşı ise her gün itirazlar daha çok artmaktadır.

İşçiler hakları, ekolojistler doğa ve yaşam, Kürtler özgürlükleri, Aleviler inanç özgürlükleri, kadınlar özgürlük ve eşitlikleri, gençler gelecekleri, esnaflar hayatlarını idame ettirmek için itirazlarını yükseltmekte, seslerini çoğaltmaktadır.

Kuşkusuz çok yönlü nedenlerle birlikte bu krizi belirleyen iki ana nedenden bahsedebiliriz.

Birincisi, Türk devletinin kuruluşundan itibaren geliştirdiği kesintisiz savaş stratejileri ve savaşlara ayırdığı inanılmaz büyüklükteki bütçelerdir: Örneğin 2021 bütçesinde savaşa ayrılan payın toplamda 220 milyar lirayı aştığı ve toplam bütçe ödeneklerinin yüzde 17’sini bulduğu görülmektedir.

Dolayısıyla Kürt Sorunu başta olmak üzere, demokratik siyaset kanalları ile çözülmesi gereken sorunlara kaynak aktarılarak ortaya çıkan maliyet halka yüklenmektedir.

Küçülen, yoksullaşan Türkiye ekonomisi, yayılmacı siyaset ve savaş yöntemiyle kurtarılmaya çalışılmakta, güncellenen bir tür “fetih ve ganimet ekonomisi” devreye konmaktadır.

Bu yönüyle ekonomik krizi yayılmacı siyaset ve savaş ile aşmak isteyen iktidar, aslında kendi çevresindeki sermayedarları kurtarırken, Türkiye halklarının sırtına ağır bir ekonomik maliyet yüklemektedir.

İkincisi, 1980li yıllardan itibaren küresel sermaye güçlerinin güdümünde kesintisiz bir şekilde uygulanan özelleştirmeye, piyasalaştırmaya, kuralsızlaştırmaya dayalı neoliberal politikalardır.

AKP’nin ekonomi politikaları sonucu pervasızca yapılan özelleştirmelerle üretken kamu kuruluşlarının büyük bir kısmı elden çıkarılmış, elde kalan az sayıdaki kuruluş da serbestleştirme uygulamalarıyla etkisizleştirilmiştir.

Ülke ekonomisindeki çöküşler yüksek oranlı borçlanma ve yoğun ithal girdisi ile çözülmeye çalışılmış, böylelikle ülke rantiye bataklığına sürüklenerek üretim yeteneği aşındırılmıştır.

Dahası üretime dayalı politikaların yerini tüketim politikaları almış, tarım ve sanayi gibi üretken sektörler geriletilip, ülke kaynakları rant merkezli inşaat ve müteahhitlik işleri ile katma değeri düşük hizmetler sektörüne yönlendirilmiştir.

Dolayısıyla Türkiye ekonomisi uzun yıllardan bu yana dışa bağımlı bir yapıda olduğu için üretim yerine dış kaynaklara dayalı ekonomi, sıcak para akışının kesildiği her durumda büyük krizlerle karşı karşıya gelmektedir.

İktidarı boyunca merkez kapitalist ülkelerdeki parasal genişleme politikalarının yarattığı düşük kur ve düşük faiz olanaklarını verimsiz inşaat projelerine aktaran AKP’nin yanlış ekonomi politikaları, sistematik hale gelen ekonomik krizleri giderek daha fazla derinleştirmektedir.

Örneğin yüksek ekonomik büyüme söylemiyle aşırı borçlandırmaya ve kredi kullanımına itilen piyasa aktörleri, borçlarını ödeyemez durumdadır.

Gelinen noktada kur artışı sadece halkın alım gücünü düşürmekle kalmıyor, geniş çaplı bir işsizleşme ve yoksullaşma yaşanmasına neden olmaktadır.

Kuşkusuz ekonomik krizi giderek derinleştiren bu temel etkenlerin özü AKP iktidarının antidemokratik, baskıcı ve hukuk dışı politikalarıdır.

Yaşadığımız krizin nedenini dış güçlere bağlayan ve yastık altındaki dövizlerin bozdurulmasıyla bu krizden çıkış sağlanabileceğini sanan AKP’nin gerçek anlamda krizle mücadele gibi bir yönelimi olmadığının en önemli delili, yıllardır sürdürülen bu yanlış politikalardaki ısrardır.

Sonuç olarak; Türkiye’nin ekonomi alanındaki çıkış yolu kesinlikle neo-liberal ekonomik modellerle gerçekleşmez. Türkiye yeni bir “ekonomik kurtuluş savaşı”nı ancak Kamuya dayalı ekonomi, bütüncül kalkınma, üretime dayalı sanayi, tarım kesiminin desteklenmesi, planlamaya dayalı halkçı ekonomi ile sağlayabilir.

Dolayısıyla yapılması gereken şey; emperyalist güçlerin, uluslararası tekellerin, çok uluslu şirketlerin isteklerine boyun eğmek değil, halkın genel çıkarını gözeten, emekten yana kamucu bir anlayışı hayata geçirmektir.

Yapılması gereken şey; rant ekonomisi yerine üretim ekonomisini, sermaye öncelikleri yerine kamusal çıkarları, lüks ve savurganlığa dayalı yönetim anlayışı yerine tasarrufları, gündelik politikalar yerine planlı kalkınmayı önceleyen bir anlayışın öne çıkartılmasıdır.

Yapılması gereken şey; iktidarın bir an önce ekonomiyi giderek daha çok yutan savaş bütçelerinden ve stratejilerinden vazgeçmesi, vazgeçmiyorsa vazgeçirilmesidir.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.