Ersin Korkut, yabancılaşma ve yalnızlık

Sara AKTAŞ yazdı —

  • Ersin Korkut, hiç kuşkusuz yaptığı açıklama ile insanın kimliğini oluşturan temel değerlere yabancılaşmanın varlığı başka bir şeye dönüştürdüğünün, kendisi olmaktan çıkardığının ve benliğinden kopardığının en çarpıcı örneklerinden birisidir.

 

Son günlerin Türkiye’sinde Kürtlere karşı kuralsız savaşın giderek derinleştirildiği koşullarda, gündemde yer kaplayan Ersin Korkut bir halka dayatılmış inkar ve bu inkarın yarattığı sosyo-psikolojik durumu yansıtması açısından oldukça çarpıcı bir örnek olduğundan dikkat çekmek istiyorum. Ersin Korkut şahsında yaşanan linç kuşkusuz iki şeyi çağrıştırıyor. Birincisi; köleleştirilmiş ve kendine yabancılaştırılmış bir gerçeklikten çıkma hususunda Paulo Freire'in "Ezilenlerin Pedagojisi" adlı eserinin bizlere önemli ölçüde ışık tuttuğudur. İkincisi; tüm ahlaki eşiklerin aşıldığı Türkiye’de gerçek manada Kürt olarak varolmanın tek yolunun hiç kuşkusuz mücadeleden ve direnmekten geçtiğidir.

Mesela özgürlüğün bir sorun olarak var olmasının, ezen ezilen ilişkisinin doğasıyla son derece ilişkili olduğunu ileri süren Freire, bunu aşmanın yolu olarak ezilenin kendisini gerçekleştirmesine olanak verecek olan eğitime ve mücadeleye dikkat çeker. Freire özgürlük söz konusu olduğunda temel sorunu, insanların kendi doğalarını yadsımış olmalarında bulur. Ona göre ‘insandışılaşma’ ezilenin kendine yabancılaşması ve ezene benzeşmesini anlatmaktadır. Özgürlüğü, insanın dışında bir ideal, bir mit ya da bir fikir olarak görmediğini, özgürlüğü, kendini yetkinleştirmenin, özünü gerçekleştirmenin yetisi ve eylemi olduğunu ileri sürmekte ve bundan hareketle de zorunluluğun bilincine işaret etmektedir. Freire açısından ezilenin kendi gerçekliğinin bilincinden yoksun oluşuna karşı, kendi bilincini yaratma ve kendini gerçekleştirme eylemi onu özgür kılacak yegane yoludur.

Tam da bu noktada Kürt gençleri dökülen onca kanlarına rağmen kendi kimliğinden koparılmanın bir yokluğa, bir köksüzlüğe mahkumiyet olduğunu çoktandır farkında olup muhteşem bir direniş geliştirirken, Ersin Korkut’un çizdiği profil özgürlük yanılsaması içinde kendine yabancılaştırılmış ve efendi-köle diyalektiği bağlamında Freire’nin deyimiyle bir ‘insandışılaştırılmaya’ denk gelmektedir.

Peki ne olmuştu? Ersin Korkut Amed’de çekilen bir kısa videoda ‘Diyarbakır’ı nasıl buldun abi?’ sorusuna "Diyarbakır; Amed, Amed başkentimiz. Seviyoruz Amed’i" diye yanıt vermişti. Ancak bu keyifli dakikaların sosyal medyada yayılması ardından binlerce faşist ve ırkçı Ersin’in tutuklanması için kampanya başlatmış, savcılar göreve çağrılmış ve tehditlerin ardı arkası kesilmemişti. Faşist totaliterleşmenin algı ve düşünce dünyasıyla oynadığı kitleler ve siyasetçiler için mesele artık vatan-millet meselesiydi!

Ardından Ersin Korkut bu inanılmaz ‘büyük hatası’ için efendilerinden çaresizce aman dileyip, çok üzgün olduğunu, elbette tek başkentin olduğunu ve onunda ‘Ankara’ olduğunu belirtip herkesten özür dilemek için yanlış anlaşıldığını anlatan bir açıklama yapsa da olan olmuştu. Böylelikle kendi toplumunun tarih, kültür ve değerlerini yok sayan ve yabancılaşan Ersin Korkut, egemen ulus milliyetçiliğinin tabularından birini her nasıl olmuşsa ihlal etmişti. Ne de olsa ‘Amed başkentimiz’ demek, Kürt halkının bir tarihinin olduğuna işaretti. Amed başkentimiz demek, bir kültürün varlığına işaretti. Amed başkentimiz demek, binlerce şarkı, kitap ve tarihsel veride geçen bir halkın direnişine işaretti. Amedliler ve Kürtler içinde ‘Amed Başkentimiz’ cümlesi ne kadar olağansa, faşizmin ruhlarına yedirildiği geniş kitleler açısından bir o kadar tehlikeli ve bölücüydü.

Ersin Korkut, hiç kuşkusuz yaptığı açıklama ile insanın kimliğini oluşturan temel değerlere yabancılaşmanın varlığı başka bir şeye dönüştürdüğünün, kendisi olmaktan çıkardığının ve benliğinden kopardığının en çarpıcı örneklerinden birisidir. Nitekim Ersin Korkut “bölücü” “tehlikeli” ve “hak-adalet- özgürlük” isteyen Kürtlerle arasına ne kadar set çekebilmişse o kadar yükselmiş ve popülerleşmiştir. Ersin Korkut, kendi toplumu içinde en doğal bir hak olarak kabul edilen bir tanımı bilinçsizce dillendirdiği için hem yalvarırcasına özür ve izahatlarla politik biri olmadığını kanıtlamaya çalışmış, hem tüm bu yalvarışlara rağmen pervasız bir lince mahkum kılınarak yalnızlaştırılmış, hem de öğrenilmiş korkusu ve kölelik kodlarıyla, inkar ve izah çabasıyla tiyatro sahnelerinde oynadığı komedi rollerine taş çıkarttırmıştır. Oysa madalyonun öte tarafında, özgürlüğün ve varolmanın, hak dilenmekle kazanılamayacağını bugün binlerce Kürt genci canı kanı pahasına sadece Türkiye’deki faşist kitlelere değil tüm dünyaya göstermektedir.

Unutmayalım ki tarihsel ve acı deneyimler, katillerinden medet uman ve özür dileyen bir zihniyetin varacağı yerin onursuzlaşma ve daha çok kimlik yitimi olacağını çoktandır ispatlamıştır. 1930 yılında Mahmut Esat Bozkurt’un yaptığı bir değerlendirmeyi Ersin’e ve Ersinlere bir kez daha hatırlatarak bitirelim; “Biz Türkiye denen, dünyanın en hür ülkesinde yaşıyoruz. Mensubumuz inançlarından samimiyetle bahsetmek için bundan daha müsait bir ortam bulamazdı. Onun için hislerimi saklamayacağım. Türk, bu memleketin yegâne efendisidir, yegâne sahibidir. Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette bir tek hakları vardır: Hizmetçi olma, köle olma hakkı. Dost ve düşman ve dağlar bu hakikati böyle bilsinler.”

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.