Faşizme karşı antifaşist mücadelenin hayatiliği

Sara AKTAŞ yazdı —

  • Faşist akım ve partiler bir çok ülkede etkin olurken Türkiye de, faşizm giderek kurumsallaşmış, yönetim yetkilerini elinde toplamış, faşist ‘Tek adam yönetimi’ hüküm sürmektedir. Dolayısıyla Faşist dikta yönetimini ortadan kaldırmak için anti faşist mücadele deneyimlerinden yararlanma ihtiyacı hayati bir önem kazanmakta ve aşılması gereken temel engellerin bir an önce aşılması zorunluluk haline gelmektedir.

Türkiye’de yaşanan faşizmin tüm devrimci dinamiklere hatırlattığı en önemli mücadele stratejisinin faşizm karşısında birleşik devrimci mücadele olduğu kanısındayım. Dünya devrim deneyimleri ve öğretileri bu hakikati defalarca kanıtlamıştır. 2. Dünya savaşı sonrası, faşizmin kesin yenilgisinin gerçekleşmesi, faşist-emperyalist saldırı hedefindeki halklar için yeni bir dönemin başlamış olması bu hakikatin sağlamasını bir çok örnekte doğrulamıştır. Yani Faşizm kaçınılmaz olmadığı gibi yenilmez de değildir. Faşizme karşı mücadele tarihinin günümüze devrettiği tarihsel dersleri hatırlayarak Türkiye’deki faşizmin de yenilebileceğini bir an olsun unutmamak önemlidir.

Hatırlanırsa 1921’den itibaren İtalya başta olmak üzere faşist harekete ve faşist diktatörlüklere karşı mücadele eden halklar ve devrimci dinamikler birleşik mücadele gücü oluşturma stratejisi sayesinde geniş kitlelerin desteğini alarak halk demokrasilerini kurmayı başarmışlardı. Böylelikle Dünya’da devrimci ve demokratik hareketlerin güç kazandığı bir döneme girilmiş ve faşizmin yenilgisi, dünyayı yeniden paylaşma savaşının sona ermesi, giderek dünyanın önemli bir kesiminde halk egemenliği ve sosyalizm mücadelesinin artan şekilde güç kazanması sağlanmıştı. Tam da bu büyük başarının sonucu olarak 8 Mayıs 1945’te Nazi ordularının kana boyadıkları bütün diğer Avrupa başkentleri gibi Berlin de faşizmden kurtarılmıştır. “Faşizme ve Savaşa Karşı Zafer Günü” olarak kutlanan 8 Mayıs, faşizme, emperyalist ve yayılmacı savaşlara karşı mücadele günü olarak günümüze kadar taşınmıştır. 

Günümüzde kapitalist dünyanın yüz yüze olduğu çok yönlü krizlerin giderek ağırlaşması, işsizlik, yoksulluk ve açlığın kitleselleşmesi, bölgesel ölçekli ancak dünyanın emperyalist güçlerinin tetiklediği savaşların devam etmesi, kitlesel mülteci sorunları, vb. gibi olgusal gelişmeler ve son olarak tüm bunlara Covid-19’un yarattığı koşullar da eklenince faşizm tehlikesinin birçok ülkede güncelleştiği gibi, faşizme karşı mücadelenin tarihsel deneyimi artan bir önem kazanmıştır. Faşist akım ve partiler bir çok ülkede etkin olurken Türkiye de, faşizm giderek kurumsallaşmış, yönetim yetkilerini elinde toplamış, faşist ‘Tek adam yönetimi’ hüküm sürmektedir. Dolayısıyla Faşist dikta yönetimini ortadan kaldırmak için anti faşist mücadele deneyimlerinden yararlanma ihtiyacı hayati bir önem kazanmakta ve aşılması gereken temel engellerin bir an önce aşılması zorunluluk haline gelmektedir.

Öncelikle Türkiye’de kitlelerin büyük çoğunluğunun farklı ideolojik-siyasal akım ve partilerin etkisi altında oluşu, rejimin cumhuriyet tarihi boyunca uyguladığı ağır ideolojik bombardıman ve topluma içselleştirilen şovenizim faşizme karşı mücadelenin birleşik bir halk cephesi olarak şekillenmesi için daha çok çabaya ihtiyaç olduğunu göstermektedir.

Kitlelerin şovenist milliyetçi ve faşist parti ve akımların etkisinden çıkması ve anti faşist cephe birliğinin temel ve en önemli dayanağını oluşturması için kesintisiz, yaygın ve somut siyasal deşifrasyonu, işsizlik, yoksulluk ve açlığın faşizmin kurumsallaşmasının sonucu olduğunun deşifre edilmesi ve her adımda Kürt halkının haklı mücadelesinin savunusunun yapılması şarttır.

İkinci olarak yayılmacı savaş politikasına, faşist gericiliğe ve faşizmin toplumu manipüle eden pratiğine karşı devrimci demokratik tüm kesimlerin kararlı mücadelesi ve öncülüğü kadar, bu alanda geliştirilen birliklerin niyet beyanlarının ötesinde somut bir programa ve adımlara ihtiyacı vardır. Bu öncü güçlerin kararlılığı ortak cephenin kitleselleşmesine yol açabilir, cesaret ve umut yaratabilir. Faşizme karşı mücadelede burjuva muhalefetten beklentiye girmek ve ona yedeklenmek yerine devrimci demokratik bir cepheyi kurmaya odaklanmak antifaşist birleşik mücadelenin niteliğini ve programını belirleyecektir. Halihazırda sol hareketin azımsanmayacak bir bileşimi ne yazık ki sistem içi muhalefetten AKP-MHP faşist blokunu geriletme, seçimler yoluyla iktidardan indirme beklentisi içindedir. Bu beklenti içinde kan kaybı yaşamak yerine Faşizme karşı mücadele eğilimi gösteren tüm kesimlerin ve güçlerin mücadeleye seferber edilerek yerel ve merkezi birlik ve ittifakların oluşturulmasına hız verilmesi mesafe katettirebilir. Üçüncü olarak Kürt Özgürlük hareketiyle amasız ve şartsız bir araya gelmek ve bölgede yarattığı devrimci sinerji etrafında birleşmek önemli bir sıçrama tahtası olacaktır.

Sonuç olarak birleşik mücadelenin gelişmesi için geçtiğimiz dönemde önemli çabalar gösterilmişti. 12 Eylül'de KCK'nin "Tecride, işgale ve faşizme son! Özgürlüğü sağlama zamanı" sloganıyla duyurduğu kampanya, HDP’nin "en geniş anti-faşist mücadele bloku oluşturma" açıklaması, mücadele için güç birliğinin oluşturulması faşist iktidara karşı mücadele arayışlarının yansımaları oldu ve oldukça değerliydi. Özellikle Kürt özgürlük hareketinin ve HDP başta olmak üzere devrimci demokratik harekette faşizme karşı mücadele deneyimi, birikimi ve kitle gücü vardır. Son yıllarda gerek Rojava devrimiyle kurulan ilişki, gerekse de birleşik demokratik zeminde yaratılan ittifak modeli ve düzeyi sömürgeci faşist iktidara karşı mücadeleyi büyütmenin önceki yıllara oranla daha güçlü bir temeli oldu. Rojava Devrimi  ve Gezi süreçlerinde birleşik mücadelenin yarattığı olumlu gelişmeleri ve başarılar oldukça çarpıcı bir şekilde görülmüştür. Dolayısıyla bu deneyime ve güce yaslanarak faşizme karşı birleşik mücadeleyi savunan her politik gücün bir an önce somut adımlar atması güncel olarak tüm devrimci güçlerin en acil görevidir.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.