Gava Şitil Mezin Dibin
Dosya Haberleri —

Rêger Azad Kaya
“Gava Şitil Mezin Dibin” filminin yönetmeni Rêger Azad Kaya ile filminin hikayesini, sanatın politik ve toplumsal yönü, Rojava Devrimi'nin etkileri ve uluslararası sahnede elde edilen başarıları konuştuk:
- “Filmde özel olarak kurduğumuz devrim, fidan ve çocuk bağı var. Rojava Devrimi’ni şu anki aşamasında bir ağacın büyüme evreleri olarak okuyorum. Uzun yıllar burada yürütülen mücadeleyi, toprakta filizlenmeyi bekleyen, köklenmiş bir tohum olarak görmekte fayda var. Devrimin oluşumu da böylesi bir ifadenin devamı niteliğinde. Henüz çok yeni ve bir fidan sürecinde.”
FIRAT CÛDÎ
Rojava'da, toplumsal değerlere dayalı bir felsefeyle yeniden yapılandırılan yaşam ve toplum devrimi gerçekleşiyor. Rojava Devrimi, sadece toplumsal değil aynı zamanda kültürel anlamda da köklü bir değişimi temsil ediyor. Bu değişim, halkların bir arada yaşama isteğiyle ortaya çıkıyor ve üretilen müzik ve sinema gibi sanatsal ürünlerle de ifade ediliyor. Hunergeha Welat, Pargîn, Tiyatro Komünü, Rojava Film Komünü ve diğer bütün alanlardaki sanat kolektifleri de üretimleriyle bu durumu gözler önüne seriyor. Yapılan her şarkı, her klip sınırları aşan etkiler yaratırken filmler dünyanın her yerinde beğeniyle karşılanıyor. Bin yıllardır Kurdistan ve Ortadoğu halklarının renkleri, egemenlerin gölgesinde eritilmeye çalışılıyor ancak bugün Rojava’da yaşamın hikayesi sanat eserlerinde yeniden hayat buluyor.
Rêger Azad Kaya’nın “Gava Şitil Mezin Dibin” adlı filmi de bu eserlerden biri. Bir Rojava köylüsü ile bir çocuğun yoğurt satarak hayatlarını kazanmaya çalışmasını konu edinen filmin, bugüne dek birçok uluslararası festivalden ödülle döndü. Devrimden önce kimlikleri yok sayılan insanların bugün hikayelerini dünyaya duyurabilmesi kuşkusuz, kültürel bir devrimdir; her ne kadar türlü gerekçelerle açıklanabilecek kısıtlı imkanlara sahip olsa da. Biz de “Gava Şitil Mezin Dibin” filminin yönetmeni Rêger Azad Kaya ile filminin hikayesini, Rojava Devrimi’ni ve devrimin sanatını birçok boyutuyla konuştuk:
Sizinle benzer geçmiş, koşul ve tedrisata sahip birçok sinemacı yönünü Rojava’ya çevirmek bir kenara, gözlerini kapatmış durumda. Herkesin kendince gerekçesi olabilir, bunları sorgulamak başka konu ama sizin yönünüzü Rojava’ya çevirerek, burada sinema yapmanızı sağlayan nedenler neler?
Sanat bir bütün olarak toplumdan beslenir ve dönüşü yine toplumadır. Tarih boyunca bütün sanatçılar; doğru ya da yanlış kendi toplumsal değerlerinden; sosyolojik, sınıfsal yapısından yola çıkarak bir fikri anlatmaya, irdelemeye çalışmışlardır. Hayata bakışları bu çerçevede oluşmuş, varoluşlarını bu temelde gerçekleştirme gayesinde olmuşlardır. Sinema da birçok sanat dalının birleşiminden oluşan komplike bir anlatım, üretim. Bu temelde sinemanın, sinema sanatçısının kendi halkından, içinde yaşadığı toplumdan uzak, halkının varoluş mücadelesinden kopuk kalarak duygu ve anlatımda güçlü bir üretimde bulunabilmesi mümkün değil. Kurdistan’da anı anına bir var olma mücadelesi verilirken, en ücra köyündeki bir çocuğun bile savaşın varlığı ile büyüdüğü aşikarken ve bunun çok sert ve sarsıcı örnekleri varken bu gerçeğe sırtımızı dönmek, görmezden gelmek; vicdani sorgulamanın yanı sıra, sanatsal bir derdin de olmadığını gösterir. Çünkü sanat politik olandır ve politik alan gündelik yaşamımızın tam merkezidir. Kurdistanlı, Ortadoğulu bir sanatçının bunun dışında yaşamış olması mümkün değil. Rojava Devrimi de Kurdistan Özgürlük Mücadelesi’nin dönüm noktalarından biridir. Yılların mücadele birikimi, öngördüğü yaşam, Kurdistan halkının arzusu ilk defa bir parçada yaşam buluyor ve sanatın yönünün tam da burada olması gerekiyor. Bu dönümsel zamanın içerisinde olmak ve bunu dünyaya anlatabilmek sanatçının temel sorumluluğudur. Bu amaç ve idealle, benim için Rojava’da, mücadele sahalarında yer edinmek, bu temelde sinema yapabilmek varoluşsal bir neden ve amaç.
Filmin adı olan “Gava Şitil Mezin Dibin” devrime işaret eden bir isim. Konu itibarıyla da, yoğurt satarak geçimini sağlayan bir köylü ile kızının bir günlük macerası boyunca Rojava Devrimi’nin sosyal yaşam üzerindeki etkilerini de görüyoruz. Bu anlamda film hem anlatısı hem de tarzıyla devrimle nasıl ilişkilendirilebilir?
Filmde özel olarak kurduğumuz devrim, fidan ve çocuk bağı var. Rojava Devrimi’ni şu anki aşamasında bir ağacın büyüme evreleri olarak okuyorum. Uzun yıllar burada yürütülen mücadeleyi, toprakta filizlenmeyi bekleyen, köklenmiş bir tohum olarak görmekte fayda var. Devrimin oluşumu da böylesi bir ifadenin devamı niteliğinde. Henüz çok yeni ve bir fidan sürecinde. Devrimin geleceğinde, temel dinamiğin çocuklar olduğu oldukça önemli bir gerçek. Yılların mücadele geleneğinin, emeğinin bugünün çocukları ile devam etmesi büyük elzem. Bunu anlatmanın en iyi yolunun, en yalın haliyle yaşamın içinden bakmayı gerektirdiğini düşünüyorum. Gündelik yaşamın anlatımı olmalıydı. Çünkü devrim; gündelik yaşam içinde hissedilip görülebiliyorsa varlığını koruyabilir. Özel günler, tarihsel olaylar veya karakterler ile anlatmak gerçeği sınırlayabilirdi. Bunun için en ücra köyde sıradan bir ailenin durduğu yerden görebilmek, onlarla gezebilmek, tanımlayabilmek bizim için önemli bir tercihti. Bu bağlamda karakterler ile hareket halinde olmak onlarla durup onlarla yürümek, onların gördüğünü görebilmek, böylesi bir günün birer öznesi olabilmek; oluşturulmak istenilen hissiyattı. Ne kadar oluşabildi, bu da seyircinin takdiri ile anlaşılabilir.
Film birçok festivalde yer alıyor. Uruguay ve Japonya’da gösterilen festivallerde En İyi Film Ödülü aldı. Son olarak da Colombia’dan da ödülle döndünüz. Neler hissediyorsunuz? Rojava’dan bir filmin uluslararası sahada böyle karşılık bulması sizin için ne anlama geliyor?
Öncelikle neden festivallere katıldığımızı belirtmekte fayda var. Sadece festival çevresi ile sınırlı kalan bir film olma gayemiz olmadı, olmaz da. Festivaller bizim için uluslararası alanda var olabilmeyi, dünya sinemasında bir kimlik, dil olabilmeyi gerektiren bir süreç. Mücadele sahasını olabildiğince geniş tutma gerekliliği, her alanda Kurdistan’ın kendi varlığını oluşturabilmesi amacı var. Bu temelde filmin galasını Kobanê’de yaptıktan sonra uluslararası sahaya açıldık. Tabii aldığı ödüller ve başarılı festivallerdeki gösterimler bizi sevindirdi. Mutlaka bazı festivallerde de hem politik duruşu nedeniyle hem de teknik yetersizliği sebebiyle mesafeli yaklaşıldı. Bir Rojava hikayesinin dünyanın çok başka bir ülkesinde bir ödülle kendini var edebilmesi, gündem yaratabilmesini çok önemli buluyoruz. Bizim için önemli olan uzaklar uzağındaki insanlarla bir duygu paylaşımı geliştirebilmekti. Aldığımız ödüller eğer bunun başarıldığını gösteriyorsa ne mutlu bize. Beni en çok duygulandıran durum; ödül dönüşlerinin ülkemde, ulusal bir başarı olarak ele alınması, gurur duyulması oldu. Bence en büyük ödül buydu.
Gözlemlediğimiz kadarıyla sinema alanında Rojava’da hissedilen en büyük eksiklik oyunculuk. Sizin filminizde de oyuncu sıkıntısı kendini gösteriyor. Genel olarak Rojava’da bu eksiğin sebebi ne ve giderilmesi için neler yapılıyor?
Evet, oyunculukla ilgili önemli bir sorunumuz var. Bunun nedenlerini Kurdistan sinemasının henüz yeni olmasıyla açıklayabiliriz. Film üretimi yaygınlaştığı sürece, sinemasal gelişim ile birlikte belli düzeyde bir oyunculuk da gelişebilir. Oyunculuğun bir meslek olarak görülmesi ve yaygınlaşması gerekir. Ama bizim filmlerimizde ki temel oyunculuk sorununu başka bir yerde görüyorum ben. Örneğin; bu filmdeki oyuncuların neredeyse hepsinin geçmişte bir film deneyimi yoktu. Yaşamın içinden, filmin anlattığı duyguları, benzer olayları yaşamış, benzer işleri yapan insanlar. Burada ki önemli mesele bu insanları en doğal halleri ile filme katabilmekti. İyi bir yönetmenlik becerisi gerektiriyor. Onun için filmdeki bu sorunu, oyuncunun sorunu olarak ifade edemem. Bu, benim onları filme iyi katamamam ile ilgili bir sorun. Yönetmen sorunu. Dünya sinemasından, amatör oyunculukların çok iyi oyunculuk sonuçları verdiği filmler var. Yıldız oyunculuğa yer vermeyen bağımsız sinemalar, akımlar var. Onların filmlerinde bizim filmlerimizdeki gibi bir oyunculuk sorunu pek göremiyoruz. Bu bizim sinemasal, sanatsal, anlatımsal yetersizliğimizle ilgili bir sorun. Hayatın içinden çekip, kamera karşısına koyduğumuz kendi gündelik yaşantısındaki bir insandan, nasıl iyi bir oyunculuk vermesini sağlayabiliriz sorusunun cevabı; benim de yol yöntem arayışı içerisinde olduğum bir konu.
Sanatın topluma birçok açıdan etkisi büyük. Hatta belki toplum üzerinde din ve politikayla bile yarışabilir bir etki gücüne sahip diyebiliriz. Siz sanatın politik ve toplumsal yönü üzerine neler söylersiniz?
Sanat, doğrudan insanların duyguları ile temas halinde olan bir alan. Kitlelerle en doğrudan dil, din, cinsiyet farklılıkları, mekansal ve zamansal mesafeler fark etmeksizin iletişim kurma biçimi. Böylesi bir etki alanı taşıması; sanatı oldukça politik ve toplumsal kılıyor. Evrensel bir konu, tema çerçevesinde kurduğun bir hikayenin dünyanın her yerine ulaşması mümkün. Doğru ve etkili verilen bir önermenin, bütün insanlarla bir bağ kurması mümkün. Bu açıdan sanatın nasıl ve kimler tarafından yürütüldüğü hayati sonuçlar taşıyor. Tekelci mekanizmalar içerisinde yürütülen sanatın çok ağır, tehlikeli sonuçları var. Nasıl ki din ve politikanın toplumları yanlış yönlendirdiği örnekler varsa ve biz Kurdistan’da bunun çok ağır sonuçlarını yaşıyorsak, sanatın da böyle yürütüldüğü bir gerçeklik var. Buradan doğru çok yoğun duygusal manipülasyonlar, sömürüler, algı operasyonları var. Sanatın, sanatçının temel amacı böylesi bir çıkar ilişkisi olamaz, olmamalı. Toplumların daha ilerici bir dünya görüşünde kendini var etmesinin yolunu açmalı sanat. Salt kurduğu duygusal bağlar üzerinden bir fikre kanalize etmek yerine; düşünmeyi, sorgulamayı geliştirip en doğru kararın, düşüncenin bireyin, toplumun kendisini bulmasını, görmesini sağlamalı sanat. Sanatın politik ve toplumsal etkilerinin bu bağlamda kurulması gerektiğini düşünüyorum.
Kürt Özgürlük Hareketi’nin en yoğun saldırılar altında bile sanata açtığı büyük bir alan var. Üretilen sanat eserlerinin halk üzerinde yarattığı etkiyi de gözlemlemek zor değil. Devrimci mücadelenin içinde biri olarak buna dair neler söylersiniz?
Kurdistan üzerinde çok yoğun saldırı ve soykırım politikaları yürütülüyor. Oldukça komplike bir plan bu. Sanat alanında da -özelde sinema ve müzik- bu konseptin etkili bir parçası haline getirilmiş. Öte yandan çok daha genelde karşımızda duran ‘endüstriyel sinema’ gibi tekelci küresel bir sömürü mekanizması var. Oluşturulmak istenen algılar bir anda bütün sanat alanlarında yer edinerek, dünyanın her tarafına kısa bir sürede yayılıp son derece planlı bir siyaset yürütülüyor. Kurdistan’da nasıl ki her alanda öz savunma perspektifiyle mücadele yürütülüyorsa, sanat alanında da bu kapsamda kültürel değerleri koruma, varlığını daim kılma, sınıf ve cinsiyet sorunlarına karşı durma adına sanata dair bir alan açılmış durumda. Halkın da belli düzeyde beğeni ve ilgisini topluyor. Bu durum ilerde sanat alanının daha çok açılmasını, daha geniş ve kapsayıcı olmasını sağlayacaktır mutlaka.
Rojava üzerindeki ambargo sanatınızı icra etmenize engel oluyor mu? Daha doğrusu ambargo sanat üretimini nasıl etkiliyor?
Sanat kendini rahat ifade edebildiğin, hareket edebildiğin bir alan istiyor mutlaka. Fiziki sınırların aşıldığı bir ortamda sanat yapabilmek çok daha iyi olabilir elbette. Ama sanatın niteliği açısından fiziki sınırların aksine düşünsel sınırların aşılması çok daha önemli. Sonuçta son derece düşünsel, duygusal bir aktivite sanat. Duygu ve düşünsel dünyanın daha ilerici olmasını gerektiren, daha yalın bir bilinç yapısı isteyen bir alan. Bu da mekan ve zamanda sınırlanmayan bir bilinç istiyor. Temel amaç buna ulaşmaktır. Bundan kaynaklı Rojava’da fiziki ve maddi sınırların, ambargoların çok büyük etkenlerinin olduğunu söyleyemem. Devrimin öz imkanları var, gönüllü ortak emek duygusu, çabası çok daha yoğun. Halkın manevi desteği, inancı, umudu var. Mücadele geleneği var. Bu bağlamda Rojava’da sanatın dayandığı çok sağlam temeller var. Çevre ülkelerin oluşturmak istediği baskıyı aşan, boşa çıkaran bir güç bu. Bu bağlamda dışarıyla kurduğumuz manevi bağ sınırsız, sınıfsız, sevgiyle örülen; daha güzel bir dünya dayanışmasıdır ve bu bize yetiyor.















