Gece Yarısı Partileri: Göçmen, Kızıl, Queer…

Kültür/Sanat Haberleri —

'Gece Yarısı Partileri' kitabı

'Gece Yarısı Partileri' kitabı

  • Anthony Veasna So, kendisi de dahil onları hafife alan herkese, ülkelerini darmadağın eden ABD’nin hegemonyasına, bir getto oluşturdukları San Fransisco’nun zengin beyazlarına bir başkaldırı sergiliyor. Gece Yarısı Partileri, birinci dünyanın göbeğinde bir üçüncü dünya edebiyatı örneği.

BİLGE AKSU

Geçen cuma gecesi canlı yayınlanan olimpiyat açılış seremonisini izleyen pek çok kişi, her seferinde hatırlayıp tuhaf hissettiğim o ayrıntıyı görmüştür eminim. Geleneksel bir uygulama olarak Yunanistan’ı takiben tüm ülkelerin geçiş yaptıkları o kısımda, alfabetik dizilişe dönmeden evvel bir grubun daha geçişini izledik. Son yıllarda çeşitli organizasyonlarda kendilerine yer verilen “Refugee Team”den bahsediyorum. Evet, batı dünyası neredeyse tamamına kendisinin sebep olduğu bu sorumluluğu alıyor ve topraksız kalmış sporcuları da bağrına basıyordu.

Göçmenlik, yukarıdaki örnekte de görüleceği üzere, görmezden gelinmesi imkansızlaşan ve kelebek etkisinin sözlük tanımını baştan yazacak majör bir mesele. Yaşadıkları evler, sokaklar, mahalleler ve elbette ülkelerinin yarısı savaşla, göçle, soykırımla yok edilmiş insan topluluklarının başlatacağı yer değiştirme hareketi tarih derslerinde ezber ettiğimiz o meşhur göçlerden daha büyük bir etkiyi de beraberinde getirmek üzere. Kavimler göçünün yarattığı yeni komşuluk ilişkileri, zamanın ruhuna uygun biçimde yeni çatışmaları ve devletçikleri de doğurmuştu; günümüzde olayların böyle ilerlemesi mümkün değil. Yapılacak tek şey, bazı ülkelerin yarım yamalak da olsa denemeye giriştiği entegrasyon çabaları ve ortaya çıkan yeni sosyolojiyi benimsemek.

Göçmenlik, son yüzyılın çeşitli noktalarında edebiyata da etki etmiş bir konu. Yazarların ya da yayıncıların görüşlerinden bağımsız olarak, başta Sovyet etkili ülkelerin vatandaşlarından oluşan geniş bir yazın külliyatı var. Bunların çoğu, yaşadıkları yerlerde gelişen siyasi ve sosyal olayların etkisiyle göç etmiş, yeni bir ülkeye yerleşmiş ve yaşamını oralarda sürdürmüş kişiler.

Agota Kristof’un ya da Gospodinov’un metinlerinde bunları görüyoruz. Bu eserlerde yazarların siyasi söylemleri ve geçmişe dair travma anlatıları oldukça önemli bir yer tuttuğu gibi, kendi kültürlerinden akıllarında kalanları bir panorama biçiminde okuyucuya sunmak istediklerini de söylemek mümkün.

 

Anthony Veasna So / foto: Chris Sackes

 

Kmer topluluğu

Can Yayınları’nın bu yıl yayınladığı Gece Yarısı Partileri de böyle bir kitap. Yazarı Anthony Veasna So, Kamboçya göçmeni bir ailenin çocuğu. Anlatı boyunca tekrarlandığı üzere, ABD’nin California eyaletine ve özellikle de San Fransisco’ya yerleşen Kmer topluluğu, bu yeni mahallelerinde kendi kültürlerini sürdürmek için epey mücadele vermiş. Yazar da öykülerinde söz konusu mücadeleyi, birbirine benzer tipte karakterler üzerinden, geniş bir perspektifte bize sunmayı amaçlamış.

Veasna So, 1992 doğumlu. Göçmen Kmer topluluğunun ikinci kuşak üyelerinden. Buna benzer hemen her toplulukta olduğu gibi, bir geçiş kuşağı diyebiliriz aslında. Annesi ve babası Kamboçya’dan kaçtıktan sonra geldikleri San Fransisco’da, topluluğun neredeyse yarısının da yaptığı gibi, bütün paralarıyla bir araba tamir atölyesi açmış. Zaten topluluğun bir kısmı bu işe, kalan kısmı da Donut yapıp satma işine girmiş. Kısa bir harita gezintisinde, bahsedilen mahalledeki mekanlara baktığınızda halen bu eğilimin sürdüğünü görüyorsunuz. İşte yazar Veasna So, böyle bir topluluk içinde üniversiteye gitmeye başlayan kuşağı temsil ediyor. Kitapta da bahsedildiği gibi, onun kuşağının, hele de yazarın yaptığı gibi Stanford ölçüsünde okullara gidebilmesi bir gurur kaynağıymış.

Dokuz öyküden oluşan kitap aynı zamanda Queer bir nitelik taşıyor. Yazarının henüz 28 yaşındayken aşırı dozdan ölümünün hemen akabinde, ABD’deki en önemli ödüllerden biri olarak görülen Ferro-Grumley ödülünü almış bu sebeple. Öykülerin çoğunun anlatıcısı gay bir erkek. Bazı hikayeler yalnızca buna dair ilişki biçimlerini ele alırken, bazılarıysa böyle bir kimliğin Kmer topluluğunda yarattığı etkiyi dile getiriyor. Fakat 250 sayfayı aşan bu öykülerde akılda en fazla kalan unsur, Kmer topluluğunun geçmişe dair travma anıları ve yerleştikleri bu yeni ülkeye tutunma çabaları. Yazar, görece küçük bir topluluğun panoramasını çizdiği için, öyküler birbirine bağlanan ve farklı yerlerde kesişen karakterlerle dolu. Budizm inancının tesiriyle reenkarnasyonu da görüyoruz, yoksulluk sebepli sınıf sorgulamalarını da. Yaşlanmış ve ölümü bekleyen ninelerin ağzından düşürmedikleri Pol Pot rejimi mi daha korkunçmuş yoksa liberal bir rüyanın çeperinde kalarak ABD’de açlık çekmek mi, buna dair düşünüyoruz.

1970’lerin Kamboçya’sı

Bu tarz eserlerde yazarın ya da söz konusu topluluğun perspektifini sorgulamak elbette manasız. 1970’lerin Kamboçya’sını, o yıllarda sık sık bu tartışmalara giren Noam Chomsky’den dinleyince başka bir hikaye görürsünüz, dönemin hegemonik liberal bakışından dinleyince başka… 1950’de Fransızların boyunduruğundan kurtulan Kamboçya, tarihinin her döneminde olduğu üzere, bir tarım ülkesiydi. Özellikle pirinç ithalatıyla ekonomisini döndüren devlet için halkın büyük kısmının köylerde ve tarlalarda çalışması oldukça önemliydi. 1970’te yapılan darbe sonucunda ülkenin kaynakları heba edilmeye başlandığında, köylerde yaşayanlar açlıkla karşı karşıya gelince kırsaldaki komünist örgütlerin gücü iyice arttı. Buna karşılık darbe rejimi, ABD’nin desteğiyle kırsal alanları bombalamaya başladı. Boşalan köyler ve tarlalar, birkaç yıl içinde ülkede görülmemiş bir açlığın meydana gelmesine sebep oldu. Pol Pot rejimi iktidarı devraldığında, ilk iş olarak köyleri yeniden canlandırma projesine girişti. Devrimci şiddetin de dahil olduğu uzun süreli çatışmalar ve hali hazırda baş gösteren kıtlık sebebiyle birçok kişinin ölümü kaçınılmaz hale geldi. Pol Pot’un bazı tuhaf ve açıklaması zor hamleleri de buna eklenince, Kamboçya yakın tarihin en tartışmalı ülkelerinden birine dönüştü.

Budist tapınağında Beatles şarkıları

Kitaba dönersek, işte bu çatışma dönemini kimi karakterlerin ağzından tamamıyla bir eleştiri ve soykırım olarak, kimilerindense daha eleştirel bir gözle okuyoruz. Yazarın bu konuda belirgin bir tutumunun olduğunu söylemek zor. Üçüncü ve sekizinci öyküde karşımıza çıkan Eng Nine’ye göre komünistler tecavüzden hırsızlığa dek her şeyi yapmış görünüyor. Fakat örneğin beşinci öyküdeki anlatıcının amcası, araba tamircisi Pou’nun söyledikleri epey düşündürücü. Budist tapınağında bir hafta geçirdikten sonra orada Beatles şarkılarının Kmerce versiyonlarını duyduğunu söyleyen anlatıcıya Pou şunlarla yanıt veriyor:

Pou gülmeye başladı. ‘Eh, Kmerler o şarkıları daha iyi çalıyordu.’ Gözlerini yoldan ayırmadı. ‘Çünkü zaten Amerika o ezgileri bizden çaldı. Ezgilerimizi çalıp üzerimize bomba yağdırdılar ve sen şimdi çıkmış onlar adına savaşa gidiyorsun, seni gerizekalı herif!’”

Fakat yazar açısından bu hususta net bir sonuca ulaşma çabası yok. Bu konuşmanın hemen ardından Pou’nun, anlatıcıya askere gitmesinin faydalarından bahsettiğini, artık işsiz olmayabileceğini ve hatta üniversite dahi okuyabileceğini anlattığını görüyoruz. Yani asıl mesele, geçmişin travmalarının ideolojik yönü değil; hali hazırdaki yoksulluğun ta kendisi.

Öykülerin atmosferi ve teknik özellikleri farklılık gösterse de, dokuz anlatı boyunca hiç değişmeyen şey, sınıfsal durumların tahlili. Yazarın gözlem yeteneğini ve elbette kimi açılardan deneyimlediği zorlu yaşantıyı bu noktalarda belirgin biçimde görüyoruz. İlk öyküdeki Donut dükkanında bir anne ve iki kızının ekonomik ve sosyal endişeleri bize eşlik ederken, yazarın da favorisi olduğunu öğrendiğim dördüncü öyküde Kmer topluluğuna iyilik yapmak isterken iflas eden bir araba tamircisinin hayatta kalma mücadelesi mevcut. Kuşak çatışmaları, suça itilmiş gençler, kendini kabul ettirmeye çalışan yeni orta sınıflar ve Budizm’i ABD’nin batısında yaşatmaya çalışan bir topluluk bu. Diğer öykülerde de hemen bütün izlekler kendini göstermeye devam ediyor.

Herkes başkaldırı

Yazarın dili, ilk kitabını yayınlamış genç birine göre şaşırtıcı biçimde olgun ve sürükleyici. Bazı öykülerde teknik kusurlar göze çarpsa da, kitabın büyük kısmında etkileyici pasajlara rastlamak mümkün. Bazı öyküler şimdiki zamanla akarken, bazılarında ikinci kişili anlatım söz konusu. Yazarın, kısa ömründe çabaladığı ve ABD’deki seçkin çevrelerden övgü aldığı edebi kariyeri böylesine hızlı biçimde bitmeseydi, ileride ismini sık sık duyacağınızı düşünmeden edemiyorsunuz. Fakat tam da öykülerdeki karakterlerin bazıları gibi, bu genç yazar da kimlik bunalımının ve kuşak çatışmasının sonucu olarak talihsiz bir yol seçmek durumunda kalmış. Partneri Alex’le birlikteyken, bir otel odasında aşırı dozdan hayatını kaybetmiş. Kitabın girişinde, yaşadığı zorlukları özetleyen bir ithafı var:

“Kendim dahil, beni hafife almış olan herkese.

Ah, bir de canım Alex’ime.”

Anthony Veasna So, Kamboçya’dan ABD’ye göç etmiş bir topluluğun panoramasını, yazdığı dokuz öyküde baştan sona ele almış. Kendisi de dahil onları hafife alan herkese, ülkelerini darmadağın eden ABD’nin hegemonyasına, bir getto oluşturdukları San Fransisco’nun zengin beyazlarına, ancak ikinci kuşakta büyük bir özveriyle kabul aldıkları batılı üniversitelere ve elbette göçmenliği dramaya uygun bir izlek belleyip uzaktan hislenen sanat ve edebiyat çevrelerine karşı bir başkaldırı sergilemiş. Gece Yarısı Partileri, birinci dünyanın göbeğinde bir üçüncü dünya edebiyatı örneği.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.