Göstermelik seçimler ve meşruiyet krizi
Dünya Haberleri —

“Halk Meclisi” seçimleri / foto:AFP
- “Halk Meclisi” seçimlerinden çıkacak meclis, rejimin kuklası olmaktan öteye gidemeyecek. İş dünyasından seçilen isimler ve dini aşırılıkçıların yoğun katılımı, rejimin kaynakları yağmalama ve mezhepsel kontrolü pekiştirme amacını taşıyor.
ZEYNEP BORAN
HTŞ rejimi, “geçiş dönemi demokrasisi” adı altında karmaşık ve kirli bir siyasi oyun oynuyor. Sonuçlar, krizlerle dolu Suriye gerçekliğini olumsuz etkileyecek, mevcut siyasi ve toplumsal ayrışmaları derinleştirecek ve aşırı tek taraflılığı sürdürerek, yalnızca Türkiye'de benzeri görülmüş bir faşist ve milliyetçi-dini diktatörlüğe yol açacaktır.
2025 tarihli 143 sayılı kararname, Halk Meclisi’nin yapısını kökten değiştirerek parlamentoyu yürütmenin emrine tabi bir araca dönüştürüyor. Meclis üyelerinin üçte birinin (70 üye) Colani tarafından atanması, sıradan vatandaşların iradesini kapalı seçmen heyetleriyle değiştiriyor. Bu düzenleme, yürütmenin yasama üzerindeki açık hakimiyetini yansıtıyor ve seçimlerin meşruiyetini ortadan kaldırıyor.
İdlib: Kapalı temsilin ilk örneği
2017’de İdlib’de düzenlenen Genel Suriye Konferansı, güvenlik ve siyasi baskılar altında “Şura Meclisi” oluşturmayı amaçladı. Ancak bu süreç, halkın iradesini ifade eden bir seçim değil, “Şam’ın Kurtuluşu” adlı gruba sivil meşruiyet örtüsü sağlamayı hedefledi. Özenle seçilmiş yerel meclisler ve kabile şeyhleri aracılığıyla yapılan temsiliyet, sıradan vatandaşlara oy hakkı tanımadı. İdlib’in Sünni çoğunluklu yapısı nedeniyle etnik çeşitlilik büyük ölçüde göz ardı edildi; Dürziler ve Hristiyanlar gibi azınlıklar ya temsil edilmedi ya da sembolik bir şekilde yer aldı. Bu model, özgür temsilden çok, belirli bir silahlı gruba bağlı özerk bir yönetimi yansıtıyordu.
Atama seçimin önüne geçiyor
143 sayılı kararname, 210 üyeli Halk Meclisi’nin üçte ikisinin (140 üye) seçmen heyetleri aracılığıyla seçileceğini, kalan üçte birinin ise (70 üye) başkan tarafından atanacağını öngörüyor. Seçmen heyetleri, başkanın atadığı Yüksek Seçim Komitesi’ne bağlı katı bir hiyerarşiyle işliyor. Bağımsız bir denetim mekanizmasının olmaması ve başkanın, milletvekillerinin ölümü veya istifası durumunda yerine atama yapma yetkisi, yürütmenin meclis üzerindeki kontrolünü pekiştiriyor.
Manipülasyona açık sistem
Seçim sürecinde propaganda ve denetim, Yüksek Seçim Komitesi’nin keyfine bırakılmış durumda; bu, adaylar ve seçmenler için bağımsız bir hak değil. Komite üyelerinin atanmış üçte bir kontenjana katılabilmesi, manipülasyon ve kayırmacılığa kapı aralıyor. Ayrıca, şikayet ve itiraz komisyonlarının kararlarının kesin ve üst mercilere itiraz edilemez olması, seçimlerin tarafsız bir otorite tarafından değil, yürütme tarafından şekillendirildiğini doğruluyor.
Göstermelik seçimlere itiraz
Suriye’deki sivil toplum kuruluşları ortak bir bildiriyle, sistemin gücü dağıtmak yerine merkezileştirdiğini ve göstermelik bir demokrasi sunduğunu vurguladı. Ayrıca sivil toplum kuruluşları, 143 sayılı kararnameyi “yapısal olarak tehlikeli” buluyor ve seçimlerin uluslararası siyasi katılım standartlarını karşılamadığını savunuyor. Önerileri arasında, başkanın atama yetkisinin kaldırılması, seçmen heyetlerinin sivil toplum ve siyasi güçlerle istişareyle yeniden yapılandırılması, kadınlar, yerinden edilmiş kişiler ve dezavantajlı grupların yasal olarak bağlayıcı temsiliyeti yer alıyor. Ayrıca, açık ve kesin adaylık şartları, bağımsız bir denetim organı ve propaganda ile denetlemenin yasal hak olarak tanınması talep ediliyor. Bu talepler, Suriye toplumunun geniş kesimlerinin mevcut seçim sistemini, halkın iradesini gasp eden bir araç olarak gördüğünü ve modern bir devletin inşasını engellediğini ortaya koyuyor.
Belirsiz şartlar ve siyasi dışlama
Kararnamedeki “önceki rejimi destekleme” veya “bölünme yanlısı olma” gibi muğlak şartlar, otoriteye muhalifleri keyfi bir şekilde dışlama özgürlüğü tanıyor. Son dönemde, yüksek eğitimli ve idari yetkinliklere sahip Suriyeli aktivistlerin dışlanması, bu belirsizliğin siyasi çeşitliliği kısıtlamak ve sadakat temelli bir sistemi güçlendirmek için kasıtlı olarak kullanıldığını gösteriyor.
Seçimlerin en büyük tezatlarından biri, Kuzey ve Doğu Suriye (QSD kontrolündeki bölgeler), Süveyda ve Suriye sahilindeki bazı bölgelerin siyasi ve yasama sürecinden tamamen dışlanmış olmasıdır. Şam hükümeti 23 Ağustos 2025’te yaptığı açıklamayla Süveyda, Hesekê ve Reqa’da “güvenlik gerekçesiyle” seçim yapılmayacağını duyurdu. Bu bölgelerdeki sandalyelerin “askıya alınması”, halkların ve inanç gruplarının temsiliyetini fiilen ortadan kaldırdı. Rejimin dışlayıcı ve düşmanca tutumu, özellikle Kürtlere, Alevilere ve Dürzilere karşı sergilediği davranışlar, ulusal birliği tehdit ediyor ve her bölgeyi kendi kaderini düşünmeye itiyor.
Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi Danışmanı Bedran Çiya Kurd seçimin, tüm Suriyelilerin ayrım gözetmeksizin katılımını garanti altına alan demokratik bir seçim olmadığını söyledi. Seçilen üyeler ve bu seçimlerden çıkan konseyin Suriye toplumunun siyasi iradesini temsil etmekten uzak olduğunu belirten Kurd, “Konseyin kararları bizim için bağlayıcı değildir. Bu iradenin dikkate alınması gerekmektedir” dedi.
Dürzi avukat ve siyasi aktivist Adel Hadi ise Süveyda'nın Suriye'deki parlamento seçimlerinden dışlanmasını "fiili hükümetin Dürzileri tüm hükümet pozisyonlarından dışlama politikalarının bir devamı" olarak değerlendirdi.
"Bu dışlayıcı tedbirler bağımsızlık talep edenlerin sayısını artırıyor" diyen Hadi, bağımsızlık isteyenlerin sayısının önemli ölçüde arttığını ekledi.
Sadık isimleri atadı
Suriyeliler, özgür ve adil seçimler beklerken; mevcut rejim, eski Baas rejiminin seçim ve güvenlik politikalarını sürdürüyor. Sadık isimlerin atanması, muhaliflerin dışlanması ve paralel bir gölge hükümetin oluşturulması, önceki rejimin yöntemlerini yeniden canlandırıyor. Eski rejim bazı unsurlarını önemli pozisyonlara atamasına rağmen, bunlar sıkı bir denetim altında tutuyordu. Rejim, teokratik ve oligarşik bir yapıyı benimseyerek, halkıyla uzlaşmadan dış dünyada meşruiyet arayışındaydı. Colani’nin de üçte bir atama hakkı, meclisi kendi iradesine tabi bir araç haline getiriyor. Seçimlerin, siyasi krizi çözmek yerine, otoriter ve dini-milliyetçi bir diktatörlüğe yol açacağı kesin. Hama kırsalındaki Vadi en-Nasara katliamı gibi saldırılar, rejimin muhalifleri hedef aldığını ve ihlalleri örtbas edemeyeceğini gösteriyor.
Şeriatın gölgesinde bir meclis
Mevcut rejim, “demokrasinin küfür olduğunu” ilan etmiş bir zihniyetten geliyor ve özgür seçimlere inanmıyor. Dini ve şeriat kisvesini koruyarak her şeyi dini ölçütlerle değerlendiriyor ve dünyadaki değişimleri görmezden geliyor. Bu seçimler, halkın iradesini değil, rejimin mezhepsel bir “şura meclisi” oluşturma çabasını yansıtıyor. Medyanın propaganda çabalarına rağmen, Suriyeliler bu süreci meşru görmüyor ve çoğunluk katılmaktan kaçınıyor.
“Halk Meclisi” seçimlerinden çıkacak meclis, rejimin kuklası olmaktan öteye gidemeyecek. İş dünyasından seçilen isimler ve dini aşırılıkçıların yoğun katılımı, rejimin kaynakları yağmalama ve mezhepsel kontrolü pekiştirme amacını taşıyor. Türk ve İsrail gibi devletlerin sahadaki varlığı, faili meçhul cinayetler ve kaos ortamında yapılan bu seçimler, Suriye’yi bataklığa sürüklüyor. Suriyeliler, bu süreci ulusal ve demokratik bir kazanım olarak görmüyor; aksine, ülkenin parçalanmasına yol açacak bir adım olarak değerlendiriyor.













