Gülistan; her yerin ve herkesin şiiri olmak
Dosya Haberleri —
- Şiir oydu, şiir gibi sızdı hayatın her anına. Öyle dokunaklı, öyle ince ve etkileyiciydi. Süleymaniye’nin tarih, direniş ve isyan kokan her yanı onun için özeldi. Ama en çok da kadınları. Kadınları anlamaya çalıştı, bu yüzden köy köy hikayelerinin peşinden koştu. Bir hikaye toplayıcısıydı. Yüreği acıdan nasır tutmuş, dili acıdan mühürlenmiş kadınların sözlerini taşıdı.
ROJBİN EKİN
Özlem
Gülistan’ın yüzünü, gözlerini, gülüşünü, endamını yakalayan tüm fotoğraf kareleri günlerdir televizyon ekranlarında dönüp duruyor. Ona geç kalmış herkese bir tanışma fırsatı sunar gibi… Ben ise bir ömre sığmış birlikteliğimize hiç doymamış gibi tekrar tekrar bakıyorum fotoğraflarına, birlikte geçirdiğimiz zamanların tüm kayıtlarına. Yüzündeki her bir çizginin, gözlerine yerleşen derinliğin ömrümün geri kalanına yol göstermeye devam etmesini istiyorum. 21 Ağustos akşamı sohbetimizden kalan ses kayıtlarını dinliyorum. Gülüyor yine Gülistan ve öyle vedalaşıyoruz.
Bir fotoğraf karesi var, başına sonbahar yapraklarını boca ettiği ve elleriyle savurduğu. Ondan sonraki acılı zamanlarımızı ifade eden tek kare belki de o. Ama Gülistan orada da gülümsüyor. Hazan mevsimine aldırış etmeden, o mevsimin yas ve hüzün havasına girmeden. Bize de yas tutmayın dediğini duyar gibiyim…
Hiç kabullenmek istemiyoruz, artık fiziki olarak aramızda olmayışını. O gittiğinden bu yana yokluğunun bıraktığı boşlukta kaybolmamak için onu, sözlerini, birlikte geçirdiğimiz anları, hatıraları birbirimize anlatmaya devam ediyoruz. Hepimizi teselli eden belki de bu; ortak yaşanmışlıklar ve anılar. Onlara sarılıyoruz. Çünkü tek sermayemiz, bu maddi dünyadaki tek birikimimiz, birbirimizle kurduğumuz yoldaşlık ve onun oluşturduğu tüm bağlar. Büyük bir servet ve bizleri bu dünyanın en zengini kılan da bu. Sadece bu…
Arayış…
Onun güçlü hafızası hatırlattı bana ilk ne zaman ve nerede karşılaştığımızı. ’98 baharı, İHD Batman Şubesi’nin organize ettiği küçük bir etkinlikteyiz. Faili meçhul zamanların o kasvetli havası henüz hüküm sürüyorken ve kadınların yitirdiklerine yaktığı ağıtlar hala şehrimizde yankılanıyorken tanıştık. ‘Çocuktuk’ diyemeyeceğim kadar hayatın farkına varmış, yaşamın nasıl da ağır bedeller gerektirdiğini öğrenmiş bir yaş aralığındaydık. Çocuk kalmaya, olmaya direnmek ya da olmak daha uzun ömürlü olmak için bir ayrıcalık değildi çünkü. Türk devlet faşizminin hüküm sürdüğü sınırlarda ‘çocuk da olsa gereği yapılacak’ düsturu yaşamak için erken büyümenin gerekli olduğunu dayatıyordu bize. Öyle yaptık biz de. Erken büyümeye karar verdik. Türk devlet faşizmine karşı gelişen tüm protestolara, hak arama yürüyüşlerine, cenaze törenlerine katıldık. Her yıl Petrol İş Sendikası’nın organize ettiği 1 Mayıs etkinliklerini hiç kaçırmadık, yasaklı Newroz alanlarına bir eyleme gider gibi gittik. Özgür Halk Dergisi’ndeki Ali Fırat yazılarını, derginin en arka sayfasındaki gerilla günlüklerini okuyarak “Başka bir yaşam mümkün” arayışına girdik. Bilincimize, arayışlarımıza yön veren bu etkinliklerdi.
Güçlü bir özgürlük arayışı vardı Gülistan’ın. Bize yaşatılanlara, yaşadıklarımıza öfkesi büyüktü. Türk devletinin özel ekonomik, siyasal, sosyal politikalarıyla ayrıştırılan bir toplumsal gerçeklik içerisinde çelişkisiz yaşayabilmek, arayışsız olmak mümkün mü? Hele ki dilinden, kültüründen ve kimliğinden ötürü ayrıştırılmışsan, ötekileştirilmişsen ve bu etkenler gerekçe gösterilerek her türlü zulme uğruyorsan…