Halkına adanmış bir hayat
Dosya Haberleri —

Mehmet Ali Beyaztaş
- Üniversite yıllarında Apocularla tanışan, partinin kurucularıyla ilk örgütlenme çalışmalarında yer alan, 12 Eylül askeri darbesinde tutuklanan ve 61 gün boyunca işkence gören ama mücadelesinden asla vazgeçmeyen Mehmet Ali Beyaztaş, “İşkencecilere inat yaşıyorum” diyor.
- JİTEM merkezi Saraykapı’da Yücel Dolan’ın işkenceyle öldürülmesine, Ferhat Tepe’nin gözaltında kaybedilmesine de tanıklık eden Mehmet Ali Beyaztaş’ın Hazro’daki eczanesi tanklarla bombalandı, dönümlerce meyva bahçeleri yok edildi, tek bir ağaç dahi bırakılmadı.
- “Ölümle yüz yüzeydik. Sadece elbiselerimi giydim ve sürgüne çıktım. 97’den bu yana Berlin’de yaşıyorum. Yurtseverlik görevlerim neyi gerektiriyorsa layıkıyla yapmaya çalıştım. Bu dava kutsal bir davadır. Ne yapsan azdır” diyen Beyaztaş, halkına adanmış bir hayatın hikayesini anlatıyor.
DENİZ BABİR/BERLİN
Mehmet Ali Beyaztaş, yaklaşık olarak 30 yıldır Berlin’de sürgünde yaşayan bir Kürt yurtseveri. 70’li yıllarda Bolu’da sırf Kürt olduğu için maruz kaldığı ırkçı saldırılar ve ayrımcılık Kürt kimlik bilincinin oluşumunda rol oynamış. Apocular ile tanışması ise hayatında önemli bir dönüm noktası olmuş ve bugüne kadar devam eden uzun soluklu bir mücadelenin kapısını açmış. 90’lı yıllarda Kürdistan’da devletin resmi ve gayriresmi katillerinin sokaklarda terör estirdiği ve Kürt yurtseverlerinin öldürdüğü süreçte ölümün kıyısında bir hayat sürmüş Mehmet Ali Beyaztaş. Biz de onunla hayatını, devrimci mücadeleyle tanışma sürecini ve tanıklıklarını konuştuk
Mehmet Ali Beyaztaş, 1951 yılında Amed’e bağlı Hazro ilçesinde dünyaya gelir. İlk ve orta okulu Hazro’da okur. Liseye ise Silvan ve Diyarbakır Ziya Gökalp lisesinde devam eder. Liseyi bitirdikten sonra 1976 yılında Bolu Eğitim Enstitüsü’ne kayıt yapar. Bolu’da sürekli faşistlerin saldırılarına maruz kalır. Bu saldırılarla beraber ilk kez ulusal kimlik sorunuyla tanışır ve Kürtlük bilinci gelişir. Bolu’daki ayrımcılık ve ırkçı saldırılar ulusal kimliğine daha sıkı sarılmasına vesile olur. Oysa oraya gidiş amacı eğitim enstitüsünde mezun olduktan sonra öğretmenliğe başlamaktır.
‘Okulun bütünü faşistti’
Beyaztaş, kendisi Bolu’ya gitmeden önce devrimci öğrencilerin okuldan atıldığını ve bu yüzden yaklaşık olarak 1700 öğrencinin bulunduğu okulda faşistlerin etkin olduğuna dikkat çekerek, şunları anlatıyor: “Hatta öğretmenleri dahi sağ eğilimli düşünceye mensup kişilerden oluşuyordu. Bu anlamda okulun bir bütünü faşistti. Ayrıca okul idaresi ve güvenlik güçleri de bu yapılanmanın içerisindeydi. Sürekli saldırı ve fiziki işkence görüyorduk. Biz yaklaşık 15 Diyarbakırlı öğrenci bu okulda okuyorduk. Sayımız bu kadardı. Baskılar ve saldırılar şiddetlenince bir araya geldik ve ‘buna karşı bir direniş olmazsa bunlar bizi yaşatmayacaklar. Bu grupta yer almayan olursa Diyarbakır’a bir daha geri dönemeyecek’ dedik. Çünkü başka alternatif kalmamıştı.”
‘Apocuları Bolulu devrimcilerden öğrendik’
Bu yıllarda Bolulu devrimciler çoğunlukla Ankara’da okuyordur. Onlar Bolu’ya döndüklerinde Mehmet Ali Beyaztaş’ın da içinde bulunduğu Kürdistan’dan gelen öğrenci grubuna ilk kez Apocu ya da Ulusal Kurtuluşçular olarak örgütlenen bir gurubun varlığından söz ederler. Mehmet Ali Beyaztaş o zaman Apocular hakkında duyduklarını ve sonrasında o grupla nasıl ilişkilendiğini şu sözlerle anlatıyor: “Diyorlardı, Ankara’da Apocular diye bir gurup var ve Kürdistan davasını savunuyorlar. Bu da bizde bir merak uyandırdı. Kimdi bunlar ve nasıl ilişkilenebiliriz diye arayışa girdik. Bir zamandan sonra Ankara ile ilişkilendik ve devrimci mücadelemizi büyüttük. İlişkiler gelişince ulusal davaya olan inancımız ve aktif mücadele bilinci de beraberinde gelişti.
Siverek önemli bir merkezdi
1977’de yaz tatilinde Amed’e gittim ve arkadaşlarla daha yakından tanışma fırsatım oldu. Bu yıllarda Amed’in Lice ilçesinde çalışmalar yürüten bazı arkadaşlar vardı. Siverek bölgesine de ihtiyaçlar gereği gidiş gelişlerim oldu. Siverek, Apocu grup açısından önemli bir dönüm noktasıydı ve birçok arkadaş orada konumlamıştı. Bizler de Amed’deki direnişi yükseltmek için belli aralıklarla Siverek’e gidip geliyorduk. Hatta bir keresinde Siverek’de Heval Abbas (Duran Kalkan) ile görüştük. Kendisi gittiğimizde oradaydı. Son gidişimde orada çatışmalar yoğunlaşmıştı ve bir türlü bir araya gelemeden geri dönmek zorunda kaldım.”
Komutan Egîd’le karşılaşma
Yaz sezonu bittikten sonra Beyaztaş, Bolu’ya geri döner. Bu sırada PKK’nin kurulduğunu duyar. Okulu biter bitmez Bolu’yu terk ederek Amed’e yerleşir ve aktif çalışmalara katılır. Mehmet Ali Beyaztaş o süreci şöyle anlatıyor: “Daha sonra 1978’de Silvan merkezli Amed ve Batman bölgesinden Egîd Heval (Mahsum Korkmaz) ve Mizbah Doğru arkadaşın da içinde yer aldığı rutin toplantılarda bir araya gelmeye başladık. Toplantılarımızı Silvan’da Ziraat Bahçesi’nde bir aylık arayla düzenli olarak yapardık. Egîd Heval bu dönemde Batman’da Mazlum Heval ile beraber bu çalışmaları yürütüyordu. Bu toplantılarda genel olarak ulusal kurtuluş mücadelesine insanları nasıl katabiliriz üzerine tartışıyorduk. Egîd Heval bütün bunları tek tek anlatıyordu. Birikimliydi. Batman’dan Egîd Heval, Silvan’da Mizbah Doğru Heval, Hazro’dan da ben bu toplantıya katılıyordum. Bu toplantılarımız 1979 yılının ortalarına kadar devam etti. Daha sonra Batman’da bir çözülme olmuştu. Bu çözülmeden dolayı Egîd Heval Batman’dan çıkmak zorunda kaldı. Egîd Heval vedalaşmak için bir gün beni telefonla arayarak bana şunu söyledi: “Xalo, belki bir daha görüşemeyiz senden hatır istiyorum' dedi. Ondan sonra Mizbah Doğru Heval ile ilişkilerimiz devam etti.''
12 Eylül gecesi tutuklandı
Çalışmalarının 12 Eylül cuntasına kadar devam ettiğini ve 12 Eylül gecesi askeri cuntanın ilk tutukladığı kişilerden biri olduğunu söyleyen Mehmet Ali Beyaztaş, 12 Eylül sonrası süreci ise şu sözlerle anlatıyor: “Hazro’da bir gece vakti askerler tarafından alındım ve Diyarbakır’a götürdüler ve burada 24 gün boyunca sorgu, işkencede kaldım. Bu sorgu süreci bittikten sonra serbest bırakıldım. Daha sonra Bolu’da Türk solundan birisi o dönem üzerime ifade vererek 'Eğer bu adamı çözerseniz büyük bir Kürt örgütünü çözersiniz' demiş. Bundan dolayı 1981 yılında Hazro’da tekrardan tutuklandım ve doğrudan Ankara’ya götürüldüm.
61 gün boyunca işkence
Burada çok ağır işkencelerden geçtim. Bu ifade veren kişiyle beraber polisler bana tam 61 gün boyunca işkence yaptı. Gözlerim kapalı 61 gün boyunca sopalarla dövüyordular. Bazen elektrik veriyorlardı bazen de askıya alınıyordum. Hiç ara vermiyorlardı. Vücudum mosmor olmuştu. Kanlardan oluşan derin yaraların acısından ötürü neredeyse bir noktadan sonra vücudumu hissetmiyordum. Bu işkenceleri Ankara’da DAL gurubunda gördüm. Ankara emniyetinde özel bir birim vardı onlara 'DAL grubu' ismini takmışlardı. Bunlar özel işkence ile gündeme gelen bir oluşumdu. İşleri buydu. O kadar işkence zülüm karşısında asla bir kelime söylemedim.
‘İşkencecilere inat yaşıyorum’
Sorgudan sonra beni yedinci katta çıkardılar ve oradan da Mamak Cezaevi’ne göndereceklerdi. Bu sırada bana dediler ki senin en fazla yaşayacağın bir ya da bir buçuk yıldır. Bunu söyleyen de Kemal Yazıcıoğlu’ydu. Bana 61 bir gün boyunca işkence yapan kişiydi Kemal Yazıcıoğlu. Kendisi DAL grubu işkenceci ekibin başıydı. Ben de ona ‘Size inat dünyada kim uzun yaşamışsa onlardan daha uzun yaşayacam' cevabını verdim. Çünkü bana yapılan işkencelerden dolayı fazla yaşamamam gerekiyordu. Ama onlara inat bu yaşıma kadar geldim ve davamda da hiç pişmanlık duymadım.''
‘Devlete değil halkıma çalışacağım’
Mehmet Ali Beyaztaş daha sonra Mamak Cezaevi’nin girişinde doktor kontrolünde geçer. Doktor vücudundaki iltihaplar, kanamalar ve yaraları olduğu gibi kayıtlara geçirir. 1983 yılına kadar Mamak Cezaevi’nde kalan Beyaztaş, çıktıktan sonra tekrar Amed’e döner. Bir süre sonra da öğretmenlik görevinden istifa eder. Kaymakam neden istifa ediyorsun diye sorduğunda ise 'Ben artık devlete değil halkıma çalışacam' cevabını verir. Mehmet Ali Beyaztaş cezaevi sonrası yaşamını anlatıyor:''Artık ticaret yapıyor ve kendimi finans etmekte zorluk çekmiyordum. Fakat halkla ilişkiler konusunda da yoğun bir performans gösteriyordum. Hazro’da hiçbir zaman partimden kopmadım. Süreklileşen bir ilişkimiz vardı ve bunun üzerinden yurtseverlik görevlerimden taviz vermeden çalışmalarda da yer alıyordum. Bu mesele boynumuzun borcuydu. Süreklileşen çalışmalar nedeniyle artık Hazro’da sıklıkla gözaltına alınıyordum. Durum böyle olunca Diyarbakır Ofis semtine taşındım. Burada da Ali Hoca ve başka arkadaşlarında yer aldığı kimi örgütsel çalışmalar yapmaya başladık.”
'En büyük sevincim silahlı atılımdı'
Bu yıllarda kendisi için en güzel haberin 15 Ağustos Atılımı olduğunu söyleyen Mehmet Ali Beyaztaş, o güne dair şunları anlatıyor: “Haberi aldığımda bir an gözlerim doldu ve duygulandım. İnanılmaz bir duyguydu. Bir zamanlar beraber çalıştığım arkadaş bu atılıma öncülük etmişti. Vücudumdaki iyileşmeyen kırıklar ve yaralardan dolayı bir türlü kırsala gidemiyordum. Bu bana çok ağır geliyordu. Atılımla beraber en iyi faydamız ne olur diye düşünerek süreklileşen bir kitle çalışmasına kendimizi verdik. Neden 15 Ağustos Atılımı’na gerek görüldüğünü mahalle mahalle, sokak sokak gezerek insanlara anlatıyorduk. Belki bir nebze olsa şehirde bunu geliştirerek kendimizce savaşan arkadaşları yalnız bırakmıyorduk. Bu çalışmalar 1991 yılına kadar devam ederken Mizbah Doğru Heval ile en son bu tarihte Hazro’da görüştük. Ben de bu sırada Hakkari Yüksekova’ya geçtim yaklaşık 20 gün sonra Diyarbakır Tek Kapı’da katledildiğini duydum. Onun şahadeti beni derinden etkiledi.”
‘Yücel Dolan işkencede can verdi’
90’lı yıllarda JİTEM’in Amed’in Saraykapı semtinde bulunan meşhur işkence merkezinde günlerce işkence gören Mehmet Ali Beyaztaş orada devlet eliyle öldürülen gazeteci Ferhat Tepe’yi ve Kürt yurtseveri Yücel Dolan’ı da görür. Beyaztaş o günleri anlatıyor: “En son 1994’de Saraykapı’da jandarmanın sorumluluğunda bir işkence merkezine götürüldüm. Burada gazeteci Ferhat Tepe ve Yücel Dolan da vardı. Ferhat Tepe yanı başımdaydı. Gözlerimiz kapalıydı ve birbirimizin yüzünü göremiyorduk. Yoğun işkenceden dolayı Yücel Dolan oracıkta can verdi. Son nefesini verirken o dönem Halkın Emek Partisi Bismil İlçe Başkanı Mümtaz Çersel onu görüyor. Yanıma geldiğinde durumunu anlattı. Bize dedi ki 'Sizin belediye başkanınızın oğlu Yücel Dolan son nefesini verdi'. Jandarma Hazro’da beni gözaltına alırken Yücel Dolan’ı da almıştı. Hazro, Diyarbakır arası 70 km ve o yol boyunca silah dipçikleriyle her ikimiz de sürekli işkence gördük. İkimiz panzerin içinde Saraykapı’ya getirilene kadar işkenceden perişan olmuştuk.
‘Ferhat’ı yanımızdan götürdüler’
Gözlerim bağlı olduğundan dolayı yanımdakinin de Ferhat Tepe olduğunu sonradan öğrendim. O da şöyle oldu. Bir ses geldi ve dediki, 'Ferhat Tepe kimdir' bir baktım yanımda duran kişi 'Benim' dedi. Eşyalarını topla gidiyorsun dediler. Ferhat da dedi ki benim eşyalarım sadece elimdekilerdir başka bir şey yok. Ferhat’a, kalk gidiyorsun, dediler. Böylece Ferhat’ı yanımızdan alıp götürdüler. Ama nereye götürdüler bilmiyorum. Bir ay boyunca Saraykapı’da akıllara gelmeyecek işkenceler gördük. İnsan insan olduğundan utanıyor. Bunlar insan değildi. Bir ayın sonunda mahkemeye çıkarıldım ve serbest bırakıldım. Ben de geri Hazro’ya döndüm. Bırakıldıktan sonra Yücel’in babasına gittim ve beraber işkencede kaldığımızı oğlunu orada katlettiklerini söyledim. Ayrıca üzerime ne düşüyorsa yaparım dedim. Gelip gördüklerimi mahkemede şahit olarak anlatabilirim. Fakat Yücel Dolan’ın babası istemedi ve kendim mahkeme açacağım diyerek geçiştirdi. Belli ki babası çok korkmuştu. Hakkını aramayacak kadar korkmuştu. Hep bekledim bir gün gelir diye ama babası gelmedi.''
Tankla eczaneyi bombaladılar
Baskıların sona ermediğini Hazro’daki eczanesinin tankla yerle bir edildiğini söyleyen Mehmet Ali Beyaztaş son çare olarak yurt dışına çıkmak zorunda kaldığını belirterek son olarak şunları anlatıyor: “Hazro’da eczane olarak kullanılan bir dükkanım vardı. Bir sabah kalktım devlet tanklarla eczaneyi bombalıyor. Bu bombalamada taş üstünde taş kalmadı. Dükkanım yerle bir edildi. Benim dükkanımla beraber çok sayıda esnafın da dükkanını bombaladılar. Ertesi gün haberlerde 'PKK Hazro’da evleri ve dükkanları bombaladı' diye haber geçiyordu. Hepsi yalan, jandarma gözümün önünde tanklarla bombaladı.
Meyva ağaçlarına da kıydılar
Bunun yanı sıra 10 dönümlük meyve bahçem vardı ve yüz yıllık ağaçlar vardı hepsini testerelerle kestiler. Tek bir ağaç dahi bırakmadılar. Yine 50 dönüm bizim kavaklık vardı onu da testerelerle kestiler bir tane bırakmadılar. Sadece Kürt olduğumuz için bütün bunlar başımıza geldi. Ben kendimi bildim bileli devlet zulmüne tanık oldum ve bunu bire bir yaşadım. Hiçbir zaman aklımın bir köşesinde yurt dışına çıkmak yoktu. Ama artık ölümle yüz yüzeydim. O zamanın arkadaşları bana buralardan git dediler. Ben de sadece elbiselerimi giydim ve 1996’da Romanya’ya geçtim.”
‘Bu dava için ne yapsan azdır’
Romanya’da bir yıl kaldıktan sonra 1997’de Almanya’nın başkenti Berlin’e gelen Beyaztaş, “O gün bugündür Berlin’de yaşıyorum. Yurtseverlik görevlerim bugüne kadar neyi gerektirdiysede layıkıyla yapmaya çalıştım. Hep kazanacağız diye ümitlendim. Ümitlerim boşa çıkmadı. Bu dava kutsal bir davadır. Ne yapsan azdır. Buna değiyor. Çünkü kahramanları cesurdur. Lideri cesurdur ve Kürt eski Kürt değildir. Önderliğine değer veren canla başla savaşan milyonlardan söz ediyoruz. Bu bir onur mücadelesidir. Bu halkın onuru hiç bir zaman yere düşmedi…’’ diye ekliyor.















