Hamza A. 41 gündür açlık grevinde

Toplum/Yaşam Haberleri —

Hamza A.

Hamza A.

  • Kürt’üm, direnmeyi öğrenen ve öğreten bir halkın mensubuyum. Yalnızca kendimi de düşünmüyorum; benden sonra da hiç kimsenin bu koşulları yaşamamasını diliyorum. Bu direnişi sonuna kadar sürdürmekte kararlıyım. Herkesin olan bitenleri her yerde anlatmasını istiyorum. 
  • Yabancı yerde olmanın, konuşamamanın da ağır bir yükü var. Sistematik psikolojik işkencenin ne olduğunu bu binada anladım. Mültecilik, göçmenlik, tuhaf bir şey: Ardahan’ın bir köyünden buralara geleceğim, buraya düşeceğim, kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi ama olan bu ve bunu yaşayacağız. İnanın, artık “Bana ne olursa olsun” noktasındayım.
  • Bir sınır dışı olacağı zaman bütün kapılar kapatılıyor. Kuralsız biçimde, pat diye herkes hücresine sokuluyor. Sonra rap rap sesler geliyor, bağırışlar, gürültüler, alıp götürüyorlar, bir süre sonra kapılar yeniden açılıyor. O sesleri duymak insanı mahvediyor. Ben bunu duymamızı özellikle istiyorlar, diye düşünüyorum.
  • Başka bir yol görmediğim, bulamadığım için bu yola girdim. Ne yapsam, ne söylesem, kimse ciddiye almıyor. Türkiye’de başıma gelenleri ve gelecekleri anlatıyorum, dinlemiyorlar; hastalıklarımdan bahsediyorum, umursamıyorlar. Ne yapabilirim?

Hamza A. (48) 40 gündür Dresden’deki sınır dışı hapishanesinde açlık grevinde ve yalnızca çay, kahve ve su ile besleniyor. Bu onun Almanya’da kalma hakkı için ve uğradığı insandışılaştırıcı muameleye tepki olarak seçtiği direniş yolu ama aynı zamanda içine düştüğü çıkışsızlığın bir sonucu: Uğradığı hukuksuzluklara ve şiddete başka türlü direniş gösterememesinin, çünkü haksız ve dilsiz hale getirilmesinin sancısı, açlık grevine eşlik ediyor. Direnmemiş olsaydı, çoktan Türkiye’ye gönderilmiş ve orada bir hapishaneye konulmuş olacaktı. Şimdiye kadar iki sınır dışı denemesi, onun direnişi sonucunda başarısız oldu ama Hamza A. her gün şafak vakti uyandırılma ve yeniden bir polis arabasına bindirilip götürülme korkusu ile uykuya dalıyor.

Hamza A.’nın avukatları, oturum hakları için ellerinden geleni yapıyor ama şimdiye kadar başarılı olamadılar. Yine de devam eden davalarda küçük de olsa bir umut var. Davasının detaylarına dair Saksonya Mülteci Meclisi (Sächsischer Flüchtlingsrat e.V.) bir basın açıklaması yayınladı, bir başkası da hazırlanıyor ama bu kez sözü direnen Hamza A.’ya vermek istedik. Açlık grevinden dolayı güçsüz düşmesine rağmen Hamza A., bir saatten fazla süren sohbetimizde hikayesini, politik görüşlerini ve sınır dışı hapishanesinde yaşadıklarını anlattı. Niyetlerinden biri, mahkum edildiği dilsizliği aşmaktı.

İlk gençliğinizden itibaren politik mücadelelere ilgi duyduğunuzu anlattınız. Sizi politikleştiren neydi?

Kürt’üm. Ben çocukken babamın evde pilli teyple Şakiro’nun kilamlarını ve akşamları gizlice Erivan Radyosu’ndaki Kürtçe yayını dinlemesini hatırlıyorum. Ama akşam Kürtlükle ilgisi olmayan komşular gelirse bunların lafı edilmez, TRT açılırdı. Daha bu yıllarda Kürt olmanın başka bir şey olduğunu anlamıştım. Sonra, 1986 yılında, ben daha çocukken, halamın oğlu gerillaya katıldı ve sonra şehit düştü. Bu olaydan sonra evde konuşulanları hala hatırlıyorum. Şehit düşmesi benim için bir şoktu. Artık net olarak Kürt olduğumuzu ve bunun başka bir şey olduğunu biliyordum. Politikliğim de ilk olarak Kürtlüğümü savunmak isteğiyle oldu ama kitaplarla tanışınca işler değişti.

Nasıl değişti?

9-10 yaşlarında ailem ile birlikte İstanbul’a göçtüm ve orada elime, 94-95 yılında, Yaşar Kemal’in İnce Memed’i geçti. Bu, yeni bir başlangıç oldu. Kitaplar sayesinde dar kalıplarla düşündüğümü fark ettim. “Bu dünya hepimize yeter” gibi, “Birbirimize farklılıklarımıza rağmen saygı ve sevgi ile davranırsak her şey daha güzel olur” gibi Kürtlüğü savunmayı aşan fikirler oluşmaya başladı. Kitaplar bana renkleri kabul etmeyi öğretti, diyebilirim. Okuyup öğrenmediğin zaman saf bir milliyetçilikte kalıyorsun; okuyunca ise, hele de ezilmiş bir halkın evladıysan, karakterin seni sosyalist fikirlere götürüyor. 

 

 

Bu fikirler, sizi nasıl bir politik faaliyete yönlendirdi?

DEP, HADEP, DEHAP, DTP, BDP… İsimlerini unutuyorum artık. Kürt Özgürlük Hareketinin sürekli kapatılıp açılan partilerinde, hemen hemen her düzeyde çalışmalara katıldım. Yirmi yıla yakın bir süre farklı biçimlerde ve farklı düzeylerde, nasıl olursa, politik mücadeleye katkı sunmaya çalıştım. Yapmaya çalıştığım son işlerden biri, bir kütüphane açmaya çalışmaktı. 2.500 kadar kitap toparladım. Son gözaltı ve tutuklamada, bu kitaplar da bana karşı delil olarak kullanıldı. Polis ve mahkemeler, içlerinde yasaklı kitapların olduğunu söyledi.

“Son gözaltı” dediniz, çok defa mı gözaltı ve tutuklama yaşadınız?

Elbette. Bu, Türkiye’de politik muhalefete dahilseniz hayatın normal akışıdır. İki kez tutuklandım; birinde altı ay, diğerinde iki ay kadar cezaevinde kaldım; kaç kere gözaltına alındığımı bilmiyorum.

Buraya gelmenize de sebep olan son tutuklama nasıl gelişti?

Bizim köyde uzun yıllardır şehit düşen bir gerillanın mezarı vardı: Şehit Burhan Atbaş’ın. Onlarca yıl orada durdu, köylüler mezara baktı, devlet bir şey yapmadı. 2015’te çözüm sürecinin bozulması ardından, biliyorsunuz, Kürdistan’ın her yerinde mezarlıklara saldırılar gerçekleşti. Bizim köye de 2016 yılında bir anda 50 civarında özel tim askeri geldi. Köylüler korkmuştu; herkes evlerine kapanmış, perdelerini sıkıca kapatmışlardı. Ben yerimde duramıyordum. Mezara saldırılmasını nasıl kabul edersiniz? Her şeyi göze alıp evden çıktım, özel timlere doğru yürümeye başladım ve mezara zarar vermemelerini istedim. Detay vermeyeyim: Beni öldüresiye dövdüler, mezarı da paramparça edip çekip gittiler. Telefonla mezarın fotoğraflarını çektim ve sosyal medyada bu olayı duyurdum. Sonrası gözaltı, hapis, denetimli serbestlik.

Bunu takiben mi Almanya’ya iltica etmeye karar verdiniz?

Yok, sonra İstanbul’a gittim, orada da bir sene yaşadım ve bu sırada parti çalışmalarına katıldım. Başka gözaltılardan dolayı başka davalarım da vardı ve artık davaları karıştırmaya başlamıştım. Burada bir kez daha gözaltına alınıp bırakıldım. Haftalık olarak polise gidip imza vermek zorundaydım. İyice daralmıştım ve artık rahat hareket edemiyordum. Kalırsam başıma daha beter işlerin geleceği kesin görünüyordu. Yurtdışı yasağım olmasına rağmen çıkmaya karar verdim. Önce uzun süre İstanbul’da imza vermeden gizlenerek yaşadım, sonra bir yolunu bulup Yunanistan’a kaçtım. 15 Mayıs 2019 tarihinde Almanya’da iltica ettim.

İltica süreci nasıl ilerledi?

İlk olarak Bochum yakınlarında iltica ettim ama orada kalmama izin vermediler. Saksonya eyaletindeki Annaberg-Buchholz isimli küçük bir şehre yolladılar ve buradaki prefabrik bir evin bir odasında dört kişiyle kalmam gerektiğini söylediler. Çevrem daha çok Kuzey Ren-Vestfalya Eyaletinde olduğu için orada kalmak istiyordum ama yine de buraya yolladılar. Sonra Bonn’da bir iş buldum, Yabancılar Dairesi de orada çalışmama izin verdi ve gerekli olduğunda gidip gelerek Bonn’da çalışmaya başladım. Altı ayda bir Annaberg-Buchholz’a geliyordum ve bu sırada iltica sürecim devam ediyordu. Süreci takip etmesi için bir avukat da tutmuştum ve ağır aksak da olsa işler yoluna giriyor gibi görünüyordu. Gastronomide süresiz iş sözleşmeli bir iş de bulmuştum. Sonra hiç beklemediğim bir anda sınır dışı kararı geldi.

Nasıl oldu?

Annaberg-Buchholz’daki Yabancılar Dairesi, çalışmama izin vermiş olmasına rağmen, benim mülteci kampından izinsiz olarak ayrıldığımı iddia etmeye başladı. İlk şaşkınlık burada oldu. Bana izin vermişlerdi, üstelik süresiz iş sözleşmem vardı ve devletten hiçbir yardım almadan hayatımı kuruyordum. Bir gün bir mektup geldi, kimlik belgelerimi yeniden düzenlemek için Annaberg-Buchholz’daki Yabancılar Dairesi’ne randevuya çağırdılar. İş ile ilgili belgelerimde eksikler varmış, filan. Bir arkadaşım ve bu sırada bir araya geldiğimiz eşim ile birlikte, arabayla, biraz da geziye çevirerek yola çıktık. Avukatımın da hiçbir şeyden haberi yoktu. Meğer bana polis ile işbirliği içinde pusu kurmuşlar. Randevuya gittim, Yabancılar Dairesi’nde polisler geldi, bir anda bana kelepçeyi taktılar. Daha ne olduğunu bile doğru düzgün anlamadan beni polis arabasına bindirip Berlin’deki havaalanına doğru yola çıkardılar, eşim ve arkadaşı da bizi takip etti.

Ama sınır dışı edilemediniz. Ne oldu, tam olarak?

Uçağın önüne kadar geldik, artık kalktı kalkacak. Ben rahatsızlandım, nefes almakta dahi güçlük çekiyordum. Pilot yanımıza geldi, benimle görüşmek istediğini söyledi. “İyi değilim, ağır astım hastasıyım ve uçağa binmek istemiyorum” dedim. Pilot da beni alamayacağını söyledi. Polis beni tekrar alıp Annaberg-Buchholz’daki karakola götürdü. Orada bir gece nezarette beklettiler. Ertesi sabah, 17 Haziran günü, Dresden’de getirip hakim karşısına çıkardılar; hakim de beni sınır dışı hapishanesine yolladı. Önce doktora, sonra buraya, hapishaneye. Güvenlikçi bana yiyecek bir şeyler getirdi. Düşündüm, bu olan-biteni kabul edemeyeceğime karar verdim, güvenlikçiyi yeniden çağırdım ve “Bu bir politik eylemdir, yemeğinizi istemiyorum” diyerek açlık grevi yapacağımı ilan ettim.

 

Şimdi sürdürdüğünüz açlık grevine de o tarihte mi başladınız aslında?

Tam olarak öyle olmadı. Avukatımla görüştüm, bana kısa süre sonra yine hakim karşısına çıkacağımızı ve bunun iyi bir izlenim bırakmayacağını söyledi. Vazgeçmek konusunda ikna etti. Bunun üzerine önce vazgeçtim ama baktım, hem buradaki tutum insanlık dışı hem de genel olarak yaşadıklarım inanılır gibi değil, 24 Haziran’da yeniden başladım.

 

Sonra bir sınır dışı denemesi daha oldu ama yine başarısız oldu. O nasıl oldu?

17 Temmuz günüydü. Sabah tam 6’da, ben uyurken polisler hücreme girip beni dürterek uyandırdılar. sınır dışı edileceğimi, beni aramaları gerektiğini söylediler. Üstümdeki her şeyi çıkarıp beni çırılçıplak soyarak arama yaptılar. Sonra beni aşağıya indirdiler, arabaya bindirdiler, doğru Leipzig’deki havaalanına. Orada beni Türkiye’ye götürmek için sivil giyimli iki polis de geldi. Uçağa doğru yürüdük ama benim ayaklarım gitmek istemiyor, çünkü başıma gelebilecekleri biliyorum. Sürekli “Binmeyeceğim” diye tekrarlıyordum ama Almancam da yetmiyor, çaresiz bir durum. Uçağa üç metre ya kaldı ya kalmadı, bir demir direk gördüm, bütün gücümü toplayıp kafamı öldüresiye o direğe vurdum. O darbenin şişliklerini halen taşıyorum. Düşmüşüm, bayılmışım, sonrasını çok hatırlamıyorum. Ne kadar zaman sonra, tam olarak bilmiyorum, beni polis arabasına bindirip yeniden buraya, sınır dışı hapishanesine getirdiler. Hastaneye bile götürmediler. Ancak ertesi gün bir doktor geldi, olanları anlattım, “Haberim var” dedi, doğru düzgün tedavi bile etmedi beni, sadece ağrı kesici verdi.

 

Bu sırada açlık grevini de sürdürüyordunuz ve muhtemelen hem fiziksel hem de psikolojik olarak ağır baskı altındaydınız. Nasıl dayandınız?

Tabii, öyle. Halen de öyle. Buradaki her günüm psikolojik şiddet altında geçiyor. Dayanmakta güçlük çekiyorum. Burada birlikte kaldığım iki arkadaş var, onlar ellerinden geldiğince destek oluyor ama ne yapabilirler ki? Doğru düzgün doktor muayenesi de yok. Seni doktora götürüyorlar, doktor ne desen “Normaldir” diyor. İntihar girişiminde bulundum, ondan sonra bile ciddiye almadılar. Doktorlar da kendi doktorları; başka doktora gitmek istesen izin vermiyorlar; muayenede bile sürekli başında bir güvenlikçi bekliyor. Burası, seni yalnızca sınır dışı etmeye odaklanmış bir yapı.

İntihar girişiminde neden ve nasıl bulundunuz?

Başka bir yol görmediğim, bulamadığım için. Ne yapsam, ne söylesem, kimse ciddiye almıyor. Türkiye’de başıma gelenleri ve gelecekleri anlatıyorum, dinlemiyorlar; hastalıklarımdan bahsediyorum, umursamıyorlar. Ne yapabilirim? Elimde uyku hapları, ağrı kesiciler, duş jeli, şampuan ve diş fırçası vardı; iyice umutsuzluğa düştüğüm bir günde hepsini karıştırdım, içtim, kutusunu güvenlikçinin ayakları önüne attım. O tiksintiyi anlatamam. “Artık bitti” hissini anlatamam.

Sonra ne oldu?

Ben yarı baygın haldeydim, olan-bitene sanki dahil değilmişim de izliyormuşum gibiydi. Polisler hücreme geldi, beni hızlıca yere yatırdılar, ellerimi arkadan bağlayıp ters kelepçe vurdular. Beni koridora kadar sürüklediler. Dördüncü katta, en üst katta kalıyorum. İki polis ellerimden, bir polis ayaklarımdan tutup yaka paça asansöre götürdüler. Sağ bileğimin yerinden çıktığını sandım, o derece bir şiddetle yaptılar bunları. Asansörde beni yere attılar, ayakkabılarını görüyordum, artık böyle öleceğimi düşünüyordum. Aşağıda da böyle, yerde bekledim. Polis minibüsü geldi, onun da zeminine attılar beni, yine ayakkabılarını görüyordum. Kustum, kustuğumun içinde yatırarak götürdüler. Hastaneye gittiğimizi düşünüyordum, meğer mahkemeye gidiyormuşuz. Düşünün, beni o halde hakimin önüne çıkardılar. Nerede olduğunu bile bilmiyorum, muhtemelen Dresden’de. Gözlerimi orada yarım yamalak açtım, konuşmaya çabaladım. Ne halde olduğum, mahkeme kayıtlarından da herhalde görülebilir. Tekerlekli sandalyeye oturtmuşlardı ve iki elim de sandalyeye kelepçeliydi. Avukatım telefonla katılmıştı, bana bir şeyler sordu ama cevap verecek durumda değildim. O sırada benim içimde bir şeyler kopuyordu. Tercümanın “Cevap vermek istemiyor” dediğini duydum. Sonra beni tekrar buraya, hapishaneye getirdiler. 

Sonra hastaneye mi götürdüler?

Hayır, ne hastanesi? Beni burada tekrar hücreye attılar. Soğuk ter, bulantı, baş dönmesi, nasıl dayandım, bilmiyorum. Hala öleceğimi düşünüyordum. Akşam, gözlüklü bir doktor geldi, durumu tercüman aracılığıyla ne kadar olursa anlattım. “Durmadan kusuyorum” dedim. “Normaldir, vücudunun yabancı maddeleri atıyor” dedi.

Bu girişim ardından herhangi bir psikolojik ya da psikiyatrik destek aldınız mı?

Hayır, hiçbir şekilde almadım. Buranın müdürü, “Her intihar girişiminde bulunan psikolojik tedavi görecek diye bir şey yok” diyor.

 

 

Sınır dışı hapishanesinin koşullarından da bahsettiniz. İyice anlamak istiyorum: Burası nasıl bir yer, biraz anlatır mısınız?

Odam iki metreye üç metre gibi bir şey. İçeride bir yatak, bir klozet, bir küçük elbise dolabı, bir küçük masa ve bir sandalye var. Benim olduğum katta şu anda iki kişiyiz, kapıları bir anda kapatmazlarsa birbirimizi görebiliyoruz. Günde iki kez, bazen yarım saat bazen kırk dakika, havalandırma gibi bir yere çıkarıyorlar: Tel örgülerle kaplı küçük, safi betondan bir alan, oturacak yerler ve bir iki demir parçasından ibaret yalandan bir spor alanı var. Güvenlikçiler, sürekli, yirmi dakikada bir gelip ne yaptığıma bakıyorlar. Bu, korkunç bir psikolojik işkence. Bunu da öyle herkese yapmıyorlar. Politik biri değilseniz, mesela uyuşturucu bağımlısıysanız, sizinle çok iyi anlaşıyorlar; politik biriyseniz, konuşuyor ve itiraz ediyorsanız, sürekli gözlem altında oluyorsunuz. Üç vardiya güvenlikçiler geliyor. Özel bir şirketmiş, sonradan öğrendim. 

Sınır dışılar nasıl oluyor?

Bütün kapılar kapatılıyor. Ne zaman olacağı da belli değil. Bu belirsizlikle yaşamak çok kötü. Kuralsız biçimde, pat diye herkes hücresine sokuluyor, kapılar kilitleniyor. Sonra rap rap sesler geliyor, birinin odasına giriyorlar, bağırışlar, boğuşma gürültüleri duyuluyor, alıp götürüyorlar, bir süre sonra kapılar yeniden açılıyor. O sesleri duymak insanı mahvediyor. Ben bunu duymamızı özellikle istiyorlar, diye düşünüyorum.

Türkiye’ye gönderilirseniz başınıza ne gelir?

Hakkımda tutuklama kararı var. Beni tutup doğrudan hapse atacaklar.

Açlık grevinde hiçbir şey yemiyorsunuz ama ne içiyorsunuz?

Sadece şekerli çay, şekerli kahve ve su.

Nasıl dayanıyorsunuz? Dışarıda durumunuzu merak eden ve sizinle dayanışma içinde olmak isteyen insanlar var, onlara ne söylemek istersiniz?

Hepsine teşekkür ediyorum. Kürt’üm, direnmeyi öğrenen ve öğreten bir halkın mensubuyum. Yalnızca kendimi de düşünmüyorum; benden sonra da hiç kimsenin bu koşulları yaşamamasını diliyorum. Bu direnişi sonuna kadar sürdürmekte kararlıyım. Herkesin olan bitenleri her yerde anlatmasını istiyorum. Yabancı yerde olmanın, konuşamamanın da ağır bir yükü var. Sistematik psikolojik işkencenin ne olduğunu bu binada anladım. 43 gündür burada azap çekiyorum. Mültecilik, göçmenlik, tuhaf bir şey: Ardahan’ın bir köyünden buralara geleceğim, buraya düşeceğim, kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi ama olan bu ve bunu yaşayacağız. İnanın, artık “Bana ne olursa olsun” noktasındayım. Sonuna kadar direneceğim. Diyebileceğim budur. HABER MERKEZİ

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.