Hasta tutsakların 'Serhildan'ı
Dosya Haberleri —
- Metris'te bir hücrede üç kişi. Birinin iki eli yok, biri tekerlekli sandalyeye mahkum felçli, biri de ALS hastası, yatağa bağımlı. Yıllardır birbirlerinin elleri, ayakları, gözleri olan bu üç tutsaktan Serdal Yıldırım tahliye edildi. Soluğu tekerlekli sandalyeye bağımlı Serdal'ın yanında alıyorum. Daha ilk anda yeni bir şey öğreniyorum. Serdal'ın gerçek ismi Serhildan.
- Serhildan iki zıt duyguyu aynı anda yaşıyor. Bir yanda geride bıraktığı birbirlerinin eli ve ayağı olan arkadaşları, bir yanda dostları, ailesi, halkıyla buluşmanın sevinci. Serhildan, "6 yıl birlikte kaldık, ortak bir yaşamı paylaştık, birbirimize el ayak olduk. Anlatacak kelime bulmak zor. Abdulkadir çıktığımda yanaklarımdan öptü; Ergin arkadaş takıldı, bir daha gelme" diyor.
GÜLCAN DERELİ
Güne iyi bir haberle başlıyorum. Önce inanamadım, acaba doğru mu diye tekrar tekrar okudum haberi. Daha geçtiğimiz haftalarda 5 bölümden oluşan bir dosya haber olarak çalıştığım Metris R Tipi Cezaevi'nde aynı koğuşta bulunan 3 hasta tutsaktan biri tahliye edilmişti. Abdulkadir Kuday, ALS hastası, yatağa bağlı; Ergin Aktaş iki eli yok, akciğer hastası; Serdal Yıldırım tekerlekli sandalyeye bağımlı, felçli... Bu yıllardır aynı koğuşta kalan ve birbirlerinin eli, ayağı, gözleri olan üç tutsaktan Serdal Yıldırım nihayet tahliye edilmişti. Telefona sarılıyorum ve soluğu Serdal Yıldırım'ın yanında alıyorum.
Gerçek adı Serhildan
Daha ilk anda yeni bir şey öğreniyorum. Serdal'ın gerçek ismi Serhildan. Binlerce Kürt gibi onun da ismi kimliğe Serhildan değil Serdal olarak kaydediliyor. Serhildan'ın hikayesi de burada başlıyor zaten...
Yeğeninin evindeyim. Zılgıtlar çekiliyor, davul zurna çalınıyor, gözlerde kocaman gülümsemeler beliriyor... Serhildan şaşkın, hem sevinci hem de burukluğu gözlerine yerleşmiş. İki zıt duyguyu aynı anda yaşıyor. Bir yanda geride bıraktığı birbirlerinin eli ve ayağı oldukları arkadaşları, bir yanda sevdiği dostları ve ailesine kavuşmanın, halkıyla buluşmanın sevinci.
Serhildan hiç boş durmuyor, ev tıklım tıklım, arayanların ardı arkası kesilmiyor. Herkesin ilk söylediği ve üzüldüğü şey Serhildan'ın sağlığı ve aşırı kilo kaybı oluyor. O'nu dışarıda zorlu bir tedavi süreci bekliyor.
İki zıt duygu: Sevinç ve hüzün
Bu hengame biraz azaldığında Serhildan'la sohbet etme imkanı oluyor. O anlattıkça tıpkı onda olan iki zıt duygu benim de boğazıma düğümleniyor. Geride bıraktıklarının hüznü, kavuştuklarının sevinci... Bu sadece öylesine söylenmiyor, Serhildan anlattıkça neden böyle hissettiğini daha iyi anlıyorum.
Serhildan, iki arkadaşıyla yaşadıklarını anlatacak kelime bulamıyor. Bu O'nda bir duygu, bilinç, his ve hafıza olarak duruyor ama bu dolulukta bir kavram bulamıyor. İçinin acıdığı gözlerine yansıyor Serhildan anlatırken: "Hasta tutsakların nasıl yaşadığını, hangi koşullarda kaldığını ve yaşamını nasıl idame ettirdiğini, aynı zamanda nasıl bir moral ve nasıl bir yaşam perspektifiyle hayata tutunduğunu gerçekten kavramlarla ifade etmek çok zor. Ancak orada birebir yaşayıp görmek gerekiyor. O yüzden eli kolu olmayan arkadaşları, yaşı büyük olan insanlar, 80- 85 yaşındaki nenelerimizi, dedelerimizi hasta haliyle cezaevinde tutmak ahlaki ve vicdani olarak yanlıştır. Hasta tutsaklar üzerinden topluma mesaj verilmek isteniyor. Bir nevi bizi araçsallaştırıyorlar."
Tahliye sürpriz oldu
Tıpkı benim şaşırdığım gibi Serhildan da tahliyesine şaşırıyor, sürpriz oluyor. Aslında Adli Tıp Kurumu'na bile göre cezaevinde tutulmaması gereken ve yine aslında hiçbir şekilde cezaevinde olmaması gereken Serhildan yıllardır bırakılmıyordu. "Benim için de tahliye sürpriz oldu" diyen Serhildan, şöyle diyor: "Önce pişmanlık dayattılar, sonra adlilerin arasına almak istediler. Bedenimiz çürüse bile pişmanlık duymayız dedim. Pişman olacak bir durum söz konusu değildir. Biz Kürt kimliğimizden dolayı tutukluyuz. Birinci müdürün yanına götürüldüm bana Kürt sorunu var mı diye sordu, ben de var dedim. TRT Kürdi'yi örnek gösterdi, TRT Kürdi var diye anadilde eğitimden vaz mı geçelim dedim. Daha yaya geçitlerinde bile Kürtçe diline tahammül edemiyor ve kaldırıyorlar. Ben de bir Kürt olarak bundan rahatsızım. Demek ki hâlâ bir Kürt sorunu var dedim. Birçok soru sordu ve gereken cevabı verdim. Tamam dedi başka soracağım soru yok, ben de benim de başka diyeceğim yok dedim. Sonrasında kurul toplanmış, benimle ilgili tahliyeyi onaylamış ben de şaşırdım, beklemiyordum."
'20 metrede yaşamı paylaştık'
Sohbetimiz ilerledikçe Serhildan'ın boğazımdaki düğüm sayısı artıyor, benim de... Serhildan için en zoru arkadaşlarından ayrılmak olmuş. Birlikte yaşadıkları onca şey. Bu sıradan arkadaşlıkların paylaşımları değil. Bir nevi birbirlerinin uzuvları olmuşlar. Serhildan, Ergin'in elleri olmuş, Ergin Serhildan'ın ayakları; ikisi birlikte ise yatağa bağımlı Abdulkadir'in elleri, ayakları ve gözleri olmuş. İşte bu nedenle bedeninden bir parçayı geride bırakmış gibi hissediyor Serhildan.
Serhildan anlatıyor: "Açıkçası biraz duygusallaştım. Ergin arkadaşı nasıl bırakayım, Abdulkadir arkadaşın durumu böyle ne yapacaklar, ne edecekler diye düşündüm. Ergin arkadaş, 'sen bizi merak etme' dedi. 6 yıl birlikte kaldık, yeri geldi ben hastalandım başımda sabahlara kadar kaldı. O hastalandı ben sabahlara kadar başında kaldım. Bizim birçok arkadaşımız geldi, boyundan aşağı felçli Abdullah arkadaşı biliyorsunuz, birçok arkadaş gelip geçti, gerçekten çok zorluk yaşadık. Üzerimize çok geldiler. O yüzden aslında bir ortak yaşamı paylaştık, birbirimize gerçekten sahip çıktık. El ayak olduk. Mesela o elbiseleri ayaklarıyla yıkıyordu, ben de elimle alıp sıkıyordum. Diyelim domates yiyeceğiz o suyun önüne götürüyordu, kollarının arasında bana getiriyor bırakıyordu, ben de doğruyordum. Zamanımız böyle geçiyordu, gerçekten birbirimizden sıkılmadan eleştiri-öz eleştiri temelinde 6 yıl boyunca 20 metrekarede yaşadık, kolay değil. Bunu anlatmak yıllar sürebilir, aslında o yaşamı bir çırpıda anlatmak çok zor."
'2 yıldır yiyemiyorum'
İkramlar geliyor ama Serhildan hiçbir şey yiyemiyor. Nedenini şöyle açıklıyor: "Son iki yıldır mideden dolayı sorun yaşıyorum. O yüzden zaten bedenim zayıf düştü, kaslarım hep eridi, yüzüm çöktü. Diyet yemem gerekiyordu ona da imkan yoktu. Bir ara durumum çok kötü oldu, ne yediysem dışarı çıkarıyordum. Sonraları avukat Zelal ve Vedat arkadaşa söz verdim biraz zorlayarak da olsa yemeye çalıştım, o sayede toparladım. Bir tek patates midemi rahatsız etmiyordu. Diyet vermedikleri için Ergin arkadaşa yemek gelince içindeki bütün patatesleri ayırıp, salçasını yıkayıp bana veriyordu. Kızıyordum sen ne yiyeceksin diye bütün tanelerini bana veriyordu, o da bana kızıyordu zorla yediriyordu."