Hayali Frankfurt Okulu...

Dosya Haberleri —

Soydan Akay

Soydan Akay

32 yıllık tutsak Soydan Akay, kuşlarla diyaloglarını, Frankfurt Okulu hayalini gazetemize anlattı: 

  • Önderliğin kitaplarını gerçekten yeniden çok farklı bir şekilde dizayn etmek var kafamda. Resimleyerek daha kolay insanlara ulaşabilmesi için. Siyaset alanına, kültür-sanat alanına ilişkin de çok şey var kafamda. Frankfurt Okulu'na benzer bir şey oluşturabilir miyiz diye düşünüyorum. Çünkü çağımızın da en temel materyali Özgürlük Sosyolojisi ve Savunmalar'dır.

 

GÜLCAN DERELİ / İSTANBUL

30 yılı bir çırpıda anlamak da anlatma da zor. Ama elbette mesele sadece 30 yıl değil. 30 yılını veren zaten ömrünü de veriyordur. Esas mesele uğruna hayatını adadığın anlam ve felsefe. Hangi anlam, felsefe, dava ömür verecek kadar derin? Her şeyin bir zaman sonra toz bulutları arasına karıştığı düşünülen bu modern zamanlarda böyle bilinçli bir adanmışlığın temeli ne acaba diye düşünüyor insan. Biraz temelden bir "Kendini Bil" hikayesi bu. İnsanın hikayesi aslında kendini bilmekle başlıyor. Soydan Akay'ın hikayesi de öyle...  

Kendimle konuşma sihri

İnsan bir anda ben aydınlandım ve artık direniyorum diyemiyor. Her gün aynı şeye maruz kalıyorsun ve aslında her gün bir anlam üretmek zorundasın. O sürgülü kapıların her gün belli saatlerde açıldığı anlarda hep niye içeride olduğunu anlıyorsun. Siyasi tutsaklıkta kuşkusuz aslında ortada bir suç yoktur. Ama yine de tutsaksın. Peki neden? Dışarıdayken bir siyasi mücadele yürütmek başka, içerideyken başka. Çünkü her gün hangi amaçla, hangi anlamla orada olduğunu kendine kanıtlamak zorundasın. Soydan Akay da öyle yapıyor. 32 yılı geçen cezaevi sürecini anlam üretmeye adıyor, zorlanıyor, içinde fırtınalar kopuyor, toprağa basmak, geniş ufuklara bakmak istiyor ancak anlam ve onur olmadan neye yarar ki? Akay kendiyle konuşa konuşa kendini bulanlardan. 32 yılın 8 yılını tecritte tek başına geçiren Akay, nerede anlam arıyordu mesela? Yoğunlaşmaları nereye yöneliyordu? Akay'ın o içsel yolculuğunu merak ediyorum. 

Akay, anlatıyor: "Hücreye atılacağım gün sordum. Ne kadar tutacaksınız burada? Dediler ki Türkiye'de siyasi ortam değişmezse bırakmayacağız. Ben idarenin tutumundan kaynaklı olmadığını anladım. Peşinden de zaten avukat kısıtlama kararı gelince beni bırakmayacaklarını anladım. Arkadaşlarımın yanına hiç vermeyecekler. Yıllardır hep böyle kalabalık ortamlarda kaldım. Ondan önce sadece 2 ay yalnız tutmuşlardı. Sonra bu son 8 yıllık tecrit süreci başladı. Ben onu bir fırsata dönüştürmek istedim. Yazımsal planlamalar, günlük tutmak, müzik... Arkeoloji, tarih, mitoloji vb. öyle derinleşmeye çalıştım. Araştırma hayatımda epey not tuttum. Şimdi bu araştırma mantığı, bu öğrenme aslında tecride bir cevaptı. İkincisi felsefi olarak da derinleşmek istedim. Hani bir söz var. Felsefe yapmak yolda olmaktır diye. Benim için volta atmak en derinleştiğim zamanlardı. Derinleştim, özgürlük tutkusuyla uçar gibi hareket diyordum. Kendi kendinle konuşma sihrini yakaladım. Nietzsche'nin çok sevdiğim bir sözü var. “Ben ve kendim muhteşemiz” diyor. Kendimi böyle gerçekten bir konuşma içerisinde buldum. Hiç dikkatini dağıtan bir şey yok. Böyle kendimi yalnızlığa kaptırmadım. Kadın kimliği üzerine, toplumsallık üzerine, felsefe üzerine, etimoloji, mitoloji üzerine düşündüm. Bu muazzam bir ruh verdi bana. Güç alacağım o kadar çok değer vardı ki."

 

 

Psikolojik savaş

Siyasi tutsakların mağdur gösterilmesini doğru bulmuyor Akay. Bu ezilmişlik psikolojisini kabul etmiyor. Hastalıklarını bile söylemek istemiyor. Şöyle diyor: "Birincisi benim yaklaşımım hiçbir zaman hapishanede mağduriyet ve mazlumiyet edebiyatı yapmak olmadı. Çünkü devrimci insanlarız. Birçok arkadaş da öyle. Sorunlar yaşıyoruz, sağlık sorunları yaşıyoruz. Başka sıkıntılar yaşıyoruz. Bunun basına yansıtılmasını istemedim. Şunu söyledim. Dışarıda halkımızın yaşadığı çok daha sıkıntılar, sorunlar var. İkincisi, İmralı tecridi ortada dururken ben nasıl kendim tecritteyim diyebilirim. Ben ailemle görüşüyorum, İmralı'da yıllardır görüşmüyorlar. Oradan aldığım bir güç var. Haberler hep psikolojik savaş etkilidir. Ben zaten onların hepsinin Önderliğe karşı yürütülmüş olduğunu biliyorum. Asıl savaş orayladır. Hep öyle yorumladım. Hiç hapishane de değilmiş gibi, dışarıdaymış gibi yaşamaya başladım. Üstten talimat vermişler. Bir yıl boyunca benim psikolojimi bozacak şekilde gece kapıyı-düğmeyi aç kapat, aç kapat yapıyorlar. Uyutmuyorlar. Hiçbiriyle tartışmadım. En son müdüre yazdım. Bir yıl böyle uğraşıyorsunuz. Ayıptır bak ben böyle oyunlara gelmem. Personelle de tartışmak istemiyorum. Sorunu çözün diye. Çözdüler ama bir yıl sonra. Abime gelip demiş Soydan derviş gibi adam gerçekten. İlk defa böyle bir dilekçe yazıyor demiş müdür. O personelin hepsi değişti. Bana karşı düşünceleri değişti. Çünkü talimatla çalışıyorlar. Bunun da mantığı öyle basit değil. 2016'da İngiltere'de, İspanya’da Adalet Bakanlıklarıyla görüşmüşler. ETA ve İRA’ya karşı siz nasıl başarılı oldunuz diye? PKK'li tutsaklara, siyasi tutuklara karşı biz nasıl başarılı oluruz diye. Onların yöntemlerini almışlar, getirip Türkiye'de uyguluyorlar. Onlardan bir tanesi benim. Uzun süre avukat görüşünde biz ne konuşuyorsak, dinliyorlar, kaydediyorlar. Not alıyorlar. Ben rahat, özgür hareket ettim. Siyasi düşüncemi hiçbir zaman gizlemedim, sakınmadım."

Ne pişmanlığı ben devrimciyim

Şimdilerde cezaevinde en büyük işkenceler, eskisi gibi fiziki değil psikolojik işkenceler. Akay, bunlarla nasıl baş ettiğini anlatıyor: "Sen pişman mısın, değil misin, diye sordu cezaevi psikoloğu. Ben devrimci bir insanım dedim. Niye pişman oluyorum ki, siz benden nasıl bir şey bekliyorsunuz? Yani size  gelip yalvaracağımı mı düşünüyorsunuz? Ne yaparsanız yapın buna katlanacağım dedim. Çok zoruna gitti. O günden sonra tavrı bana hep olumsuz oldu."

Tam burada Anne Akay araya giriyor. Pişmanlık yasasının basına yansımasıyla kendisine gelen akrabalarının oğlunun isterse pişmanlıktan faydalanıp çıkabileceğini kendisine söylediğini anlatıyor. Ancak anne Akay, tavrını "Gözaltı sürecinde 15 gün elektrikli işkenceden tut her türlü işkenceye maruz kalmış yine pişman olmamıştır. Oğlum onuruyla kalacak. Canı sağ olsun, ne kadar tutuyorlarsa tutsunlar gidip, geliriz. Pişmanlık yasasını kabul ederse onu evlatlıktan reddederim" diyerek anlatıyor. Soydan Akay, bu tutumun ona büyük güç verdiğini, annesiyle gurur duyduğunu söylüyor. 

 

 

Kuşlar, karıncalar...

Cezaevinde doğa özlemi bambaşkadır ve insanın en çok aradığı şeylerden biridir diye söylenir. O yüzden içeride börtü böcek, kuş, bitki, doğaya ait her şey hayalleri canlandırır, dünya ile bağlantı noktası olur. Soydan Akay, küçük hücrelerine sızan bu canlıların nasıl hayatlarına renk kattığını anlatıyor: "Silivri kuş-serçe cenneti. Oraya serçe sarayı deniyor. Serçeler yuva yapar. Hepsini izlemişim. Onların ne zaman geldikleri, hangi havayı takip ettikleri, nasıl yuvalarını yaptıkları, nasıl eşleştikleri. Yuva yaparken getirdikleri çiçekler vardı. Müze diye bir defter tuttum hücrede ve hepsini arşivledim. Kuşların kanatlarını, bazen yere düşen kelebekleri… Bir de bazı kuşlar yavrularını düşürüyordu, onları büyüttüm, hepsinin ismi de var. Jiyan'dan tut, Arin'e kadar... Bir gün küçük bir kuş düştü önüme. Onu böyle avucumda günlerce tuttum, kanatları çıktı. Yaşadığı için adını Jiyan koydum. Bir süre sonra gitti geri geldi, pencerenin önüne dışarıdan bir tane kurdele gibi bir şey getirdi. Diyorum ki Jiyan, benimle evlenmek istiyorsun değil mi? Ya diyorum bir de kurdele getirmiş... Bir türlü gitmiyor. Akşam olunca geri geliyor. Öyle alışmış ki, havalandırıyorum, gidiyor, geliyor. Bir gitti 4-5 saat kayboldu, sonra geri geldi. Üçüncüsünde gitti bir daha gelmedi. Onların hepsinin öyküsünü yazdım. Karıncalar... Karıncaların da bir öyküsünü yazmıştım..."

 

 

Hayali bir akademi

Hayalini kurduğu şeylerden de bahseden Akay'ın en büyük hayallerinden biri köyüne gitmek. Anne Akay, araya giriyor ben oğlumu götüreceğim diyor. Sonrası hayalleriyle ilgili Akay, şöyle devam ediyor: "Özellikle Önderliğin kitaplarını gerçekten yeniden çok farklı bir şekilde dizayn etmek var kafamda. Resimleyerek daha kolay insanlara ulaşabilmesi için. Siyaset alanına, kültür-sanat alanına ilişkin de çok şey var kafamda. Benim yazdığım bir şarkı var, Çarçella diye. 20-25 yıl önce göndermişim hala duruyor. Kardeşim Hakan'la konuşuyorduk. Hakan hep diyor gel stüdyo hazır, sen söyle. Her şeyi hazırlamış. Böyle kafamda birkaç projeden bir tanesi de çok geniş bir kültür merkezi. İçerisinde Siyaset Akademisi'nin olduğu bir merkez. Orada insanları yetiştirebileceğimiz, hem siyasete hem kültür-sanata imkan sunabilecek bir ortam oluşturmak. İnsanların oradan beslendiği bir yer. Frankfurt Okulu'na benzer bir şey oluşturabilir miyiz diye düşünüyorum. Çünkü çağımızın da en temel materyali bana göre Özgürlük Sosyolojisi ve Savunmalar'dır. Onları biz gerçekten nasıl yayabiliriz? Bunların hepsini not almışım çıkınca bunlar da yapılmalı, bunları da tartışmalıyız diye. Yeni bir anlayışa ihtiyaç var." 

 

 

Üç ev var en doğru olanı cezaevi

Soydan Akay, uzun süre İmralı'da kalan Çetin Arkaş ve Nasrullah Kuran’ın kendisine anlattığı Abdullah Öcalan'ın bir örneğini hiç unutmadığını söylüyor: "Heval Çetin ve Nasrullah dedi ki bir kadın arkadaş Önderliğe mektup yazmış. Çok zorlanıyoruz biz diye. Başkan da demiş ki arkadaşa cevap yazın. Deyin ki üç tane ev var. Biri genel ev. Biri özel ev, biri de cezaevi. Bu üç ev düzeni içerisinde şu anda en anlamlı olanı, en doğru olanı cezaevidir. Öyle kendini moralsiz, çaresiz göstermesin. Yani demesin ki dışarıdaki yaşam buradakinden daha değerlidir. Şimdi o söz beni çok etkiledi gerçekten. Anlam gücünden yoksunluk olabilir, bir hedefsizlik olabilir. Çünkü orada bir gerekçe olmasa yaşayamazsın ki. Anlam üretemezsen, yoğunlaşamazsan, düşünemezsen, orada nefes almak mümkün değil" diyor. 

 

Soydan Akay, kardeşleri Hakan ve Türkan

 

Kimse kimseye selam vermiyor!

Konu konuyu açıyor, röportaj sohbet havasında devam ederken derinleşiyor, derinleştikçe onca yılın birikimini paylaşması bize de çok şey katıyor. İnsana kendisini sorgulatıyor. 32 yıldan sonra dışarı çıkarken ne dikkatini çekti, acaba ne farklıklar gördü diye soruyorum. Anlattığı şey, biraz kalbime dokunuyor: "Yer yer eve giderim demek yine koğuşa gidelim diyorum. Annemle volta attık geldik diyorum. Kavramlar henüz hapishane kavramları. Hapishaneye hiç girmemiş gibiyim ama bazı kavramlar dil alışkanlığı. Ya diyorum ne hapishanesi ya? Ne koğuşu? Eve gidiyoruz, eve. Koğuşu unut tamamı mı? Bir de orada alışmışız kimi görürsek selam veriyoruz. Hal hatır soruyoruz. Yolda giderken iki kadın öyle duruyordu, karşılaştık, yanlarından geçiyoruz. Hakan önce geçti. Ben de geçerken merhaba dedim. Baktım kadınlar böyle bana tuhaf tuhaf baktı. Hakan inşallah dayak yemezsin dedi. Soydan öyle şeyler yapma, dayağı yersin dikkat et. Yanında dua et erkek yoktu dedi. Ya dedim hiç kimse kimseye selam vermiyor. Kimse birbirinin yüzüne de bakmıyor. Böyle herkes kulağında bir şey var yürüyor. Ya cep telefonlarına bakıyorlar. Ben de dedim kadınlar öyle durmuştu merhaba dedim. Biz karşılaştıklarımıza merhaba deriz, bunda ne var?"

 

 

 

***

'Kendimizi sürece hazırlamalıyız' 

Son olarak yeni sürece dair ne düşündüğünü soruyorum Soydan Akay'a. Şöyle anlatıyor: "Demokratik siyaset yüzyılındayız. Ve bu gelişecek. Tabii zaten ulus devleti savunmuyoruz. Gerçekten hissediyordum. Önderliğe ilişkin çok rüya görüyordum. Hepsini günlüklerime yazmışım. Şimdi yakından tanıma imkanım olduğu için ayrıca çözüm önerilerini okuma fırsatım olduğu için bir fırsat oluşursa Önderliğin çıkış yapacağını biliyordum. Yeter ki bir fırsatı olsun. Bunu hareketi tanıyan, Önderliği tanıyan herkes bilir. Dolayısıyla bu süreç benim açımdan böyle şok edici yeni şeyler bağrında barındırmıyor. Tam tersine 99'da bitirilmiş bir savaştır aslında bu. Bu savaşın uzun sürmesinin sebebi devlet içerisindeki güç odaklarının çatışması, emperyalizmin Ortadoğu’daki durumu ve aslında uluslararası komplonun niteliği. Yazdığım bir yazıda şunu söyledim. Eğer ki Türkiye emperyalizme karşıysa, İsrail'in Ortadoğu'daki politikalarına karşıysa Önderlikle görüşecekler. Dolayısıyla devletin de idrak ettiğini düşünüyorum. Önderlik silahları kafada çoktan bırakmıştı. Savunmaları okuyan herhangi bir insan bunu çok açıkça görebilir. Bir tek şey var, özsavunma. Her zaman vardı, hala da olacak. Bir toplum hayatı tehlikeye girdiğinde, varlığı da tehlikeye girdiğinde kendini savunmak zorundadır. Silahların bırakıldığı gün televizyonu açmamıştım. Temizlik yaptım. Saat 9'da açtım. O gün benim de tahliye edilip edemeyeceğime dair karar günüm. Bir baktım PKK fesih kararnamesi açıklanmış. Şimdi aslında 11 Mayıs’ta bekleniyor ya, 11 Mayıs benim oraya götürüldüğüm gündür. 8 yıllık hücrenin başlangıç günüdür. Aslında benimle ilgili karar verilmesi gereken gün 11 Mayıs'tır. Ama tatil olduğu için 12'ye bırakıyorlar. Fesih kararına denk geldi, ben kendi kendime dedim ki ya arkadaşlar bana bir sürpriz yapmışlar. Bu tarihsel kararı benim tahliye kararımın olduğu güne denk getirmişler. Önderlik bir hamle yapmışsa o büyük bir bilinçle yapmıştır. Ve bu süreci sahiplenmeliyiz. Doğru anlamalıyız. Kendimizi bu yeni hamleye nasıl katılabiliriz? Benim tutumum bu."

Soydan Akay, 17 Ağustos 1993 yılında girdiği hapishaneden 12 Mayıs 2025 tarihinde çıktı. BİTTİ

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.