İki ülke, iki belediye, iki seçim

Veysi SARISÖZEN yazdı —

  • Kurdistan’da yerel seçimlerdeki HEDEP’in zaferi ve metropollerde artan oyları “Kayyımcı sömürge egemenliğine” son vermenin yeni bir başlangıcı olacak.

Hep diyoruz ya, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde iki ülke var: Türkiye ve Kurdistan. Öyle olunca hepsi aynı kanunlara bağlı olsalar da, kanunen yetki ve sorumlukları ile yapacakları işler aynı olsa da,  aynı seçim kanununa göre seçilmiş olmalarına rağmen, Türkiye’deki belediyelerin manası ile Kurdistan’daki belediyelerin manası taban tabana zıttır. Önce Türk belediyelerine bakalım:

Türkiye’de belediyeler, “yol, park bahçe, su, doğal gaz, inşaat, sokak, kaldırım, çöp” gibi işleri yapan devletin birer “taşeron firmasıdır.” Devlet bu firmanın yönetimini ihaleyi kazanana değil, yerel seçimi kazanan partinin adayına verir. Halk egemenliğiyle ilgili hiçbir görevi, sorumluluğu ve yetkisi yoktur. Her ne kadar siyasi partiler bu belediyelerde yönetimi almış olsalar bile, belediyeler Türkiye’de resmen siyaset dışıdır. Öyle olduğu için devletin başındaki adam, muhalif belediye başkanını “siyasete burnunu soktuğu zaman” fena halde suçlar. “Sen işine bak” der. Belediye başkanlarını “çöpçü” olarak gördüğü için, aynı adam her on konuşmasından birini “muhalif çöpçüyü” eleştirmeye ayırır: “İstanbul çöp kokuyor.”

Türkiye’de belediyeler, kendi paylarına düşen vergilerle işlerini yaparlar. Bu işleri elbette kendileri değil, o işleri ihaleyle verdikleri şirketler yapar. Öyle olunca partiler açısından belediyelerin önemi yapılacak işten çok bu ihalelerden kaptıkları paylardan dolayıdır. Buna malum “yolsuzluk” deniyor. İktidardaki partinin belediyesi “yolsuzluğu” yağmaya dönüştürür. Muhalefetin belediyesi iktidarla iyi geçiniyorsa nispeten daha çapsız yolsuzlukla yetinir.

Kimin ne kadar yolsuzluk yapacağını devlet denetimi tayin eder.

Halk yerel seçimlerde oy verir, evine döner. Her biri Avrupa’daki kimi devletlerden büyük araziye ve nüfusa sahip bu belediyelerin yönetimine halkın katılımı ve denetimi imkansızdır. Bu belediyeler “yerel yönetim” gibi görünse de tıpkı devlet gibi “yerelde merkeziyetçidir”, genelde merkeziyetçi devletin, merkezden yönetilen her hangi bir devlet kurumudur. Tek parti döneminde bu durum ayan beyandı; valiler aynı zamanda belediye başkanı idi. Şimdi “demokrasi var ya”! Vali başka belediye başkanı başka gibidir. “Gibidir” çünkü vali polise, jandarmaya hükmeder. Kanun ne derse desin kanun-u mutlak İçişleri Bakanı’nın memuru olan Vali’dir. Şu İmamoğlu kaç defa İstanbul Valisi tarafından istiskal edildi, ben sayısını unuttum.

Özetle, durumun gülünçlüğünü abartarak anlatacak olursam, yerel seçimler “çöpçümüz kim olsun” seçimleridir. Milyonlarca şehirliden biri olan adayın “hakiki bir çöpçü” olup olmadığını halk nereden bilecek? Ne çıkarsa bahtına.

Böyle olunca yerel seçimler yapılsa da olur yapılmasa da diyebilirim. Çünkü bu seçimleri hayat memat meselesi sayanlar “ihalelere” girecek olan para babaları ile, o partinin üyesi olup, kapağı birkaç bin kişilik işyerine torpille atma umudu taşıyan “ulusalcı” ya da “dinci” işsizlerdir. Halk için ise, şehirdeki hayatın iyileştirilmesi önem taşır. Bu durumda “yerel yönetim adı altındaki taşeron firmanın” yönetimine seçim yerine , tayinle “en yetenekliler”in gelmesiyle, en yeteneklilerin seçimle gelmesi arasında hemen hemen fark yoktur. İşin beter yanı, seçimle en yeteneklinin yerine en demagogun, tayinle de en yeteneklinin yerine devlete en sadık olanın gelmesi kuraldır. Yani değişen bir şey yok.

Bir de bu manzaraya faşist diktatörlüğü eklediğiniz zaman, Türkiye’de yerel seçimlerde oy kullanmaya değmez bile demeniz hakkınızdır.

Diyeceksiniz ki Türkiye’de yerel seçimlere asılmak muhalefet partilerinin oylarını arttırır, oyları artınca da Erdoğan rejimi devrilir. Aklınızla bin yaşayın. İstanbul seçiminde muhalefetin oyları arttı da ne oldu? Oyları o seçimde artan CHP’ye bakın, onunla ittifak yapan İyi Parti’ye bakın, bir de son genel seçime bakın; “artan oyun” faso fiso olduğunu görürsünüz. Şunu anlarım: Diyelim ki muhalefet bu yerel seçimi bir “referanduma” çevirirse, farklı partilerin, ister ittifak yapsınlar ister yapmasınlar, toplam oylarını yüzde ellinin üstüne çıkarırsa, çıkardığı zaman derhal “erken seçim” diyecek olursa, kabul görmeyince “meşruiyetin yok, TBMM’den çekileceğiz” ültimatomunu verirse…Yerel seçim Türkiye’de de müthiş bir siyasi anlam kazanır. Bunun dışında olsa da olur, olmasa da.

“Hoca, Türkiye’yi anlattın da Kurdistan’da yerel seçimin önemi ne?” diye soracaksınız. Çok kısa anlatayım. Çünkü çok basit. Ve zaten hepiniz biliyorsunuz.

Kurdistan’da yerel seçim değil, Mart sonunda “genel seçim” yapılacak. Şu belediye başkan adayı mı, yoksa bu belediye başkan adayı mı değil. AKP mi HEDEP mi? Göçe zorlanmış olan metropollerdeki Kürt seçmenler de, Kürt halkının iradesini kendi partilerine verdikleri oylarla ilan edecek. Kurdistan’da yerel seçimlerdeki HEDEP’in zaferi ve metropollerde artan oyları “Kayyımcı sömürge egemenliğine” son vermenin yeni bir başlangıcı olacak. Özgür Öcalan’la özgür olacak Kurdistan’ın…Özgür Kurdistan’la demokratik cumhuriyet olacak Türkiye’nin…

Yani mesele Kurdistan’da “çöpçülük ve kaldırım mühendisliği” yapmak değil. Kürt halkının alçakça lekelenen namus, şeref ve haysiyetini belediyelerin bayrağına o şehir ve ilçenin evladı olan şehitlerin kanlarıyla yazmak meselesidir.

O zaman evlerdeki her çöp tenekesinin toplanması, sokaklardaki kaldırımların engellilere bir metrecik imkan vermesi ve belediye tabelalarına yeniden Kürt dilinde “belediyemiz” denmesi büyük bir değer kazanacak.

Ve bu belediyeler Türk idari sisteminin dışına çıkarıldığında, her belediye sokak ve mahalle meclislerinin toplamından oluşan fiili konfederalist özerkliğe kavuştuğunda, dağlardan Kurdistan’ı seyreden gerillalar iki operasyon arasında rahat bir uyku çekecek.

Ve…paralı askerlerin uykusu kaçacak…

Bakırhan’ın son konuşmasında “yerel seçimlere kendi adaylarımızla gireceğiz” sözlerinin anlamı işte bunlardır.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.