İktidarların asimetrik işkencesi ve açlık grevleri

Sara AKTAŞ yazdı —

  • Hapsedilenler için tecrit ise en genel çerçevede, hapsedilenin iki kere kapatılmasıdır. Tecrit, hapsedilenin sosyal varlığına bir saldırıdır, zira bireyin benlik bütünlüğüne zarar vermektedir. Tecridin amacı hapsedilenin, direnişini kırmak, yalnızlaştırmak sindirmek ve bu yolla siyasi olarak yoketmektir.

Cezaevlerindeki siyasi tutukluların, 27 Kasım 2020 itibariyle 'Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerinde süreklileşen tecridin sonlandırılması” ve kendilerine yönelik artan hak ihlallerini de protesto amacıyla başlattığı süresiz dönüşümlü açlık grevi sürüyor. Gruplar halinde beşer gün boyunca sürdürülen eylem 100’den fazla cezaevine yayılmış ve eyleme katılan tutsakların sayısı binleri aşmış durumda. Aynı taleple Mexmûr Kampı’nda kadınlar öncülüğünde 18 Aralık 2020’de başlatılan açlık grevi ve Yunanistan’ın Lavrio Kampı’ndaki açlık grevi de sürüyor. Peki bu direnişler nasıl bir felsefi arka plana dayanıyor? Nasıl bir zulme karşı gelişiyor? Bizim için neyi ifade ediyor?

Kuşkusuz hapsedilmenin tarihi iktidarların işkence tarihi olduğu kadar her yönüyle kapatılanların direnişi üzerinden de okunabilecek bir tarihtir. Zira en nihayetinde tanımı ve kapsamı her ne olursa olsun, siyasi suç daima iktidarı hedef almıştır. Tersten bir okuma ile iktidarın toplum üzerindeki siyasi menfaatlerini tehdit eden her türlü eylem siyasi suç olarak tanımlanmıştır. Bu bakımdan hapsedilenlerin bedeni, Foucault’un Hapishanenin Doğuşu’nda belirttiği üzere işkencecilerin ve cellatların, egemenin gücünü pratik ettikleri yerdir. İktidarların üretim, egemenlik ve toplumsallaşma sistemleri, temelde, bedenlerin kontrol altına alınması çabasıdır. Daha net olmak gerekirse, uysal, itaatkâr ve yararlı olmaları için bedenlerin ve zihinlerin hem denetim altına alınması hem de eğitilmesi çabasıdır. İktidar tarafından uygulanan ise ceza içinde çeşitli cezalandırma yöntemlerini içeren işkencedir. Bu anlamda, işkence, iktidarın kudretinin sergilendiği, kamuya açık törensel bir ritüel, bir nevi intikamdır. İşte siyasi tutsakların cezaevlerinde sürdürdüğü açlık grevi direnişi öncelikle egemen iktidarın kudretine karşı sergilenen köklü bir mücadele geleneğine dayanmaktadır.

İnsanı hayatın köklerinden koparan ve olaylara yabancılaştıran hapsedilmenin koşullarını anlamak ya da onu yaşamak, tanıklık etmek yaşa­mı yararak içine yerleştirilmiş bir ölüme benzese de tarih boyunca idealleri ve fikirleri dolayısıyla cezalandırılan, hapsedilen kişiler onu yenmenin çeşitli yollarını da hep bulmuşlardır. Kuşkusuz sınırlandırılmış ve acı ile yoğrulmuş mekanları yaşayanlar, o mekanları bir direniş mekanına dönüştürerek üstesinden gelmiştir. Kapatılan mekan, hapsedilene, ona ölümün çeşitli ver­siyonları yaşatılacak biçimde acı ile donatılır, insanın kendi ideallerinin inkarını yaşaması sağlanmaya çalışılır. Ve elbette o kişiler ne kadar direnişçi bir kimlik taşıyorsa çekilecek acı envai yöntemlerle daha katmerli bir hale getirilir. Bu bakımdan hapsedilme gündelik dehşeti içinde hiç aman vermeden sürdüğün­de, yaşam sürekli ilerleyen siyasal ve ideolojik bir ölüm haline getirilmek istenir. İşte siyasi tutsakların açlık grevi direnişi geliştirilmek istenen bu siyasal ölüme karşı bir direniştir.

Hapsedilenler için tecrit ise en genel çerçevede, hapsedilenin iki kere kapatılmasıdır. Tecrit, hapsedilenin sosyal varlığına bir saldırıdır, zira bireyin benlik bütünlüğüne zarar vermektedir. Tecridin amacı hapsedilenin, direnişini kırmak, yalnızlaştırmak sindirmek ve bu yolla siyasi olarak yoketmektir. Başka bir deyişle, tecridin etkileri ile kişiliği yıkılan bireyin yerine, baskın ideoloji ve sisteme başkaldırmayan yeni bir kişilik inşa etmektir. Dolayısıyla siyasi hapsedilene uygulanan fiziksel şiddet çok yavan kaldığında ve işlevsel olmadığında, psikolojik şiddet boyutunun kurumsallaşması, sistemli ve sürekli hale getirilmesidir tecrit. Diğer bir deyişle tecridin amacı, kişiyi yalıtmak, toplumdan uzaklaştırmak ve bir otoriteye tabi kılmaktır. Louis Althusser’ci anlamda, hapishanede tecrit, devletin yalnızca baskı aygıtı olarak değil, ideolojik aygıtı olarak da iş görmektedir. Zira hapishaneler, hapsedilenin iktidarı hedef alan ideolojisinin aşındırılıp resmi ideoloji doğrultusunda yeniden şekillendirildiği mekânlar yapılmaya çalışılmaktadır. Dolayısıyla hapsedilen için tecrit, tecrit içinde tecrittir. Psikolojik bir işkencedir. İşte cezaevlerindeki direniş tecrit içinde geliştirilen bu tecrite karşı insani bir direnme tutumu, insan toplumsallığını savunma tavrıdır.

Sonuç olarak diyebiliriz ki sonucu her ne olursa olsun açlık grevleri insan kalmanın, inançlarına tutarlı kalmanın toplamını ifade etmektedir. Açlık grevleri, iktidarın güç gösterisine direnenlerin kendi bedeniyle iradi bir meydan okumasıdır. Açlık grevleri, talepleri bağlamında, kişinin sadece kendi haklarını savunusu değil, toplumsallığın savunusudur. Dolayısıyla yaşanan direnişleri kendi direnişimiz olarak görmek zorundayız. Yaşanan direnişleri kendi varlık savunumuz olarak görmek zorundayız. Yaşanan direnişlerin destekçisi değil, öznesi olmak zorundayız. Kuşkusuz bu bizim de insan kalmamızın yoludur! Bizimde tutarlı kalmamızın yoludur! Bizimde rahat nefes almamızın yoludur!

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.