İsmail Beşikçi'nin anısını onurlandırmak

Forum Haberleri —

.

.

  • Beşikçi hiçbir zaman PKK’li olmadı. Bunu PKK kadroları da kabul etti. Onu dev gibi bir insan, bir idol olarak gördükleri zamanlarda da Beşikçi, PKK’yi eleştiriyordu. Bu eleştirileri yoldaşlık ilişkisine dayanarak yaptı, üslubunu korudu. Bununla birlikte PKK’liler onu bir büyükleri olarak gördüler. Fikirlerine her zaman kıymet verdiler. Hatta öyle ki, eleştirilerinin boyutu saldırıya, Güney Kürdistan’daki aşiret ağalarının halktan güç yoluyla gasp ettiği mülkünün savunuculuğuna dönüşene kadar saygı çizgisini korudular.

 

CEMAL SARI

İsmail Beşikçi’nin geçtiğimiz günlerde yayınlanan bir yazısında açık bir şekilde KDP’ye, PKK’ye yönelik gerektiği takdirde savaş seçeneğini önermesi kendisi ve fikirleri üzerine bir tartışmanın başlamasına sebep oldu. Beşikçi’nin ezelden beri PKK’yle bire bir aynı fikirleri savunmadığı, hatta eleştirisini sakınmadığı bilinir. Ancak her zaman bu ilişkiler yoldaşlık çerçevesinde olmuştur ve bu mesafe korunmuştur. Beşikçi gerektiği takdirde Kürtlerin kendi içerisindeki tartışmada hakemlik vazifesi üstlenmiş, PKK’ye ve Önderliğine yönelik mesnetsiz iddialara karşılık PKK’yi savunur bir konuma düşmüş olsa da bundan gocunmamıştır.

Beşikçi’nin, “PKK Üzerine Düşünceler” adlı kitabında yer alan görüşler ve mektuplarda düşmanca tutumlara karşılık PKK’yi nasıl dostane bir biçimde savunduğu, eleştirirken de bu ilişkiye dayanarak eleştirdiği bilinir. Savunmaktan kasıt şudur: Beşikçi, Kürdistanlılar arası tartışmalarda bir nevi “ağabey veya hakem3 olarak görülür; örneğin, Rizgarî liderlerinden İbrahim Güçlü’yle yürüttüğü tartışma bu minvaldedir. Güçlü, Beşikçi’ye yazdığı mektupta tıpkı bugün bizzat Beşikçi’nin yaptığı biçimde PKK’nin Kürt düşmanı bir hareket olduğunu söyler, Abdullah Öcalan’ın ise ‘ajan’ olduğunu hakaret cümleleriyle belirtir. Beşikçi’nin ise PKK’nin oyununa geldiğini, birbirlerine yakın bir konumda olmalarının sebebinin menfaatler olduğunu vurgular. Beşikçi’nin fikirlerinden hoşlanmadığını belirtir ve ithamlarını “Kürtler arası tartışmaya karışma” boyutuna vardırır. Beşikçi’nin ona yanıtı ise şöyledir:

2. PKK ve PKK Genel Sekreteri Abdullah Öcalan hakkındaki düşüncelerine, suçlamalarına hiç katılmıyorum, bu konuda tartışmayı da gereksiz görüyorum. (...).

3. Biz PKK’yi eleştiriyoruz. Sözlü olarak, yazılı olarak bu eleştirileri sürdürüyoruz. Onlar da bizleri eleştiriyorlar. Fakat PKK düşmanla savaş halinde, sıcak savaş içinde olan bir harekettir. Bu süreçte O’nun etkinliğinin artmasını ve yaygınlaşmasını, PKK’nin büyümesini de istiyoruz. Bu bakımdan PKK’yi gelişigüzel eleştiremeyiz, PKK’nin hangi zeminlerde ve nasıl eleştirileceği bizimle ilgili bir sorundur”.

Eleştirdiğine benzeşmek

Beşikçi’nin bu savunuyu yaptığı noktadan, günümüzde PKK’nin daha yoğun bir saldırı altında olduğunu, haliyle PKK ve Kürdistanlılar açısından daha yakıcı ve olağanüstü bir durumun yaşandığını söylemek herhalde hakkaniyetli bir tutum olur. 2015’ten bu yana “Çöktürme Planı” adı altında Kürdistanlıların tüm kolektif örgütlenme alanlarının ortadan kaldırılmasına yönelik savaş politikası izlenmiştir. Bu savaş politikalarından güç alan ve son aylarda kendisini ‘Kurdî’ olarak tanımlayan kimi kişiler ve kesimlerce Kürdistan Özgürlük Hareketi’ne yönelik itibarsızlaştırma çabalarına talihsiz bir biçimde Beşikçi de katılmıştır. Kendisi bir anlamda, üslubunu da göz önüne aldığımız biçimiyle, İbrahim Güçlü’yle neredeyse aynı çizgiye gelmiştir.

Özgürlük bilinci yerine motif fetişizmi

Beşikçi, Kemalist Cumhuriyet’e yönelik eleştirileriyle Türk aydını olarak sorumluluğunu fazlasıyla yerine getirdi, bunun için bedel ödedi. Çalışmalarında Kemalizm’i gerici olarak tanımladı ve mahkum etti. Özellikle Kürdistan’a yönelik düşüncelerinde Kemalizm’i merkeze aldı ve Kürt kişiliğinin sömürge olarak, iliklerine kadar sömürüldüğü tespitini açıkça ortaya koydu. Buna karşılık Kürtlerin ödevi olarak ulusal görevlerine her zamankinden daha fazla sarılması gerektiğini öğütledi. Ancak bunu yaparken Beşikçi, çoğu zaman Kürtlerin ulusal motiflerinin “milletler arenasında” öne çıkmasının, dalgalanmasının yeterli olabileceği yanılgısına düştü. Kürtlerin iş ve aş sahibi olmasındansa ulusal imgelerinin, uluslararası camiadan tasdik alması onun açısından yeterliydi. Kendini yöneten, kendi olanaklarını yaratan, buna uygun bir biçimde yurttaşlık bilincine sahip yurttaşların yaratılması çoğunlukla fetiş boyutuna varan bu ulusal imgeler taraftarlığının gölgesinde kaldı.

Çokluğa karşı tek kimlik!

Beşikçi, Abdullah Öcalan’ın ortaya koyduğu Sömürge Tezi’nin, kendisinin Kemalizm’e yönelttiği eleştirilerle büyük oranda örtüştüğü gerçeğini zamanla gözardı etti. Kemalizm’in tek tip ulus yaratımı siyasetine, Öcalan “çokluk”la yanıt verdi. Türk, Sünni, erkek ulus yaratımına karşılık tek bir kimliğin üzerinde insan olarak kendini savunan, doğrudan demokrasiyi ilke edinen, toplumsal cinsiyet rollerini ortadan kaldırmayı amaçlayan bir politikayla karşılık verdi. Oysa burada Beşikçi’ye göre Öcalan’ın yapması gereken Kurdî perspektifi öne çıkarmasıydı. Yani bir anlamda Beşikçi, karşı çıktığı ve uğrunda bedel ödediği ulus yaratımını tersine çevirip Kürdistanlılara önerdi. Onların bir ulus-devlet sahibi olmasını her şeyin önüne koydu. Kişiliklerini tek bir kimliğe ve bu kimliğin sınırlı özelliklerine sıkıştırdı.

Sarı Hoca ve bir birikimin yağmalanması

Beşikçi, sırf savunduğu tezleri sehven de olsa yürütüyor diye, Güney Kürdistan’da Barzani ve Talabani aileleri halkın olana el koyarken onları eleştirmek yerine alkışladı. Kürtlerin kendini yönetme biçiminden çok, bir ulus-devlet sahibi olmasıyla ilgilendi. Güneyli yöneticilerin belki de ona sözle tasdik ettikleri siyasetlerini sorgusuz sualsiz kabullendi. Üstelik çevresindeki tüm ulus-devletlerin nasıl bir kaos yaşadığını ve bu kaosu Kürdistanlılara dayattığını tecrübe ederken, düzenli olarak haberdar olurken bunu yaptı. Açıkça görülüyor ki İsmail Beşikçi, Kürdistan toplumunun geleceği yerine ismine kurulan vakfın içerisine doluşmuş olan KDP uzantılı kişilikleri tercih etti. Beşikçi, Kürdistan davasını kendi istikbali uğruna mezata çıkartmakta hiçbir sakınca görmeyecek, bir an olsun tereddüt etmeyecek habis dillerin kulağına fısıldadığı zehirli sözcüklere boyun eğdi. Beyoğlu’nda bir mahalleye sıkışmış, Kürdistan ile ilişkileri çıkardan öteye gitmeyen ve çevrelerine sadece erkeklik gözüyle bakan, para keselerinden ötesiyle ilgilenmeyen bu tiplerin Sarı Hoca’nın anısını daha o hayattayken yağmaladığı aşikar.

Eleştiriden saldırıya

Beşikçi hiçbir zaman PKK’li olmadı. Bunu PKK kadroları da kabul etti. Onu dev gibi bir insan, bir idol olarak gördükleri zamanlarda da Beşikçi, PKK’yi eleştiriyordu. Bu eleştirileri yoldaşlık ilişkisine dayanarak yaptı, üslubunu korudu. Bununla birlikte PKK’liler onu bir büyükleri olarak gördüler. Fikirlerine her zaman kıymet verdiler. Hatta öyle ki, eleştirilerinin boyutu saldırıya, Güney Kürdistan’daki aşiret ağalarının halktan güç yoluyla gasp ettiği mülkünün savunuculuğuna dönüşene kadar saygı çizgisini korudular. PKK’nin Kürdistan’da yaptığı en ustaca çözümlemenin aile ve aşiret üzerine olduğu bilinir. Dolayısıyla, Kürtlerin her zaman bir ‘ağabey’ olarak gördüğü, evin bir büyüğü olarak saygı duyduğu Sarı Hoca’nın mevcut konumunu eleştirmek, onun daha yaşarken hiçe saydığı anısını onurlandırmakla eşdeğer bir hale geldi.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.